Röportaj: Yado Ciwan
Kürt yönetmen Rezan Yeşilbaş’ın “Bêdeng” (Sessiz) adlı filmi 2 yıl önce Cannes Film Festivali’nde kısa film dalında Altın Palmiye ödülünü almıştı. Film, geçen ayın başında da Almanya’nın başkenti Berlin’de Spracihenatelier salonunda gösterildi. Kürt yönetmen Yılmaz Güney’den 30 yıl sonra Cannes’da ses getiren Rezan Yeşilbaş, filmde 1984 yılında kocası hapiste olan, üç çocuğuyla beraber Diyarbakır’da yaşayan bir Kürt kadınının yaşamını anlatıyor.
Yeşilbaş, Berlin’deki gösterimden sonra Rûdaw’a konuştu.
Nasıl yönetmen olmaya karar verdiniz?
Eskiden beri gelecekle ilgili meslek planlarım vardı. Fakat bir sanat dalı seçimi kararım yoktu. Askerde olduğum vakit, sinemayla ilgilenmeye karar verdim. Sinemanın önemli oluşu ve toplum üzerindeki etkisi bu kararı almamda etkili oldu. 30 yıldan fazla çalışan biri etki yapabilir. Örneğin Yılmaz Güney’de şunu gördüm ki, insan bir şeyi isterse mutlaka yapabilir. Bu yüzden sinema bölümünü okumaya karar verdim. Sonra Marmara Üniversitesi Sinema Bölümü’nü kazandım. Diplomamı aldım, şimdi de master yapıyorum.
Sinemayla ilişkiniz nasıl başladı?
Çocukluğumdan beri sinemaya tutkum vardı. Diyarbakır’da sinemada ilk filmi izlediğimde 8 yaşındaydım. Bir Rambo filmiydi. Film bittikten sonra da kendi kendime “Ben Ramboyum” dedim. Tabii o arada birkaç tane Yılmaz Güney ve Tarık Akan filmi izledim.
Ancak üniversiteye gittikten sonra sinemanın ne olduğunu anladım. Üniversitede gördüm ki Tarkovski, Bergman, Kurosawa varmış. Türk sinemasını da izledim. Orda Nuri Bilge Ceylan’ı, Zeki Demirkubuz’u ve Yeşim Ustaoğlu’nu keşfettim. Nuri Bilge Ceylan ve Zeki Demirkubuz’un işine hayran kaldım. Bu yüzden bu iki yönetmenle çalışmaya karar verdim. Benim için usta-çırak ilişkisi çok önemliydi. 6 yıl onlara ulaşmaya çalıştım ama ulaşamadım. Sonunda üniversite bitirme projesi olarak film hazırladım ve senaryoyla birlikte bir arkadaşım vasıtasıyla Zeki Demirkubuz’a ulaştırdım. Gelsin, tanışalım demiş. Görüştüğümüzde filmimi beğendiğini ve birlikte çalışmak istediğini söyledi. Sonra işe koyuldum ve ilk filmim “Kıskanmak” oldu. Yardımcı yönetmen gibi çalıştım. 5 yıldır birlikte çalışıyoruz. Ondan çok şey öğrendim.
Senin için bu isimleri diğer yönetmenlerden ayıran özellik nedir?
Bazıları film yapar, bazıları ise sinema. Bu kişiler de sinema yapıyor. Ben de sinema yapmayı seviyorum, film değil. Bir film çektiğimde, Fransız da, İspanyol da, Arjantinli de beni anlasın istiyorum. Tabii bunu Kürtçe yapmak istiyorum. Kürtçe benim anadilim ve ben annemin tarafındayım. Bahsettiğim kişiler bu işin uzmanı ve bu işin gerçekten nasıl yapılacağını biliyorlar. Eğer bizim tarafta, yani Kuzey Kürdistan’da iki tane Kürt yönetmen çıksa ve film çekse, onlar Kürt meselesini gerçekten ileri taşıyabilirler.
Sinemada görüntü mü daha önemli, içerik mi?
Birçok kişi film çekiyor ve doğrudan konudan bahsetmek istiyor. Sinema bunun için değildir. Konudan doğrudan bahsedildiğinde sinema anlamını yitiriyor. Örneğin Diyarbakır Cezaevi üzerine bir film yapmak istendiğinde ve işkence salonunu gösterildiğinde, bir zaman sonra o görüntüler daha fazla etki yapıyor ve durumu normalleştiriyor. Öte yandan benim için sinemada öykü görüntüden daha önemlidir. Ünlü yıldızların rol aldığı birçok film var. Fakat insana hiçbir şey katmıyorlar. Ama “Sarhoş Atlar Zamanı” filmi -ki filmde hiç ünlü oyuncu yok- çok başarılı bir filmdir. Çünkü öyküsü çok güçlüdür.
Şimdiye kadar hep kısa filmlerde yönetmenlik yaptınız; “Hüküm”, “Sessiz”. Başka bir tane de yolda. Üç filmde de başrolde kadınlar var. Neden kadınlar?
5-6 yaşlarındayken hayatımda üç kadın vardı: Annem, ninem ve halam. O zamanlar babam cezaevindeydi. O dönemin koşulları ve etkisi filmlerime çok etki ediyor. Onun dışında da kayıpları, yorgunluğu ve zayıflığı hissediyorum. Bu yüzden öykülerimin kahramanları kadınlar olsun istiyorum.
Yılmaz Güney’den 30 yıl Cannes’da ödül aldın. Neler hissettin?
Doğrusu benim için çok önemliydi. Güney sinemanın ustasıdır. Ondan sonra bu ödülü alan olmamıştı. Sonraki 30 yılda iki ödül verilmişti, ikisini de Kürt yönetmenler almıştı. Bu hem Kürtler için hem Türkler için çok önemli. Kürtler şimdiye kadar Türkiye’ye çok başarı getirdi ama Türkler, Kürtler için hiçbir şey yapmadı. Biz onlara Yaşar Kemal’i, Ahmed Arif’i ve Cemal Süreyya’yı sunduk ama onlar yapmadı. Bu isimler onların edebiyatını edebiyat yaptı. Kürtler onlara çok destek oldu. Belki yeri değil ama bunlar Kürt’tür. Sinemada da iki Kürt Türkiye’ye Altın Palmiye ödülünü getirdi. İki yıl önce Nuri Bilge Ceylan hoca, bir ödül aldı, o da çok önemliydi.

REZAN YEŞİLBAŞ / PORTRE
1977 Diyarbakır’da doğdu. Ortaokulu ve liseyi dışardan bitirdi. 2008’de Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sinema-TV Bölümü’nden mezun oldu. Hüküm (2008) ve Bêdeng (Sessiz) (2011) adlı kısa filmleriyle çeşitli festivallerde yarıştı. Bêdeng adlı kısa filmiyle Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye Ödülü’nü aldı. “Kadın Üçlemesi”nin ilk filmi Hüküm de pek çok festivalde gösterildi ve çeşitli ödüller aldı. Zeki Demirkubuz’un Kıskanmak (2009) filminde yapım sorumlusu olarak görev aldı. Ardından yapımcılığını Hüseyin Karabey’in üstlendiği, altı farklı ülkeden yönetmenin yer aldığı Unutma Beni İstanbul (2010) adlı projede çalıştı. Son olarak yine Zeki Demirkubuz’un yönettiği Yeraltı (2012) filminde yönetmen yardımcılığı görevini üstlendi.
Yorumlar
Misafir olarak yorum yazın ya da daha etkili bir deneyim için oturum açın
Yorum yazın