Alparslan Kuytul: Kürtlerin, verdiği kadarıyla yetinmediğini düşünen devlet, çözüm sürecini bitirdi

Aslen Ağrı’lı olan Alparslan Kuytul, 1965 yılında Adana’da dünyaya geldi. Kuytul, Çukurova Üniversitesi Mimarlık Mühendislik Fakültesi İnşaat Mühendisliği bölümünden mezun olduktan sonra Mısır’da El-Ezher Üniversitesi İslam Hukuku Fakültesi’nde eğitimini tamamladı.

1994 yılında Adana’da kurmuş olduğu Furkan Eğitim ve Hizmet Vakfı ile İslami eğitim faaliyetlerine başlayan Kuytul, sosyal medya ve Youtube hesabı üzerinden yaptığı bazı açıklamalarından dolayı 30 Ocak 2018 tarihinde, 4 “terör örgütüne üye olmak” suçlamasıyla tutuklanıp Bolu F Tipi Cezaevine gönderildi. 22 aylık tutukluluğunun ardından 5 Aralık 2019 tarihinde serbest bırakıldı ve hakkındaki “örgüt üyeliği” suçlamasından beraat etti.

Alparslan Kuytul’un kurucu başkanlığını yürüttüğü Furkan Eğitim ve Hizmet Vakfı'na, 2 Şubat 2018 tarihinde kayyum atandı. Hakkında açılan 10 davanın 5’inden beraat eden ve halen hakkında devam eden 4 davanın olduğunu dile getiren Kuytul, serbest bırakıldıktan sonra devamlı olarak sivil polislerin takibine maruz kaldığını  ifade ediyor.

Adana’da yayın yapan Furkan Nesli dergisi ofisinde, Rûdaw muhabiri Ömer Sönmez’in sorularını yanıtlayan Alparslan Kuytul, şahsı ve Vakfı üzerindeki baskıları, Furkan Vakfı’nın faaliyetlerini, Türkiye’de İslamcılığın gelmiş olduğu noktayı, AK Parti’ye olan muhalefet ve itirazlarını, Kürt meselesi, anadilde eğitim ve IŞİD benzeri örgütlere bakış açısı gibi çeşitli konularda görüşlerini dile getirdi.

Alparslan Kuytul ile röportajın tam metni;

Rûdaw: Öncelikle röportaj talebimizi kabul edip, bizi burada ağırladığınız için çok teşekkür ederiz.

Estağfurullah.

"DERİN DEVLET YARGIYA DA, EMNİYETE DE, HÜKUMETE DE BASKI YAPABİLİYOR"

Rûdaw: Uzun bir süredir şahsınıza ve Furkan Vakfı’na yönelik iktidarın ve yargının bir baskısı söz konusu. Hatta bir süre hapiste yattınız, Vakfınıza kayyum atandı. Bunun sebebleri ne, neden size ve Vakfınıza yönelik bu baskılar uygulanıyor? Özellikle “siyah gözlüklüler” mevzusunu dile getiriyorsunuz, kim onlar, derin devlet mi?

Öncelikle şunu belirteyim, bize yönelik baskı 2014 yılının başlarından itibaren başladı. 17-25 Aralık 2013 operasyonundan sonra aslında devlet bütün cemaatlere karşı çok daha hassas davranmaya başladı. Ve hepsini zayıflatma kararı aldıkları kanaatindeyim. Yani bir merkezde tüm cemaatleri zayıflatma ve geriletme kararını verdiler.  Ve bunun sonucu olarak da, 2014 yılının başından itibaren bize de baskı başladı. Aşağı yukarı tam 8 yıldır bu baskı devam ediyor. Bunun sebebi olarak, ben gerek mahkemelerde sözlü ve yazılı olarak, gerekse de diğer konuşmalarımda da görebilirsiniz. Bize yapılan baskının temelde 3 sebepten ötürü yapıldığı kanaatindeyim. Birincisi, biz Allah’ın dünyasında Allah’ın dediği olmalı diyoruz. “La İlahe İllalah’ın” halkın anlayacağı tercümesi budur aslında. Yani Allahtan başka otoritenin olmaması. Buna bağlı olarak da biz medeniyetimize dönelim diyoruz. İslam düşmanlarının rahatsız olduğu husus bu. İkinci sebep ise hükümetin rahatsız olma sebebi de; hükümete yapmış olduğumuz bir takım eleştiriler.  Yani bu eleştirilerden dolayı üzerimize gelme kararı verdiler. Üçüncü sebep ise; “siyah gözlüklüler” dediğim derin devletten bahsediyor olmam derin devleti rahatsız ediyor. Çünkü derin devletin en çok nefret ettiği şey deşifre olmaktır. Çünkü onların gücü derin olmaktan dolayı kaynaklanıyor. Kimsenin onları bilmemesinden dolayı onlar istediklerini yapabiliyorlar. Derin devlet yargıya da, emniyete de, hükumete de baskı yapabiliyor.

