Gülistan Perwer: 14 yaşında siyasetle tanıştım

26-01-2018
Hêvîdar Zana
Hêvîdar Zana @hevidarzana1
Etiketler Gülistan Perwer Viranşehir DDKD Şıvan Perwer
A+ A-

 

İkinci bölüm

 

Erbil (Rûdaw) - Rûdaw Radyo’da her hafta Hevidar Zana ile söyleşi programına katılan ünlü Kürt sanatçı Gülistan Perwer, hayatına dair bilinmeyenleri anlatıyor.

 

Gülistan Perwer, sanat ve siyaset hayatından özel hayatına kadar birçok konuda yaşadıklarını ayrıntıları ile ele alıyor. Perwer’in anlatımları aynı zamanda Kürtler açısından önemli bir döneme ışık tutuyor. 

 

Perwer ile Zana’nın radyoda gerçekleştirdiği sohbeti Rûdaw gazetesinde de her hafta yayımlanıyor.

 

Sohbetimizin ilk bölümünde doğduğunuz köyü, ardından şehre taşınma hikayenizi ve okula ilk gittiğiniz günü anlatmıştınız. Okulun ilk gününde şok yaşamış ardından koşarak evinize dönmüş “Ben okula gitmek istemiyorum” demiştiniz. Daha sonra ne oldu, okula tekrar gittiniz mi?

 

O yıl okula gitmedim, ertesi yıl yeniden başladım. Malesef, Kürdistan’ın diğer kentlerinde olduğu gibi, Viranşehir’de de sokakta Kürtçe ve Türkçe konuşulurdu. Sokakta Kürtçe konuşan çocuklar okula gidip Türkçe öğreniyorlardı. Bende çocuklar arasında zamanla Türkçe öğrenmeye başladım.

 

Öğretmenleriniz, size “Kürtçe konuşmayın” şeklinde uyarıda bulunuyor muydu?

 

“Kürtçe konuşmayın” demiyorlardı, Kürtçe’nin adını bile anmıyor, “Başka bir dilede konuşmayın” diyorlardı. Çocuktuk ve neden Türkçe konuşmamamız gerektiğine anlam veremiyorduk. Anne ve babalarımız da bu sorumuzu yanıtsız bırakıyor, sadece Türkçe öğrenmemiz gerektiği telkininde bulunuyorlardı. Türkçe öğrenme bilim öğrenmekmiş gibi yansıtılıyordu.

 

“İlim çğrenmek ve insan olmak istiyorsanız Türkçe öğrenmelisiniz” diyorlardı. Bize insan olabilmek için Türkçe öğrenmemizin şart olduğu fikri aşılanmıştı. Anne ve babalarımız Kürtçe konuşuyordu fakat anadilimize gereken değer verilmiyordu. 

 

O dönemde Kürdistan’da Kürt öğretmen sayısı oldukça azdı. Sizin de öğretmeniniz Türk müydü?

 

Evet, bizde de Kürt öğretmen oldukça azdı. Türk öğretmenler vardı ve onlar da milliyetçiydi, Kürtleri küçük görürlerdi. Türkçe bilmediğimiz ve hatta Kürt doğduğumuz için bize acıyordu. Türkçe bilmeyi erdemmiş gibi görüyor bizden Türk olmamızı istiyorlardı. Onların gözünde Kürtler ilkel ve geri kalmış kişilerdi. Uygar olmak da yüzde yüz Türk olmaya endeksliydi. Onların dilini bilmezsen, okullarına gitmezsen medeni bir insan olarak görülmezsin, anlayışı hakimdi.   

