Gülistan Perwer: Abdullah Öcalan benim için köyümüze geldi

28-01-2018
Hêvîdar Zana
Hêvîdar Zana @hevidarzana1
Etiketler Gülistan Perwer Şıvan Perwer Viranşehir PKK Abdullah Öcalan
A+ A-

Üçüncü bölüm

Erbil (Rûdaw) – Rûdaw Radyo’da her hafta Hevidar Zana ile söyleşi programına katılan ünlü Kürt sanatçı Gülistan Perwer, hayatına dair bilinmeyenleri anlatıyor.

 

Gülistan Perwer, sanat ve siyaset hayatından özel hayatına kadar birçok konuda yaşadıklarını ayrıntıları ile ele alıyor. Perwer’in anlatımları aynı zamanda Kürtler açısından önemli bir döneme ışık tutuyor.

 

Perwer ile Zana’nın radyoda gerçekleştirdiği sohbeti Rûdaw gazetesinde de her hafta yayımlanıyor.

 

Kürt sanatçı söyleşinin ikinci bölümünde Viranşehir’deki aile ve okul hayatını anlatmış, 14 yaşında siyasetle tanıştığını, Kürt ve Kürdistan meselesine ilgi duyduğunu belirtmişti.

 

Gülistan Perwer röportajının bu bölümünde ise siyasete bulaştığı için gözaltına alınışını, bu olayın yarattığı büyük infiali ve daha sonra ailesi tarafından köye götürülüşünü dile getiriyor.

 

Bu bölümde ayrıca ünlü Kürt sanatçı Şivan Perwer ile yaşadıkları duygusal ilişkinin hikayesine de açıklık getiriyor.

 

İkinci bölümde siyasetle tanışmanı anlatmıştın. Küçük dayının DDKD üyesi olduğunu ve onun getirdiği kitaplar sayesinde siyasetle tanıştığını söylemiştin. O zaman Kürt ve Kürdistan’ın kurtuluşundan bahseden grup ve örgütler çıkmıştı. Aralarında PKK de var mıydı?

 

Evet, PKK faaliyetlerine başlamıştı ancak hala parti olarak kurulmamıştı. 1977 yılında PKK’nin öncü gruplarına “Kürdistan Devrincileri” deniyordu. Bu örgütten bir grup genç de Viranşehir’de çalışıyordu. Bunlardan biri de Mustafa Gezgör dü. Gezgör PKK içinde nam yapmış bir kadroydu, ki daha sonra şehid düştü. Gerçekten korkusuz ve aktif bir gençti, kendine güveni çok büyüktü.

 

O dönem Viranşehir’de kadınlar için açılan bir dikiş-nakış kursu vardı. Bu kursun iki öğretmeni, yani Ayşe ve Kezban da, Kürdistan Devrimcileri üyesiydi. İkisi de Dersimliydi. Onlarla tanışıp arkadaş oldum. Onlar da PKK’den önceki ideolojik grubun üyeleriydi. Ben Viranşehir’den çıktıktan sonra Ayşe’nin kentte şehid düştüğünü duydum.

 

O kadın öğretmenler size ne anlatıyorlardı?

 

Dikiş-nakış kursu devlet tarafından açılmıştı. Yaklaşık 50 ila 60 kadın kursa gelerek el sanatı öğreniyorlardı. Kursa gelmemi Ayşe ve Kezban istedi. Fakat gittiğim zaman asıl amaçlarının dikiş-nakış öğretmek olmadığını anladım. Kurs salonunda siyasi eğitim veriliyordu. Haftanın birçak günü kadın ve kızlar toplanıyor, siyasal konular üzerine eğitim görüyorlardı. Evlerde olsa polisin dikkatini çekerdi ancak kursta olması dikkatlerden uzaktı.

 

Eğitimin konusu ne üzerineydi?