“SİYAH GÖZLÜKLÜLER DERİN DEVLETTİR”

Rûdaw: İktidar üzerinde belirli bir güçleri ve etkileri var mı ve bir koalisyondan mı bahsediyorsunuz?

Evet, koalisyon var. Koalisyon olmasa da aslında derin devlet hep var. Aslında bugünün sorunu değil, uzun asırların sorunu. Derin devlet hep var. Özellikle de Cumhuriyet yıllarından itibaren. Çünkü bir devlet var, bir de hükümet var. Devlet denilen yapı aslında kimsenin ne olduğunu bilmediği bir yapı. Hükümeti biliyoruz. Çünkü hükümet halktan oy alıyor ve halktan yetki aldığı için bir meşruiyeti var. Fakat devlet denilen gizli yapıyı, biz devletiz diyenleri kimse bilmiyor. Bunların nasıl çalıştığı ve kimler olduğunu kimse bilmiyor. Her tarafta yerleştirilmiş elemanları var. Ve bunlar bu elemanlar sayesinde adliyeye de, hükümete de, bürokrasiye de hükmediyor. Her tarafta varlar. O yüzden de bunun ortaya çıkmasını istemiyorlar. Ortaya çıktıkları zaman insanlar anlayacaklar, demek ki bir tek hükümet yok, bir de bazı kendine devlet diyen bazı derin güçler var. Bunlardan bahsedince tabi canları sıkıldı.

“IŞİD BENİ ÖLÜMLE TEHDİT ETTİ”

Rûdaw: İlginçtir, sizi 4 ayrı silahlı örgüte üye olmakla suçlayıp cezaevine gönderdiler. Yanılmıyorsam 22 ay kadar hapiste tutuklu kaldınız. Sonrasında ise size isnat edilen suçlardan beraat ettiniz. Hakkınızda açılmış davalar ne durumda?

4 ayrı örgüt diye başladılar; PKK, FETÖ, DAİŞ ve El-Kaide. Bunların hepsine üyelikten başladılar. Bundan sonra çok komik duruma düştüklerini fark ettiler. Medyada, özellikle de sosyal medyada rezil oldular. Bunun üzerine ikiye indirdiler.  DAİŞ ve El-Kaide’yi iptal ettiler. Çünkü DAİŞ beni ölümle tehdit etti.  Adana Emniyeti 4 kez gelip benden imza istediler, hakkınızda ölüm tehdidi var, benden koruma isteyip istemediğimi sordular. Şimdi böyle bir durumda ben DAİŞ’in propagandasını yapmam ya da üye olmam ihtimal dâhilinde değil. Rezil oldular ve onları iptal ettiler. PKK ve FETÖ üyeliğini bıraktılar daha sonra. Onları da üyelikten çıkartıp FETÖ’ye yardım, PKK’nın da propagandası şekline çevirdiler.

Rûdaw: Peki, PKK'nin propagandasını nasıl yaptığınız iddia edilmişti, nasıl suçlanmıştınız?

Yani yaptığım bazı konuşmalardan ötürü. Ben hükümetin yaptığını eleştiriyorum, onlar diyorlar ki, ‘hükümeti eleştirince PKK’nın propagandasını yapmış oldu.’        O zaman kimse eleştirmesin. Bu nasıl bir mantık, böyle bir mantık var mı? Propagandanın manası şudur; “yapılmış olan gayri meşru, yasal olmayan eylemi övmek, onu meşrulaştırmak ya da onun flamasını taşımak” gibi şeylerdir. Propaganda budur. Ben böyle bir şey mi yaptım?  Onlara da yapmış olduğum bir takım eleştiriler var. Haksız yere bir sürü insanı öldürme olayları, masum insanların öldürülmesi. Tabii ki bizim bunları kabul etmemiz mümkün değil. Ben bunları defalarca anlatmış olmama rağmen beni de defalarca aynı suçtan suçladılar. Ama çok şükür hepsinden de beraat ettim.

“YAPILAN HUKUKSUZLUKLARI AİHM’E TAŞIMAYI DÜŞÜNÜYORUZ”

Rûdaw: Şuan hakkınızda açılmış hangi davalar devam ediyor. Ve iç hukuk yolları tükendikten sonra size yönelik bu davaları AİHM’ye taşımayı düşünüyor musunuz?