 

Babamın aşiretinden şehire yerleşen ilk ailelerden biriydik. Köyden kente iş için gelen akrabalarımız bizim evde kalırlardı. Çünkü onların kente gelip de otele gitmesi, lokantada yemek yemesi bizim için ayıp sayılırdı. Bizim köyden gelenler de sürekli bize misafirliğe gelirlerdi. Türkçe bilmedikleri için de birilerin onlara rehberlik yapması gerekiyordu.  Aksi takdirde devlet kurumlarında işleri yürümüyordu. Bize gelen misafirler çoğu zaman, “Türkçe bilmediğimiz için devlet dairelerinden kovuluyoruz, hakarete uğruyoruz. Bizden, Türkçe öğrenip öyle gelmemizi istiyorlar” diyorlardı.

 

Hatırlıyorum, bir defasında amcalarımdan biri Viranşehir’e gelmişti. Şehirde gezerken sırf başında kırmızı beyaz bir kefiye olduğu için polisler tarafından durdurulmuş, dayak yemiş ve hakarete uğramıştı. Üstine bir de, “Bir daha bunu başında görmeyelim” diye tehdit etmişlerdi.

 

 O dönem Kürt kıyafetleri de yasaktı…

 

Evet yasaktı. Amcam o olaydan sonra eve geldi, şok olmuştu. İlk defa amcamın ağladığını gördüm. İlk defa gözlerimiz önünde kocaman bir adam ağlıyordu. Bu olay halk arasında da yankı bulmuş, başımıza büyük bir felaket gelmiş gibi yorumlanmıştı.

 

Viranşehir’deki yaşam şartları nasıldı o dönem. Şehir yaşamına alışmanız zor oldu mu?   

 

Şehir yaşamına alışmak benim için çok zor olmadı. Köydeyken annemle Viranşehir’e gelip akrabalarımızı ziyaret ederdik. Şüphesiz şehir yaşamı köy yaşamından farklı zorluklar barındırıyor. Bir defa köyde herkes akraba ve birbirini tanıyor. Şehirde öyle değil, bu durum en çok da kadın ve kızlar için dezavantaj.  Biraz büyüdüğümüzde, “Sokağa çıktığınızda etrafınıza bakmayın, başınız önünüzde yürüyün, yoksa ayıp olur” diyorlardı. Öyle eğitiliyorduk, dışarda bir adamın yüzüne bakmak ayıp sayılıyordu. Ancak köyde öyle değil, tüm erkekler akrabaların oluyor ve daha rahattık.

 

Sen evin tek kızıydın, değil mi?

 

Evet, 6 erkek kardeşim vardı ve ben tek kızdım. Babaannem beni çok nazlı yetiştirdi. Kardeşlerim arasında iki yıl yaş vardı. Amcam ve ninem çocuklar içinde beni seçmişti. Beni sevdiklerini bildiğim için omuzlarından inmiyordum. O nereye giderse ben oradaydım.

 

Babaannen sizinle şehire gelmedi mi?

 

Hayır. Ninem kenti sevmezdi. “Oraya gelsem ölürüm” derdi. Köy onun için nefes ve yaşam demekti. Evimize geldiğinde de sadece 2 gün tahammül ederdi. Sonra, “Siz bu zindanda nasıl yaşıyorsunuz, evinizden hiç çıkmıyor musunuz?” derdi. Şehirdeki evimiz bahçemizle sınırlıydı. Kadın ve kızlar evin bahçesinden dışarı çıkmazdı. Dükkana bile gitmezdik. Evin ihtiyaçlarını babam alır getirirdi.

 

Sen evin tek kızıydın, bu kural senin için de geçerli miydi?

 

Kessinlikle. Bir çok kural ve sınırlama vardı benim için de. Şimdi baktığımda anneme hak veriyorum. Çünkü o bize iyi bir terbiye aşılamak istiyordu. Bizi Kürt olarak büyüttüğü ve eğittiği için anneme teşekkür ediyorum. Ülkemiz, dil ve kültürümüz üzerinde büyük bir sömürü vardı. Böyle bir ortamda annem evimizde dil ve kültürümüzü korumayı başardı.

 

Annenin senin üzerinde kalıcı etkileri oldu diyebilir miyiz?