 

PKK daha doğrusu o zamanki ismiyle Kürdistan Devrimcileri bir broşür çıkarmışlardı. Eğitmimiz o broşür üzerine yürüyordu. Sosyalizmin Alfabesi, Diyalektik Materyalizm, Komünal Toplum kitaplarını okuyup yörumluyorduk. Yine Marx ve Lenin’in kitaplarını okuyorduk. Stalin’in, Halkların Kendi Kaderini Tayin Hakkı kitabını okuyorduk. Ayrıca Kürdistan Tarihi kitabı eğitimde okuduğumuz temel kitaplardan biriydi. Eğitimimiz bu kitapları okuyup yorumlama üzerineydi. Bu kitaplar yüzde yüz hayata bakışımı değitirdi.

 

Alien bu değişimden haberdar oldu mu?

 

Evet elbette haberdar oldu. Oarayı da anlatacağım. Ben, öğretmenlerim ve birkaç kız daha bu grupta yer alıyorduk. Bazen Mustafa Gezgör de gelip eğitimlerimize katılıyordu. Veysi Badem adında bir arkadaşımız daha vardı. Arada bir o da gelir bize katılırdı. Grup birbirine çok bağlıydı ve biz birbirimizi çok seviyorduk.

 

Eğitim dışında herhangi bi eyleminiz oldu mu?

 

Hayır, herhangi bir eylemimiz olmadı. Sadece düşünsel eğitim çalışması yapıyorduk. Daha sonra Saime Aşkın’la tanıştık. O da Urfa’da öğretmendi. Malesef daha sonra o da şehid düştü. Saime Aşkın Urfa gölgesininde kadınlardan sorumluydu. Yanımıza gelip eğitim çalışmalarımızın hangi düzeye ulaştığını kontrol ederdi. Onunla da arkadaş olduk, Saime’yi çok severdim.

 

Saime Akın benim için örnek bir kişilikti. Adeta idolümdü ve kendi kendime, “acaba birgün ben de Saime gibi olur muyum?” diyordum. Saime aynı zamanda PKK’nin kurucularından Sakine Cansız ve Abdullah Öcalan’ın eşi Kesire Yıldırım’ın da arkadaşıydı. Onlar PKK’nin ilk kadın grubuydu. Ben Sakine ve Kesire’yi görmemiştim ancak Saime bize onların bilgisinden ve militanlığından övgüyle bahseder dururdu.

 

Sakine Cansız o dönemde daha tutuklanmamıştı, değil mi?

 

Hayır, bahsettiğim dönem 1977 yılı oluyor. Sakine tutuklanmamıştı. Daha sonra ailem bendeki değişimden şüphelendi. Ama ben artık onlara karşı da geliyordum. Babamı karşıma alıp, “Sen neden ağasın, neden mal ve mülkünü köylülere dağıtmıyorsun?” diye sorgulardım. O da, “Kızım böyle birşey dünyanın neresinde görülmüş?” derdi. Bende hazır cevap, “Sovyetler’de, Çin’de var. Oralarda insanlar eşit ve kimse kimseden üstün değil. Kürdistan’da böyle olmalı. Burası Kürdistan’dır, Türkler bizim ülkemizi işgal etmiş” derdim. Papağan gibi bu sözleri tekrar ederdim.

 

Baban bu anlattıklarından ötürü korkuyor muydu?

 

Evet çok korkuyordu. Ben ona, “Ne pahasına olursa olsun Türkleri vatanımızdan çıkarmalıyız” diyordum. Babam da bana, “Kızım Mele Mustafa Barzani yapamadı. Şeyh Said yapamadı, diğerleri yapamadı, siz kimsiniz ki Kürdistan’ı kurtaracaksınız? Kızım benim, akıllı ol ve evinde otur. Kim bu fikirleri senin aklına sokuyor?” derdi. Ama ben asla arkadaşlarımdan bahsetmeye cesaret edemezdim. Sonra birgün ansızın polisler baskın düzenledi.

 

Dikiş-nakış kursuna mı?