Hakkımda 10 tane dava açıldı, 5 tanesinden beraat ettim. Bir davadan ufak bir ceza verdiler. Yatarı olmayan bir ceza. Bir basın açıklaması yapmak için Erzin’e giderken Emniyet otobanı kesti. Orada olan olaylardan dolayı, benim hiçbir kabahatim olmamasına rağmen, yapan Emniyet olmasına rağmen bana ceza verdiler. Onun dışında 4 dava devam ediyor. Bunlar içinde en önemlisi suç örgütü davası. Bize terör örgütü diyemedikleri için bir şey demeleri gerekiyor. Bunca insanı suçlayabilmek ve yeri gelince operasyon yapabilmek için bir zemin gerekiyordu. Terörle alakamızın olmadığını tüm Türkiye biliyor, çünkü herkes biliyor ki ben hocayım.

Benim terörle alakam olamaz. Onun için işte bunlar vakıftı, o zaman bunlara suç örgütü diyelim. Bunlar halktan para topladılar, bu parayla başka faaliyetler de bulunuyorlar deyip, bir suç örgütü üretmeye çalıştılar. O dava devam ediyor hala. Ve Allaha şükür iddia ettikleri her şey çürüdü. Ve mesela vakfı bastıkları zaman, yani 30 Ocak 2018 operasyonunda vakfın kasasında 314 bin TL gibi çok büyük olmayan bir para buldular. O günde yılda bir kere yaptığımız bizim infak toplantısı dediğimiz, yani bağış toplantısının sabahını bekliyorlar. Akşam toplantı yapmışız, sabahında basıyorlar. Nasılsa daha paranın bir kısmının makbuzu kesilmemiştir diye düşünüp bastılar. Ve buldukları 314 bin TL’yi göklere çıkardılar, büyüttüler. Hâlbuki hepsinin makbuzu da daha sonra bulundu. Makbuzlar oradaymış almadan gitmişler. Emniyetin yöntemleri bunlar. Her şeyi orda bırakıyor. Ondan sonra makbuzu yok diyor. Bunların hepsi mahkeme sürecinde çıktı. Kayyum, savcıya telefon açıp burada bir sürü makbuz var, bunları neden almadınız diyor. Savcı bir daha polisleri gönderiyor. Oradaki evrakları topluyorlar. Rezil oldular. Bunun gibi bir sürü iddiaları vardı, mahkeme sürecinde hepsi çürüdü. Halen birkaç mahkeme bu şekilde devam ediyor ve kasıtlı olarak mahkeme süreçlerini uzatıyorlar. Mahkemelerimizi bitirmiyorlar. 22 Nisan 2017 Adana olayları olarak geçen basın açıklaması davamız 4 senedir sürüyor mesela. Mademki beraat olacak sonuçta, bari beraat olmasın süreç uzasın, olay soğusun diye düşünüyorlar.

Rûdaw: Sorumu tekrar edeyim iç hukuk yolları tükendikten sonra size yönelik bu tür haksız süreçleri AİHM’ye taşımayı düşünüyor musunuz?

Evet, bunu düşünüyoruz. Yani bunlar kimsenin yanına kalmamalı. Türkiye’de hakkınızı alamazsanız yani mecburen bu tür yerlere başvurmak zorunda kalırsınız. Kalkıp da neden Avrupa’ya şikâyet ediyorsunuz denilmemeli. İnsanlar bu tür durumlara düşürülmemeli. Evet, biz beraat ettik, ama mesela ben hapisteyken benim serbest bırakılmam için yürüyüş yapan, basın açıklamasında bulunan arkadaşlarımız için yüzlerce dava açıldı. Halen de açmaya devam ediyorlar. 30-40 tane dava için savcı soruşturmayı iptal etmiş. Yani toplamda hakkımızda 150 dava var. Yani bu kadar çok üzerimize gelip, bize dava açıyorlar. Biz sonuçta beraat ediyoruz ama sonuçta bunlar bizi yoruyor, bize masraf ve zaman kaybına yol açıyor. Bunlardan ötürü tazminat davaları açılabilir. Burada hakkımızı aldık aldık, alamazsak buradaki hukuk yolları bittikten sonra AİHM’ye de başvurulabilir.

“BİZ GÜNDEME DAİR SİYASİ AÇIKLAMALARDA BULUNUYORUZ”

Rûdaw: Furkan Vakfı hangi gibi faaliyetlerde bulunuyor? Gerçi şuan vakfınıza kayyum atanmış durumda. Sizi diğer İslami grup, cemaat ve vakıflardan ayıran farklılıklar nelerdir? Ve İslam coğrafyasında kendinizi daha yakın hissettiğiniz bir İslami grup, cemaat var mıdır? Bir de kendinizi Furkan Nesli olarak tanıtıyorsunuz, bu neye tekabül ediyor?

