Prof. Dr. Bilal Sambur, “DAİŞ’in önünde ve arkasında DAİŞ vardır” dedi.
Prof. Dr. Sambur, DAİŞ’in arkasında İngiltere, İsrail, Suudi Arabistan, Katar, Pakistan, Amerika, Almanya ve Fransa gibi ülkelerin olduğu iddiaları konusunda, şunları söyledi:
“DAİŞ’in arkasında hangi büyük güçlerin olduğu konusunda spekülasyonlar yapmak yerine, DAİŞ’i var eden ve besleyen ideolojik, dini, sosyal, tarihi, siyasi, psikolojik, kültürel ve küresel dinamiklerin çok boyutlu olarak analiz edilmesi gerekmektedir” dedi.
“Çözüm sürecini”nin derin bir kriz içinde olduğunu söyleyen Prof. Dr. Sambur, “Mevcut kriz halinden çıkış, tarafların çözümü ve çatışmasızlığı yeniden tek yapıcı seçenek olarak görmeleriyle mümkündür” ifadelerini kullandı.
Prof. Dr. Bilal Sambur, Rûdaw’ın sorularını yanıtladı
IŞİD nasıl bir yapıya sahip ve arkasındaki güçler kimler?
DAİŞ kendisi hakkında çok konuşulan, ama çok az anlaşılan bir yapıdır. DAİŞ, din adına küresel bir hegemonya kurma amacında olan, insanlara din adına dünyayı değiştirebileceklerini vaadeden, her ülkeye göre kendisini şekillendirebilen, farklı ülkelerden gelen insanları bedevileştiren ve Araplaştıran, Batı ve modernite karşıtı olduğunu iddia etmesine ragmen, İslam ve müslüman karşıtı bir yapılanmadır.
DAİŞ, merkeziyetçi katı bir yapılanma olmaktan ziyade, devlet olarak örgütlenmeye çalışan, yöneticilerine insiyatif imkanı tanıyan, yerel şartları dikkate alan, stratejisi ve politikaları olan bir olgudur. DAİŞ’in önünde ve arkasında DAİŞ vardır. DAİŞ’in arkasında İngiltere, İsrail, Suudi Arabistan, Katar, Pakistan, Amerika, Almanya ve Fransa gibi ülkelerin olduğu iddia edilmektedir.
DAİŞ gibi örgütlerin arkasında büyük güçlerin olduğunu iddia etmek kolaydır ve bu tür örgütleri büyük güçler üzerinden açıklamak çekici gözükmektedir. Ancak DAİŞ’i birtakım büyük devletlerin veya güçlerin projesi olarak görmek, bu olgunun sahici dinamiklerini anlamamıza yardım etmemektedir. DAİŞ’in arkasında hangi büyük güçlerin olduğu konusunda spekülasyonlar yapmak yerine, DAİŞ’i var eden ve besleyen ideolojik, dini, sosyal, tarihi, siyasi, psikolojik, kültürel ve küresel dinamiklerin çok boyutlu olarak analiz edilmesi gerekmektedir.
IŞİD’in Türkiye’yi hedef almasının arkasındaki yatan amaç nedir?
DAİŞ, kendisine hiçbir sınır çizmeyen, küresel düzeyde faaliyet göstermeyi ve hükmetmeyi kendi hakkı olarak gören bir yapıdır. DAİŞ, hükmetmediği her yeri küfür diyarı olarak değerlendirmektedir. DAİŞ ideolojisine göre Türkiye, Batılı devletlerin kuklası bir tağut (putperest) rejimidir.
Bu anlayışa göre İstanbul, küffarın elinde olan bir Konstantinopolis’tir. Konstantinopolis’in küffarın elinden alınarak yeniden fethedilmesini DAİŞ’in tekfirci ve yayılmacı ideolojisi zorunlu görmektedir. DAİŞ, ülkemizi sözde hilafet devletinin bir parçası haline getirmek için tehdit etmektedir. Filistin’de HAMAS’ı düşman olarak tehdit eden DAİŞ, aynı anlayışla Türkiye’yi de düşman olarak konumlandırmakta ve tehdit etmektedir.
Çözüm Süreci bitti mi?
Suruç katliamından sonra başdöndürücü derecede yıkıcı olaylar gerçekleşti. Mevcut durumda taraflar, çözüm sürecinin devam ettirilemeyeceğini ve anlamsızlaştığına dair açıklamalarda bulunmaktadırlar. Çözüm sürecininin derin bir kriz içinde olduğunu söylemek mümkündür.
Mevcut kriz halinden çıkış, tarafların çözümü ve çatışmasızlığı yeniden tek yapıcı seçenek olarak görmeleriyle mümkündür. Çözüm süreçleri, krizlerle ve gerilimlerle dolu süreçlerdir. HDP’nin Erdoğan ve AK Parti karşıtlığını kendi siyasi söyleminin merkezi konusu haline getirmesi, çözüm sürecine büyük zarar verdiği konusunda büyük bir algı sözkonusudur. HDP, çözüm sürecinde AK Parti ve Erdoğan’ın merkezi düzeyde aktör ve irade olduğu bilinciyle seçim sürecinde daha özenli davranabilirdi. 7 Haziran sonrasında HDP’nin hedef haline getirilmesi, önümüzdeki günler açısından çok önemli sorunlara neden olacaktır.
HDP-PKK Arasındaki ilişkiyi nasıl değerlendirebiliriz?