 

Evet, baskın yapıp her iki öğretmenimizi gözaltına aldılar. Sonra bizim eve gelip beni de tutukladılar. Bana, “kursa gidenler içinde senin de adın var” dediler. Bu olayla birlikte ilk defa Viranşehir’de bir kız polis tarafından gözaltına alınmış oluyordu. Tüm Viranşehir halkı ailemizi tanıyordu. Olay kısa sürede dağıldı. Polisler beni pazarın içinde yürüttüler. Her kesin gözü önünde iki polis arasında yürüyerek emniyete götürdüler. Millet birbirine soruyordu, bu kimin kızı diye. “Şeyh’in kızı” diyorlardı. Neden, niçin tutuklanmış? diye merakla soruyorlardı. Polisler beni savcının karşısına götürdü. Bu olay Viranşehir’de bomba etkisi yarattı. Sonra halk kendi arasında bu konuşmaları yapıyordu:

 

- Neden tutuklamışlar?

 

- Siyaset yüzünden.

 

- Bu küçük kız mı, ne siyaseti, kim bu siyaset yapanlar, neyin siyaseti?

 

Viranşehir o gün bu sorularla çalkalandı. Viranşehir’de Şeyhanlı ailesi var, bizim amcalarımız oluyorlar. Dönemin belediye başkanı da o ailedendi. Aileden milletvekili vardı. Fevzi Şeyhanlı 1990’lı yıllarda mecliste bir kavga esnasında öldü. Bu ailenin devletle bağlantısı güçlüydü.

 

Olaydan hemen sonra annem gidip belediye başkanı Muharrem Şeyhanlı ile görüşüyor ve polisin beni tutukladığını haber veriyor. O da anneme, “Sizin eve geldiğim zaman bu kızda farklı birşeyler olduğunu farkettim. Beni sorguya çekti. Belediye başkanı olarak Kürdistan’a ne hizmet ettin? demişti.”

 

Muharrem anneme, “Kızının aklına bu tür şeyleri kim sokuyor?” diye soruyor ve ekliyor, “Bu kızın önünü almazsak ateş olur. Daha çocuk ve bizim onu korumamız lazım. Kürt ve Kürdistan düşüncesini hafızasından silmezsek gider bir yerlere çarpar.” Annemin endişesi ise polislerin elinden işkenceye uğramam. Bu yüzden Muharrem’den beni kurtarmasını rica ediyor. 

 

O dönem öyleydi…

 

Evet. Beni savcının karşısına çıkardılar. Savcı bana öğretmenlerle olan münasebetimi sordu, ben de sadece arkadaş olduğumuzu anlattım. Bana kursta ne yaptığımızı sordu, ben de sadece dikiş-makış öğrendiğimizi söyledim. Ama savcı, “Kızım kitaplarınız ele geçirildi, orada ne olup bittiğini biliyoruz, hadi sen de anlat” dedi. Ben konuşmadım. Sonra bana, “Sen de onlar gibi mi düşünüyorsun? Bizi işgalci mi görüyorsun?” diye sordu ama ben cevap vermedim. Duymamazlıktan geldim. Savcı sorusunu tekrarladı fakat ben hiç oralı olmadım. Ne konuşsam ifademe ekleneceğini biliyordum. Sorusunda ısrar edince ben hemen bir kaçamak yapıp avukat istediğimi belirttim. Sonra savcı konuşmasının tonunu değiştirerek, “Biliyorum sen onlar gibi değilsin. Sen iyi birisin. Neden onlara katılıp bu tür meselelere bulaşıyorsun? Yapma” dedi. Sonra ailemi övmeye başladı. Birkaç saat sonra beni salıverdiler, babam ve abim beni alıp eve götürdüler.

 

Çok korktun mu? Asıl büyük mahkeme evdeydi değil mi?

 

Evet aynen öyle. Büyük abim deliye dönmüştü, “Onu öldüreceğim” diyordu. Tüm kardeşlerim o abimden korkardı, ona “Keko” derdik. Başıma birşey getireceğinden çok korkuyordum. Babam annemden hazırlık yapmasını istedi. Beni köye götürmeye karar vermişlerdi. Birnevi sürgündü. Beni götürüp nineme teslim edip döndüler. Beni bu şekilde cezalandırdılar. Arkadaşlarımdan koptum. Bu durum beni çok üzdü, çok gerdi. Birkaç hafta böyle geçti.