Vakfımıza 4 yıldır kayyum atanmış durumda. Kapısı kapalı, hiçbir faaliyete izin verilmiyor kayyum tarafından. Vakfın mahkemesi de devam ediyor, onu kasıtlı olarak bitirmiyorlar. Yani ne açıyorlar, ne de kapatıyorlar. Böyle bir sürüncemede bırakıyorlar.

Diğer sorunuza gelince, bizim farkımız nedir sorusu. Öncelikle şunu belirteyim; biz özellikle de bir fark meydana getirmeye çalışmıyoruz. Yani tüm Müslümanlar kardeştirler. İlla da farklı olmak doğru bir şey değil. Farklı olmak için özel bir gayret sarf etmeye gerek yok. Bizi biz yapan, bizi daha çok mücadeleye sevk eden Tevhidi bir hareket oluşumuzdur. Yani Tevhid davasını sürekli ön planda tutmamız, “La İlahe İllalah”ı halkın anlayacağı bir dilde anlatmamız; yani Allah’tan başka ilah ve otorite yoktur demektir. Bunun üzerinde durmamız bizi diğer cemaatlerden ayırıyor. Bizim gibi bu konu üzerinde duran bazı gruplar var ama cemaat ya da hareket düzeyinde pek yok. Bildiğiniz gibi Türkiye’de ekseriyetle cemaatler ve tarikatlar ibadet ve ahlak üzerinde duruyorlar. Ve gündeme dair hiçbir analiz yapmazlar. Yani memleket yansa bitse, memlekette bir süre insan zulüm yapılsa, haksızlık yapılsa konuşmazlar. Yani aslında ekseriyet için durum bu. İçinde böyle olmayan bir azınlık olabilir. Bizi onlardan ayıran biz gündeme dair de konuşmalar yapıp, gündemi takip ediyoruz. Biz siyasi analizler yapıyoruz. Çünkü insanlar Müslümanlardan bunu bekliyor. Hassaten de zulme uğramış bir insan ister ki Müslüman camiasından bir tepki gelsin.

“BİZ BİR HAREKETİN DEVAMI DEĞİLİZ, BİZ BU TOPRAKLARDA ÇIKMIŞ, BU TOPRAKLARA HAS BİR HAREKETİZ”

Rûdaw: Bu anlamda yakın hissettiğiniz ya da kendinizi devamı olarak gördüğünüz bir İslami cemaat ve hareket var mıdır? Örneğin, İhvan-ı Müslimin gibi etkilendiğiniz, bu anlamda kendinizi nasıl konumlandırıyorsunuz?

Biz elbette onların kitaplarını okuduk. Hasan El-Benna, Seyyid Kutup, Abdulkadir Udeh gibi isimleri okuduk elbette. Ama onlar dışında da Pakistan asıllı Mevdudi ve Türkiye’den Bediüzzaman Said Nursi gibi âlimleri de okuduk. Yani birçok hareket ve âlimden istifade ettik. Biz illa bunların devamıyız diye bir şey söylemiyoruz. Biz Kur’an-ı ve Sünneti esas alan Tevhidi bir hareketiz. Onlar da büyüklerimizdir, Allah rahmet eylesin. Hepsi bu davaya hizmet ettiler. Şunun devamıyız dediğimiz bir şey söz konusu değil. Çünkü zaten onların burada bir şubesi de yok. Biz bu topraklarda çıkmış, bu topraklara has bir hareketiz. Bu toprakların âlimleri de, başka devletlerin âlimleri de bizim hocalarımızdır. Biz bal arısı misali hepsinden istifade etmeye çalışıyoruz.

“RADİKAL HAREKET OLDUĞUMUZ İDDİASINI REDDEDİYORUZ”

Rûdaw: Size yönelik bazı eleştirilere geçmek istiyorum. Gençleri radikalizme yönlendirdiğinize dair bazı itham ve eleştiriler var. Bunları nasıl değerlendiriyorsunuz? Ve referanslarını İslam’dan alıp şiddet eylemlerine başvuran IŞİD gibi silahlı örgütlere bakış açınız nedir ve bu ithamlara ne diyorsunuz?