 

Evet. Annem dindar bir aileden geliyordu. Ailesi şeyhti, müritleri vardı, tekiyeleri vardı. Şeyh Zirav ailesinin kökeni Cizre ve Botan’dan gelme. Oradan gelip Amed ve Karacadağ’a yerleşmişler. Çok farklı, orjinal ve asil bir kültüre sahiptiler. Bu kültürün yüzlerce yıllık bir geçmişi var. Annem de o medreseden gelmiş bir kadındı.

 

Annen medreselerdeki eğitimlerden bahseder miydi?

 

Annemin okuma yazması yoktu. O herşeyi işiterek ezberlemişti. Annemin öykü ve masallarının tümü Kürt asilzadeler, prens ve prensesler üzerineydi. Onun anlatımları gözlerimizde film ve tiyatro sahnaleri gibi canlanırdı. Saatlerce masal anlatır bitmezdi. Mesela; Botan Mirliği’nden bahsederdi. Miri, eşini, köşklerini öyle ayrıntılarıyla tasvir ederdi ki o an oradasınız sanırdınız.

 

Tekiye sahibi şeyh aileleri içinde belli bir tasavvuf ve müsiki geleneği de var. Kaside ve dini ilahiler okunur. Kadınlar da erkekler de okur. Annen de ilahi söyler miydi?

 

Halk, “Gülistan’ın sesi güzel” diyor ama ben de “Benim sesim annemin sesinin yanında hiç de güzel değil” diyorum. Annemin çok nadide bir sesi vardı. Şimdi de 70-75 yaşında ama hala ilahi ve şarkı söylüyor. Bizim yöremizde okunan tüm kasideleri bilir. Ayrıca def de çalabiliyor. O söylerken insan sözlerin orjinalliğini ve Kürtçe’deki asaleti hissedebiliyor. Hala tüm parmaklarına kına sürer. O def çaldığında ben dayanamam ağlarım. Onun def çaldığı anlar asla aklımdan çıkmaz. Ben o sesle büyüdüm. Perşembe geceleri kadınlar bizim evde toplanırdı, annem def çalardı ve hep birlikte zikrederlerdi. Şühpesiz ki bunlar benim çocukluğumda önemli yer edindi.

 

O zamanlar aralarına katılıp ilahi okur muydun?

 

Hayır. Çocuklar onlara katılmazdı. Biz okula gidip farklı bir dil ve kültür öğrendik. Ben 14 yaşında siyasetle tanıştım, 16 yaşındayken Kürdistan’dan çıktım ama şimdi o törenler ve annemin sesinden duyduğum şarkıları paha biçilmez kültür mirası olarak görüyorum. Malesef o zaman küçümserdim.

 

Bu düşünce siyasetle tanıştıktan sonra mı gelişti?

 

Evet.

 

Siyasetle tanışman nasıl oldu?

 

Viranşehir’de Kürt öğretmenlerin de üyesi olduğu bir dernek vardı. Devrimci Doğu Kültür Derneği (DDKD). Bu dernek tüm Kürt illerinde örgütlüydü. Küçük dayım Şeyh Lütfi de bu derneğe üyeydi. Öğretmen olduğu için tüm Viranşehirliler de onu tanırdı. İlk defa o dayım evimize Kürt ve Kürdistan hakında yazılan kitaplar getirdi. Ben o kitapları merakla okurdum. Zaten o kitaplar sayesinde Kürt halkı ve Kürdistan hakkında bilgi sahibi oldum. Ama modern bir düşünce ile. Babam dindar olduğu için bize dini açıdan Kürtlükten bahsederdi. Mele Mustafa Barzani’nin devriminden çok etkilenmişti ve dini bir gözle anlatırdı. Dayımın eve getirdiği kitaplar sayesinde dünyam değişti.

 

Annen ve baban bu kitapları okumana karşı çıkmadı mı?