 

Babaannen ve çevrendekiler sana nasihatta bulunuyorlar mıydı?

 

Evet, ençok ninem nasihat ediyordu. Bana, “kimler senin bu hale gelmene neden oldu?” diyordu. Onlar meselenin ne olduğunu anlamıyorlardı. Neden tutuklandığımı, Kürt sorununu bilmiyorlardı. Böyle bir gündemleri de yoktu.

 

O zaman Kürdistan ismi de pek anılmazdı, sadece biz Kurmancız derlerdi…

 

Evet doğru. Ninem, “Hepimiz Kurmancız, sen daha ne istiyorsun?” diyordu. Oalan biten herşey, bu hayat onlara normal geliyordu. Bu düzen böyle gelmiş böyle de sürecekmiş gibi bakıyorlardı. Halk içinde bizim gruba “talebe” ismi verilmişti. “Bu talebeler ne istiyor, anlamıyoruz” diyorlardı.

 

Babam ve abim köye gidip geliyorlardı ancak benimle konuşmuyorlardı. Küsmüşlerdi. Annem de eskisi gibi candan yaklaşmıyordu. Sanırım babam benim yüzümden ona çok kızmıştı. 

 

Bu durum ne kadar sürdü?

 

Yaklaşık 2 veya 3 ay sürdü. Bir gün köyümüze beyaz bir otomobil geldi. Arkadaşlarım Ayşe ve Kezban gelmişlerdi. Onlar 2 ay tutuklu kalmış sonra serbest bırakılmışlardı. Sayın Abdullah Öcalan ve Mustafa Gezgör de onlarla birlikte geldiler. Arkadaşlarım hapisten çıktıktan sonra Saime Aşkın’a benim durumumu anlatmış, “Babası Gülistan’ı köyde tutuklamış” demişlerdi. Bunun üzerine arkadaşlarım, Öcalan, Gezgör ve yanlarına bizim köyden birini de alıp gelmişlerdi.

 

Abdullah Öcalan o dönem Viranşehir’de miydi?

 

Öcalan 1977’nin sonunda Urfa’ya gelmişti. Fakat o zaman çok tanınmıyordu. Kendi aramızda ondan bahsetmiştik, “Abdullah yoldaş” diyorduk ama ben daha önce onu hiç görmemiştim.

 

Misafirler gelip bizim “eyvan” dediğimiz avlu bölümüne oturdular. Babam evdeydi. Ona, “Arkadaşımız Dilovan nerede? Onu almaya gelmişiz” diyorlar. Babam da, “Dilovan da kim? Bizim evde Dilovan diye biri yok” diyor. O zaman herbirimizin bir kod adı vardı. Bana da Dilovan ismini vermişlerdi.  

 

İsimleriniz değiştirilmişti yani?

 

Evet, bana Dilovan diyorlardı ama ben bundan aileme bahsetmemiştim. Zaten babam da öyle biri yok diyor.

 

Gelenlerle görüşebildin mi?

 

Babam sadece kızların beni görmesine müsaade etti. Ayşe ve Kezban geldiler görüştük. Onlarla hasret giderdim, dertleştim. Erkekler avluda oturdu. Babam ve Öcalan kuyu bir tartışmaya başlıyorlar. Babam ona, “Aklınızı başınıza devşirin. Okuyun adam olun ama yine de Kürtçülüğünüzü yapın” diyor. Sonra nasihat verip, “Bakın Mele Mustafa Barzani, Şeyh Said Kürdistan’ı kuramadı. Siz kim oluyorsunuz ki Kürdistan’ı kurtaracaksınız? Gücünüz var mı ki devlete karşı duracaksınız? Kürdistan için başkaldıranların hepsini ezdiler. Size de ezecekler. Siz daha yolun başındasınız, gelin bu sevdadan vazgeçin” diyor.