PKK’nın şiddet eylemleri HDP’nin siyasi alanını ve imkanlarını olumsuz yönünde daratmakta ve etkilemektedir. HDP’nin dayandığı sosyolojik ve siyasal taban ile PKK’nın sosyolojisi ve ideolojsi arasında büyük bir geçişkenlik sözkonusudur. Siyasi, sosyal ve güç dengeleri açısından HDP, PKK’nın eylemleri karşısında açık bir şekilde PKK karşıtı bir pozisyon alma gücüne sahip değildir. HDP içinde informel olarak Suruç katliamı sonrası asker, polis ve sivillere yönelik eylemlerden dolayı büyük bir rahatsızlığın olduğu söylenebilir.
Olası bir erken seçimde HDP’nin sandıktan nasıl bir sonuçla çıkacağını düşünüyorsunuz?
HDP’nin siyasi geleceğini, önümüzdeki dönemde yaşanacak sosyal ve siyasal gelişmeler belirleyecektir. Ortaya koyacağı siyasal performans, HDP’nin tabanında daralmalara veya genişlemelere neden olabilecektir. Olası bir erken seçim sonucunu şimdiden tahmin etmek anlamlı değildir. Elimizdeki tek veri, yapılmış olan 7 Haziran seçim sonucudur. 7 Haziran sonuçları bize HDP’nin önemli bir siyasal ve sosyal olguya dönüştüğünü, Türkiye’nin dört büyük siyasi partisinden biri olduğunu göstermektedir.
“Paralel Yapı”, Kürt hareketini destekleyebilir mi?
Paralel yapı, AK Parti ve Erdoğan’a karşı işbirliği yapabileceği herkesle ittifak kurmaktadır. Paralel Yapı’nın anlayışı, düşmanımın düşmanı dostumdur ilkesinde ifadesini bulmaktadır. Paralel yapı, AK Parti’nin siyasal düzeyde zayıflaması, toplumsal desteğinin daralması, Erdoğan’ın yalnızlaştırılması ve etkisizleştirilmesi için herkesle her yerde dolaylı veya dolaysız iş birlikleri içindedir. Paralel Yapı, seçim sürecinde AK Parti’nin tek başına iktidar olmaması için her türlü çalışmayı yapmıştır. Paralel yapı, Kürt hareketinin doğal düşmanıdır. Kürt hareketiyle somut bir ilişkisi yoktur. Ve de AK Parti’nin tek başına hükümet kuramamasından memnundur.
“Çözüm Süreci”nin ülkeye olumlu ya da olumsuz nasıl bir yansıması olmuştur?
Türkiye’nin normalleşmesi ve şiddetten arındırılması için AK Parti döneminde geliştirilen çözüm süreci girişimi, tarihimizin en büyük olumlu politikalarından biri olarak değerlendirilmeyi hakketmektedir. Çözüm süreci ile birlikte ülkede büyük bir rahatlama olmuş, insanların geleceğe umutla bakmaları mümkün olmuş ve en önemlisi akan kan durmuştur.
Çözüm sürecinin en pozitif tarafı, uzun süreden beri kanın akmamış olmasını sağlamasıdır. Çözüm sürecini, çatışma süreciyle birlikte değerlendirdiğimizde yapılanın değerini çok daha iyi anlayabiliriz. Çatışma sürecinde oluk gibi kanın akması, insanlar ve toplumun içine kapanması ve büyük acılar yaşanması, ekonomik ve sosyal maliyetlerin ağırlığı gibi faktörler dikkate alındığında çözüm süreci, karşımıza böylesine ağır bir tablonun uzun sure çıkmasını engellemiştir. Çözüm sürecinin en önemli yanı, çatışmayı durdurması ve insan hayatının kaybına neden olmasıdır.
Süreçte HDP ve PKK’nin tutumunu nasıl değerlendirebiliriz?
Çözüm süreçlerine birtakım kazanımlar elde etmek için kullanılan taktiksel girişimler olarak bakılamaz. Herhangi bir tarafın, çözüm süreçlerini kendi taktiksel amaçları için kullanmaya çalışması halinde, süreç uzun vadede onun aleyhine dönmektedir.
Çözüm süreci tecrübesinden HDP ve PKK, siyasal ve toplumsal hegemonya kurmaya çalışmanın, otoriter ve totaliter eğilimlerle faaliyet yapmanın, Kürt toplumu üstünde tekel kurmaya çalışmanın, kendisinden olmayanı ötekileştirmenin aksine, aşırı özgüven ve kibrin yıkıcılığı konularında özeleştiri içinde olmalı ve yeni bir anlayışla sahici anlamda şiddetin değil, barışın tek seçenek olduğuna dair yeni bir anlayış ve girişim ortaya koymalıdırlar.
Çatışmanın kazananı yoktur, çünkü çatışma herkese kaybettirmektedir. Barışın ve çözümün ise kaybedeni yoktur. Çünkü, barış ve çözüm, herkese kazandırtmaktadır.

PORTRE / PROF. DR. Bilal SAMBUR
1970 yılında Batman’da doğdu. Yükseköğrenimini Ankara Üniversitesi’nde tamamladı. Doktorasını İngiltere Birmingham Üniversitesi’nde yaptı. Yıldırım Beyazıt Üniversitesi öğretim üyesidir. Sambur’un İngilizce ve Türkçe yayınlanmış birçok kitap ve makalesi bulunmaktır. Prof. Dr. Bilal Sambur; terörizm, demokrasi, küreselleşme, çoğulculuk, Kürt sorunu gibi konularda çalışmalarını sürdürmektedir.
Yorumlar
Misafir olarak yorum yazın ya da daha etkili bir deneyim için oturum açın
Yorum yazın