Bir kere biz radikal bir hareket olduğumuzu reddediyoruz. Biz Rabbani bir hareketiz. Radikal hareket ile Rabbani hareket arasında şöyle bir fark var; radikal hareketler ibadet ve ahlaka çok önem vermezler. Biz ise; iman, ibadet, ahlak, cihat bütün vitaminleri almamız gerektiğine inanan bir cemaatiz, bir hareketiz. Radikal olduğumuz iddiasını reddediyoruz. Biz radikalliği kabul etmeyiz. Radikaller ekseriyetle ölçüleri pek olmayan insanlar. İlimle de pek alakaları yok. Ne ilme çok önem veriyorlar, ne iman meselelerine, ne ibadet meselelerine ve ne de ahlak meselelerine. Bir tek cihat üzerinde duruyorlar, cihadı da ekseriyetle silahlı cihat olarak anlıyorlar. Dolayısıyla biz bunu kabul edemeyiz. Biz bütün vitaminleri vermemiz gerektiğine inanan bir hareketiz. Hepsi üzerinde duruyoruz. Silahlı bir hareket taraftarı değiliz, tebliğ çalışmaları yapıyoruz. Eğitim çalışmaları yapıyoruz. O yüzden biz rRbbani bir hareket olduğumuzu düşünüyoruz.

Diğerlerine gelince; silahlı ve bombalı faaliyetler yapan DAİŞ gibi hareketlere gelince, zaten ben onlarla ilgili görüşümü daha evvel açıklamıştım. Zaten o yüzden beni ölümle tehdit ettiler. Amerika Irak’tan çıkarken yerine bir şey bırakmak istedi. Ve DAİŞ’i meydana getirdi oradan giderken. Orada yaptığı zulüm yetmezmiş gibi bir de iç savaş çıkartmaya çalıştı. Böyle bir örgütü meydana getirdi. Onları eğitti, hazırladı ve onlara büyük silahlar teslim etti. Yani bir örgütün tankı olur mu? Helikopteri olur mu? Bir örgüt petrol rafinerisi işletebilir mi? Böyle bir kapasite olabilir mi yani bir örgütte. DAİŞ kısa bir sürede Irak’ın büyük bir kısmını aldı, sonra Suriye’ye geçti. Suriye2nin de büyük bir kısmını aldı. 55-60 devlet güya birleştiler ona karşı. Yıllarca onu mağlup edemediler güya. Halen de devam ediyor. Bunların hiç mi mermisi, silahı bitmiyor? Yani çok açık ki bir yerler tarafından destekleniyorlar. Bunların içinde belki birçok insan samimi olabilir, gençler samimi olabilir. Benim gördüğüm kadarıyla Amerika’nın yeni stratejisi, yani son 15- 20 yıllık stratejisi; dünyanın çeşitli yerlerinde çatışma bölgeleri meydana getiriyor. İşte Irak’ta, Suriye’de, Afganistan’da çatışma bölgeleri meydana getiriyor ve İslamcı gençleri ya da İslam medeniyeti isteyen gençler diyelim, onları oralara çekip, oralarda imha ediyor.

“KADINLARLA İLGİLİ GÖRÜŞÜM KİŞİSEL DEĞİL, İSLAM’IN GÖRÜŞÜDÜR”

Rûdaw: Bir diğer eleştiri ise, eski ve yeni bazı vaaz ve açıklamalarınızda kadınları giyim kuşam noktasında çok eleştirdiğiniz, erkekleri günaha sevk ettiklerine dair bakış açınıza dair. Öte yandan, Vakfınız içerisinde özellikle eşiniz Semra Hanım ve diğer kadınların da çok aktif olduklarını, programlar yaptığını görüyoruz. Kadınlar konusundaki bakış açınız hala aynı mı yoksa değişti mi?

Yani kadınların kılık kıyafetleriyle ilgili yaptığım açıklama benim kendi görüşüm değil, İslam’ın görüşüdür. Bu değişmez Allahtan gelen vahiy değişecek değil. Sonuçta hüküm aynı hükümdür. Elbette kadınlarımız İslam’a uygun giyinmelidir. Bu İslam’ın emridir, bunu ben değiştirecek değilim. Sadece İslam’da değil, bozulmuş olan Hristiyanlıkta ve Yahudilik de bile kadınlar örtünürler. O kısmı bozulmamıştır. Mesela rahibeler hepsi kapalıdır. Yani Allah’ın gönderdiği din aynıdır, İslam’dır.  Bütün peygamberlere gönderilen dinin adı İslam’dır. Burada bir farklılık yoktur ve başörtüsü ve kılık kıyafet kanunları vardır. Bunu biz değiştiremeyiz. Hz İsa (SA) da başını açan kadınların saçlarının kesilmesi gerektiğini söylüyor gönderdiği mektuplarda. Böyle bir tepki göstermek için.

Rûdaw: İslam'da tesettür, başörtüsü meselesi tartışmalı değil mi?

Hayır, hayır tartışma orada değil tesettürün farziyeti konusunda icma var. Bütün ulema ittifak halindedir. Tartışmaya açanlar aslında İslam’ı bilmeyen ve Laik kesim. Bunlar kendilerine göre bir din meydana getirmek istiyorlar. Tartışma konusu sadece yüz ve el gösterilebilir mi gösterilemez mi?

