Küllerim, Golda ve Diğerleri: Sürgünün ve hafızanın küllerinden doğan bir roman
Erbil (Rûdaw) - Hiner Saleem, okurların hafızasına kazınan "Babamın Tüfeği"nde çocuksu bir bakışla tanıklık ettiği acıları, bu kez yetişkin bir entelektüelin olgunluğu ve keskin mizahıyla harmanlayarak anlatıyor.
"Küllerim, Golda ve Diğerleri", sadece bir yolculuk hikayesi değil; sürgünün, vatansızlığın ve tarihin cetvelle çizilmiş sınırlarına sığmayan bir ruhun manifestosudur.
Hiner Saleem’in "Küllerim, Golda ve Diğerleri" romanı, okuru daha ilk cümlede ölümün ardından gelen bir hayat hikâyesine davet eder.
Roman, başkahraman Dilman’ın sarsıcı bir kararıyla başlar: ama ardında toplum normlarına meydan okuyan bir vasiyet bırakır.
Bedeni yakılacak, külleriyse bir turşu kavanozuna konularak doğduğu topraklara, Kürdistan Bölgesi’ne, Duhok’un Akre ilçesinde annesi Heybet’in mezarına serpiştirilecektir.
Bir kavanoza sığan "vatansızlık"
1980’de, henüz 17 yaşındayken Baas rejiminin zulmünden kaçarak önce Suriye’ye, ardından İtalya ve Fransa’ya savrulan Kürt entelektüel Dilman için asıl "mesele" ölümünden sonra başlar.
Romanda "turşu kavanozu", romanda alelade bir eşya olmaktan çıkarak güçlü bir sembole dönüşür.
O kavanoz sadece bir ölünün küllerini değil; tarihin unutulmuş köşelerine gömülen umutları, "aziz bahçelerinin narlarını", sürgünün ağırlığını ve ev diyebilecek bir yer bulamayan herkesin sessiz tanıklığını taşır.
Dilman’ın deyişiyle; "Vatansız bir mezar olmak istemiyorum."
Krematoryumda bir sürgün
Hiner Saleem, Kürtlerin kadim hüznünü ve hayal kırıklığını, klasik roman yapısını bilinçli bir şekilde bozarak, "sökülen bir örgü kazak" gibi işler.
En trajik anlarda bile yüzünüzde buruk bir tebessüm bırakan o kara mizah devreye girer. Dilman, krematoryumda yanarken bile diğer ölülere bakıp kendi külleriyle konuşur:
"Sorun değil dostum, beterin beteri var. En azından Ortadoğu'da değilsin."
Yazar, intiharı bir tükenişten ziyade, özgür olmayan bir bireyin son başkaldırısı ve sanatsal bir kurgusu olarak sunar.
Dilman, "Ben dünyaya sürgün edilmek, bir yabancı, bir mülteci, vatansız bir insan olmak için gelmedim" derken, aslında milyonlarca vatansızın ortak çığlığını atar.
Çünkü "Ülkesi özgür olan insan, ülkesi olmayan insanı anlayamaz. Ülkesi olmayan insan, depremde her şeyini kaybetmiş bir insan gibi hisseder."
Tarihin masasında hesaplaşma: Versay ve vicdan
Kitap, bireysel bir trajediyi anlatırken arka planda devasa bir tarihsel hesaplaşmayı yürütür.
Dilman, kendisini intihara sürükleyen sebepleri sadece bugünde değil, yüz yıl öncesinin Paris’inde arar.
Suçlular bellidir: ABD Başkanı Wilson, İngiltere Başbakanı Lloyd George ve Fransa Başbakanı Clemenceau.
Kürtlerin coğrafyasını parçalayan ve haklarını yok sayan Versay Antlaşması masasında geçen diyaloglar, romanın en vurucu politik hicivlerini barındırır.
Lloyd George’un "Musul’u istiyorum" demesi üzerine Clemenceau’nun "Alacaksınız, başka?" rahatlığı, bir halkın kaderinin nasıl iki dudak arasında çizildiğini gösterir.
Ve yazar, o anlaşma için Fransa’ya kadar giden ancak masada yer almayan Kürt temsilci Şerif Paşa’nın hayal kırıklığı üzerinden şu soruyu sorar:
— Vicdanınız rahat mı Ekselansları?
— Evet beyefendi, çünkü devlet adamları asla vicdanlarını kullanmazlar. O yüzden vicdanları hep rahat kalır.
"İnkâr ediliyorum, öyleyse varım"
Dilman’ın külleri onu vatana götürecek bir yol arkadaşı ararken, Paris’te bir eczanede yaşanan karşılaşma, kimlik meselesine dair ironik bir diyaloğa götürür.
Türk eczacı Zeynep’in "Kürtler Türk! Kürt diye bir şey yok" sözleri karşısında bir kavanoz kül olarak duran Dilman, Descartes’a nazire yapar:
"İşte kanıtı: İnkâr ediliyorum, öyleyse varım."
Hiner Saleem, bu diyalogla sömürgeciliğin sadece sömürüleni değil, sömüreni de insanlığından uzaklaştırdığını şu harika tespitle vurgular:
"Sömürgecilik durumunda sömürgeci de insanlığından bir şeyler yitirir."
“Kökler hariç her şey sökülüp atılabilir”
Hiner Saleem (Kürtçe: Hîner Salîm, Hüner Salim olarak da bilinir), Duhok’un Akre ilçesinde doğan ve sinemasında daima sürgünlük, kimlik ve hafıza temalarını işleyen ünlü yönetmen ve yazardır.
Saleem, bu romanında okuru "ağır ama samimi" bir yüzleşmeye davet ediyor. Fransa ile Kürdistan arasında, nefret ile özlem arasında sıkışmış bir ruhun; gündüz nefret ettiği ama geceleri için ağladığı ülkesine dönüş hikayesi bu.
Küllerim, Golda ve Diğerleri, zamanın cebinde sakladığı o acı sürprizi, yani "yurtsuzluğu" yüzümüze vururken, köklerin asla sökülemeyeceğini hatırlatıyor. Çünkü "Hafıza ve kökler hep oradadır. Kökler hariç her şey sökülüp atılabilir."
Çeviri ve yazar hakkında
Sinema dünyasında büyük ses getiren Votka Limon (2003) ve Tatlı Biber Diyarım (2013) gibi filmlerin yönetmeni olan Hiner Saleem’in ilk ilk romanı “Babamın Tüfeği” de 30'dan fazla dile çevrildi.
Fransızca olarak kaleme aldığı “Küllerim, Golda ve Diğerleri” romanının Fransızca’dan Türkçe’ye çevirisi Heval Bucak’a ait
Avesta Yayınları eş zamanlı olarak Türkçe (Küllerim, Golda ve Diğerleri) ve Kürtçeye (Ez û Ez) çevirdi ve her iki baskıyı da 2024 sonunda yayımladı.
Roman, okuyan her Kürdün kendisinden bir parça görebileceği ve okuması gereken bir kitap niteliğinde.