 

Hayır. Dayım kitapları bana verir ve kimseye göstermememi tembihlerdi. Ben de gizlice okurdum. Çünkü yasak kitaplardı. Bu konular yavaş yavaş daha fazla ilgimi çekmeye başladı. Viranşehir’de Kürtlerin yanı sıra Arap ve Türk aileler de vardı. Arap kızlar Türk kızlarına benzemek isterlerdi. İstanbulluymuş gibi davranırlardı. Saç, kılık kıyafet ve hatta yürüyüşlerinde de onları taklid ederlerdi.

 

Bu kitapları okudukça, Türklere benzeme arzu ve düşüncesi bana tuhaf ve gereksiz gibi geldi. Türklere benzemek isteyen kızlar da gözümde değersizleşmeye başladı. Hatta böyle davrananlara küsüyor ve arkadaşlığımı kesiyordum. Mesela Ferdi Tayfur dinlerlerdi. Bense nefret ederdim, sesini bile duymak istemezdim. Onun yerine Yılmaz Güney’i severdim.

 

Kürt sanatçılardan kim vardı?

 

Şivan vardı. Şivan o dönem Ankara’da üniversite okuyordu. Arada bir memlekete dönünce bizim eve uğrar ve bize Kürtçe şarkı söylerdi. Yine o dönemde konserlere katılır Kürtçe şarkılar söylerdi. Ancak daha hiçbir kaseti çıkmamıştı. Kürtçe söylemek, Kürdistan’dan bahsetmek yasaktı zaten. Şivan’da bu yüzden Kürdistan’dan, Türkiye’den kaçmak zorunda kaldı. 

 

Kürtlük davasının dikkatimi çektiği dönemlerdi bu dönemler. Öğrenciler içinde de solculuk popüler bir meseleydi artık. Ben bu şekilde kimin devrimci, kimin Kürtçü olduğunu ayırt edebiliyordum. Devrimcilik, solculuk modaydı. Kendilerine has bir stilleri ve edaları vardı. Devrimci ve solcuysan onlar gibi giyinmen ve onlar gibi davranman gerekiyordu.

 

Kadınlar arasında da öyle miydi?

 

Evet kadınlar da kot pantolon, topuksuz veya spor ayakkabı giyerlerdi. Saçlarımız uzunsa arkadan bağlamamız gerekiyordu. Makyaj yapmazdık ve gömleğimizi pantolonumuzun üzerinden sarkıtırdık. Ve yine kızların sert olması gerekiyordu, erkek gibi, kadın gibi olmak, utangaç davranmak olmazdı.

 

Sen de Viranşehir’deki DDKD Derneği’ne gider miydin?

 

Ben derneğe hiç gitmedim. Babam ve abim, dayımın bana kitap getirdiğini duymuş ve onu uyarmışlardı. “Gülistan’a kitap getiriyorsun tamam ama onu derneğe götürmene izin vermeyiz” demişlerdi. Sadece derneğe değil, kadın ve kızların bir lokokanta veya kafeteryaya gitmesine de izin verilmezdi. Mesela canımız evde kebap çekse babam dışarda yaptırır ve eve gönderirdi.

 

Peki DDKD üyesi kadınlarla görüştün mü?

 

Okulda ve mahallede arkadaşlarımız vardı. Bize gelirlerdi ve okulda görüşürdük. Gündemimiz devrim, Kürt ve Kürdistan’ın kurtuluşu olurdu. Dedim ya, daha 14 yaşındaydım ve düşüncelerim devrim, Kürt ve Kürdistan konularıyla değişmişti. Kürdistan’ın 4 parçaya bölünmüş ve sömürge altında bir ülke olduğunu, bunun için mücadele etmemiz gerektiğini biliyordum.  

Yorumlar

Misafir olarak yorum yazın ya da daha etkili bir deneyim için oturum açın

Yorum yazın

Gerekli
Gerekli