Rûdaw: Peki, Türkiye’deki güncel bir meseleyle devam edelim. Ekonomi meselesi var. Türkiye halkları ve Kürt halkını çok etkileyen mühim bir mesele olan ekonomik kriz var. Hatta bazı Kürt illerinde polis protestolara müdahalede de bulundu. Mesela siz elektrik faturanızı ödememeyi düşünüyor musunuz?

Şimdi ben evvela şunu belirteyim. Bundan 6-7 yıl önce önceydi sanıyorum. Bu millet yapılan her haksızlığa karşı susuyor. Bunun tokadını yiyecek demiştim. Allah böyle bir millete iki şekilde ceza verebilir. Allah en iyisini bilendir ama ben bir insan olarak, Kur'an'dan okuduğumu anladığımı söylüyorum ya bunlara terör cezası verir, iç savaş çıkar. Böyle cezalandırır, bazı bilgilere dayanarak bunu söylüyorum.  İkincisi de ekonomik kriz meydana getirir.  Terörü istemeyiz sonuçta bizim insanımız yine ölecektir ama ekonomik kriz için ben Allah'a çok dua ettim. Yani 6-7 sene içerisinde, bilmiyorum sayısını kaç defa dua ettiğimi bilmiyorum. Ya Rabbi bu millet anlamayacak,  ekonomik kriz yarat diye ben çok dua ettim. Bu beddua değil duadır. Milletin iyiliği için.

“EKONOMİK KRİZ NETİCESİNDE İKTİDAR DEĞİŞİKLİĞİ OLABİLİR”

Rûdaw: Bu ekonomik kriz neticesinde bir iktidar değişikliği olabilir mi?

Yani şu an görünen de odur. Bu kriz sonucunda iktidarın ve destekleyicilerinin oyları azalmıştır. Eskiden yüzde 52 oy ile iktidar oldular, şu anda ise yüzde 30’larda olduğu söyleniyor. Hepsinin toplamı, yani MHP-AKP’nin toplam oylarının yüzde 30’larda olduğu söyleniyor. Yani biz zaten halkın içindeyiz, halkın artık vazgeçtiğini artık desteklemediğini görüyoruz. Yani bu iş sonuçta ekonomik kriz olmadan olmayacaktı ve kriz oldu. Sonunda millet anlamaya başladı. Bu aslında kötü bir şey. Millet aslında Kur'an'a dayanarak bazı eleştiriler yapmalıydı millet aslında. Millet yapılan zulümleri görmeli o yüzden eleştirmeliydi. Haksızlıkları görmeli oradan eleştiri yapmalıydı. Bir Müslüman olarak eleştirmeliydi, onu yapmadılar. Şimdi ekonomik kriz ceplerine dokununca eleştiriyorlar, bu güzel bir tavır değil aslında; ama başka türlü anlamayacaklardı. Allah da bunu verdi.

 “CHP İLE HİÇBİR ALAKAMIZ YOK”

Rûdaw: CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ve bazı Cemevleri, yüksek zamlardan dolayı bundan elektrik faturalarını ödemeyeceklerini dile getirdiler. Şahsınız ve başkanlığını yaptığınız Furkan Vakfı olarak elektrik faturalarınızı ödememeyi düşünüyor musunuz?

Yani öyle bir karar almış değiliz. Ama belki böylesi konularda bir siyasi parti gibi davrandığımız zaman nasıl bir damgayla damgalanacağımız biliyoruz. Çünkü diyecekler ki demek ki bunlar AKP’yi bu yüzden eleştiriyorlarmış, bunlar CHP’liymişler. Bunu diyeceklerinden adım gibi eminim. Yani o yüzden belki tepki olarak böyle bir tavır ortaya konulabilir ama bunun böyle bir sonucu olacaktır. Çünkü bunlar damga vurma konusunda uzman olmuşlar. CHP ile hiçbir alakamız olmamasına rağmen, bir akrabam CHP’de belediye başkanı diye “acaba CHP’li mi” diye söylentiler çıkardılar. Ama CHP ile hiçbir alakamız yok.