 

Babam Abdullah Öcalan’a ne okuduğunu soruyor, o da siyasal bilgiler okuduğunu anlatıyor. Babam da, “Git oku vali ol, kaymakam ol. Neden Kürtlerin peşine düşmüşsün? diye soruyor. O da babama, “Sen ağasın, tüm köyüleri kendi hizmetin için çalıştırıyorsun, onların emeklerini sömürüyorsun” diyor.

 

Babam misafirleri yemeğe davet ediyor ama Öcalan, “Biz Dilovan’ı görmeden yemeğinizi yemeyeceğiz” diyor. Ama babam bu isteği geri çeviriyor. Böylece köyden ayrıldılar. Ama ben köyde de mücadeleme devam ettim, bu defa köylüleri ağalık düzenine karşı örgütlemeye başladım.

 

Babanın ağalığına karşı köyü örgütleyip başkaldırıya teşvik ediyordun yani…

 

Onlar gittikten sonra çok ağladım. Sayın Öcalan’ı o gün orada görmedim ama yıllar sonra Beyrut’ta karşılaştık ve bana o günü hatırlatarak, “Hatırlıyor musun peşine takılıp köyünüze kadar geldik ama babam seni bize göstermedi?” diye sordu. O gün de öyle bir anı olarak kaldı hayatımda.

 

Daha sonra köydeki durumlar gittikçe aleyhime gelişti. Ailem artık evlenmem için iyiden iyiye baskı uygulamaya başladı. Özgürlüğümü kısıtlamaya başladılar. O dönemde Şivan ile duygusal bir bağımız vardı ve Almanya’ya gitmeden önce bana bir söz vermişti.  Kalkıp ona durumu anlatan bir mektup yazdım.

 

Şivan Perwer ne zaman Almanya’ya gitti?

 

Şivan konserlerinden dolayı aranıyordu ve 1976 yılında Almanya’ya gitmişti. Biz birbirimizle mektuplaşıyorduk. Telefon yoktu. Almanya’ya gidip gelen işçiler mektuplarımızın kuryeliğini yapıyorlardı. Ailem bir an önce beni evlendirmek ve beni her şeyden uzak turmak istiyordu. Beni isteyene vereceklerini duyurmuşlardı ve istemeye gelenler oluyordu. Ama ben anneme, “eğer beni istemediğim birine verirseniz, canıma kıyar, kendimi öldürürüm!” diyordum.

 

Şivan ile aranızda aşk ilişkisi başlamış mıydı?

 

Biz birbirimizi seviyorduk. Zaten bu başlı başına bir hikaye. Şivan yaşça benden 10 yıl büyük. Ben daha annemin karnındayken Şıvan köyde kuzuların çobanıymış. Biz aynı köyün insanlarıyız, akrabayız. Annem Şivan’ı çok severmiş. Gözüpek ve çalışkan bir çocukmuş. Annem sürekli onu çağırıp, daha karnındakinin kız olduğunu bile bilmeden, “Bak oğul, okula gidip okur ve adam olursan, şu karnımdaki kızı sana yar ederim” dermiş.

 

Annem anlatırdı; ben doğduğum zaman beni beşiğe koyup avluda sallarmış. Güzel ve alımlı bir bebekmişim. Birgün Şivan gelmiş ve anneme, “Şimdi sen bu kızı bana mı vereceksin?” diye sormuş ve annem de, “Okuyup büyük bir adam olursan kız senindir” demiş. Şıvan elindeki değneği yere atıp, “Vallahi okula gidip okuyup büyük adam olacağım” demiş.

 

Bunun devamını önümüzdeki bölümde anlatırız. Biz de aranızdaki duygusal ilişkinin nasıl başladığını ve daha sonra neler olduğunu merak ediyoruz…

 

 

 

 

Yorumlar

Misafir olarak yorum yazın ya da daha etkili bir deneyim için oturum açın

Yorum yazın

Gerekli
Gerekli