 “AK PARTİ’YLE BİRLİKTE İSLAMİ CAMİA DEVLETÇİ VE MİLLİYETÇİ OLDU”

Rûdaw: Siz haftalık açıklamalarınızda ve sosyal medya paylaşımlarınızda; siyasi, iktisadi, İslami, yönetim ve özellikle de adalet konusunda iktidar partisi olan AK Partiyi çok eleştiriyorsunuz. Son 20 yılda Türkiye’yi muhafazakâr ve İslami gelenekten gelen bir parti ve kadroları yönetiyor. Dinin siyasete alet edildiğini de görüyoruz. 15 Temmuz sonrası da İslami cemaatlere bir mesafe söz konusu. Hatta yapılan araştırmalarda gençlerin deizme yöneldikleri ortaya çıkıyor. Muhafazakâr bir partinin yönettiği bir Türkiye’de İslami açıdan ne gibi sonuçlar ortaya çıktı, artı ve eksiklikleri nelerdir? Özellikle olumsuz yönde ne gibi sonuçlar doğurdu.

Vallahi ben AKP iktidarının birkaç meseleden başka bir şey başardığını göremiyorum. Başörtüsü meselesi gibi bir iki şey haricinde. Bazı konularda mesafe alındı ben o zamanlar da tebrik etmiştim, başörtüsüne izin verilmesine.  Onun dışında işte İmam Hatiplere yapılan haksızlığın ortadan kaldırılmasında gibi birkaç konuda bir başarı var ama ben onun da yine devletin izniyle olduğu kanaatindeyim. Yani hükümetin yaptığı değil. Sadece devlet denilen mekanizma müsaade etmeseydi hükümet onu yapamazdı. Çünkü Tayyip Erdoğan hiçbir zaman başörtüsü meselesini halledeceğim diyemedi. Seçim zamanında da bu konuda söz vermedi. Demek ki devlet denilen mekanizmaya baktı. Onlar müsaade etmezse bunu yapamayacağını biliyordu o sözü de vermiyordu. Demek onlar izin verdiler ve halloldu mesela. Onun dışında bakıyoruz İslam'a nasıl bir faydaları oldu? Yani benim gördüğüm kadarıyla belki bazı kimseleri bazı yerlere yerleştirdiler. O da ne kadar hayırlı oldu?.. Bakıyoruz yani İslami dünya daha çok dünyevileşti. Mevki makam peşinde koşturanlar çoğaldı, Allah için koşanlar, yorulanlar azaldı, zenginleşenler çoğaldı. Yani bu İslam'a hizmet değil tam tersi cemaatleri bitirme bu aslında. Diğer taraftan da birçok zulümler yapıldı. İslami bir parti gibi göründükleri için. Ama öyle değiller. Çünkü laikliği tavsiye eden, laikliği benimseyen bir Erdoğan var karşımızda. Laikliği tavsiye eden bir insan var. Gidip Yemen'de, Mısır'da şurada burada laikliği tavsiye eden bir partiye İslamcı parti denilemez. Yaptıkları İslam'a mal oluyor, bu kabul edilemez.

Rûdaw: Bu süreçte İslami camianın milliyetçiliğini, devletçileştiğini müşahede ediyoruz. Bunu nasıl okuyorsunuz?

Evet, bu da yine AK Parti ile başladı. Yani devlet denilen mekanizma aslında ufak meselelerle uğraşmaz. Yani Türkiye'nin ekonomisiydi, yollarıydı, barajıydı… Bunlarla uğraşmıyor devlet. Devlet bu işleri hükümete bırakıyor, rejimle alakalı olmayan işleri hükümete bırakıyor. Devlet denilen mekanizma kendisi rejimi koruyor, kendi saltanatını devam ettiriyor. Bir taraftan vatanı milleti korurken bir taraftan da kendi saltanatını koruyor. Bunlar aslında bazı kararlar da veriyor, hükümet o kararları uymak zorunda, onları uyguluyor hükümet. Yani eğer AK Parti döneminde deistler çoğaldıysa bu Ak Parti'nin istediği bir şey değil. AK Parti dindar nesil dedi ama onu başaramadı. Devlet denilen mekanizma buna müsaade etmiyor.

DEVLET KÜRTÇE ANADİL EĞİTİMİNDEN KORKUYOR”

Rûdaw: Kürt meselesine geçmek istiyorum. Kürt meselesi hakkında yapmış olduğunuz açıklamalar da çokça konuşuldu. Çözüm sürecinde, gelin Kur’an-ı hakem yapalım ve Kürt meselesini çözelim ifadelerini kullanmıştınız. Sizce Türkiye’deki Kürt meselesi somut olarak, yani anadilde eğitim, Kürtlerin özerkliği, statüsü, Kürtçenin resmi dil olması gibi konularda, nasıl çözülebilir ve eğer Kur’an hakem olursa nasıl çözülür?

Cevap öncelikle şunu belirteyim İslam ümmet anlayışını kabul ediyor, ırka dayalı devlet anlayışını kabul etmiyor. Kürt mü Türk mü Arap mı fark etmez. İslam’ın kabul ettiği şey dine dayalı medeniyettir, inanca dayalı medeniyettir. Irka dayalı medeniyet İslam'a göre gericiliktir. İslam ırkçılığı kabul etmiyor.

Rûdaw: Bu anlamda Türkiye gerici bir devlet midir? Çünkü Türkiye devleti, Türk ırkı ve milleti üzerinde bina edilip, kendisi dışındaki bütün milletleri yok sayan bir anlayış var.

Yani eğer ırkçılık yapılıyorsa, ırkçılık yapan her devlet gericidir. Çünkü İslam’dan evvel ırkçılık vardı bu onu özlemektir. Aslında tarih boyunca ırkçılık İslam toplumlarında olmazı, Batı toplumlarında oldu. Batı toplumları önce imparatorlukları uğruna sonra da ırkları uğruna savaştılar. Önceleri imparatorcuydular, sonra ırkçı oldular. Bu işin çözümü herkes ırkçılığı bırakacak. Türk Türkçülüğü, Kürt Kürtçülüğü bırakacak. Herkes Ümmet anlayışına sahip olacak. Ama şimdi bu uzak hedef. Yakın hedef de, kısa sürede bu nasıl çözülebilir peki?

Şimdi Kürtler de Müslümanız diyorlar, Türkler de öyle diyor Araplar da öyle diyor. O halde şu ülkede yaşayan insanlar olarak baktığımız zaman kısa vadede çözümü, madem hepimiz Müslümanız o halde Kur'an hakem olsun dedim. Kur'an'ı iyi bilen, sünneti iyi bilen, dünya çapında âlimler yani Türkiye dışından olsun hatta. Çünkü Türkiye'dekiler tarafgir olabilir, öyle suçlanabilirler.  Bir kısmı Türkçü olmakla suçlanabilir, bir kısmı Kürtçü olmakla. O yüzden Türkiye dışından âlimler toplansın, danışılsın. İslam'a göre bunun hükmü nedir denilsin. Mesela Kürtler bu hakları istiyorlar, bu hakları vermemiz gerekiyor mu, vermeyebilir miyiz, vermek zorunda mıyız diye sorulsun. Anadilde eğitim, yerinden idare, özerk bir sisteme geçilmesi gibi konularda İslam bunu kabul eder mi, etmez mi, yani Kürtler ne istiyorsa sorulsun. Ama öncesinde Kürtler de, Kürt hareketine mensup olanlar da, Türkler de, devlet de söz verecekler. Âlimler ne derlerse, madem her ikisi de Müslümanlarmış o zaman herkes söz versin. Âlimler Kur’ana, Sünnete göre nasıl bir cevap veriyorlarsa, İslam’ın görüşü neyse ona uyacağız diye. Bu sözü versinler. Ondan sonra âlimler görüşünü açıklasınlar. Devlet de, Kürtler de onlara uysunlar. O zaman Kur’an hakemliğinde bir sulh olabilir, silahlar susar, kardeşlik olur. Çünkü Kürtler de, Türkler de müslüman.

Rûdaw: Yani Türklerin sahip olduğu bütün haklara Kürtler de sahip olmalı mı diyorsunuz?

Eğer âlimler, bu işin uzmanları dünya çapındaki insanlar bir memleketteki tüm Müslümanlar; Türk’ü, Kürt’ü Arap’ı hepsi eşit haklara sahiptir, hepsi de kendi anadilinde eğitim yapabilir diyorsa, o zaman devlet de ona uymalı. Yok, öyle değil şöyle durumlardan dolayı anadilde eğitim uygun olmaz derlerse ona uyulmalı. Her iki taraf da bunun sözünü vermeli. Allah taraf tutmaz.

Rûdaw: Şuan Türkiye’de anadilde eğitim sadece Türkçe yapılıyor ve diğer dillerde eğitim yasak. Kürtçe sadece seçmeli ders olarak veriliyor. Hatta bu yıl Kürtçe seçmeli derslere yoğun bir katılım bekleniyor. Kürtçe seçmeli ders üzerine açıklamanız da vardı. Bu konuya dair görüşünüz nedir?

Yani Kürtçenin seçmeli ders olarak konulması bir aşama elbette.

“KÜRTLERİN, VERDİĞİ KADARIYLA YETİNMEDİĞİNİ DÜŞÜNEN DEVLET, ÇÖZÜM SÜRECİNİ BİTİRDİ”
Rûdaw: Kürtçe seçmeli ders Kürtçe anadilde eğitime götürür mü?

Anadilde eğitime götüreceğini sanmıyorum. Ben şunu ifade edeyim. Devlet sanki başından itibaren Kürtlere birtakım hakları, mesela ana Kürtçe şarkı türkü söyleme gibi, işte devlet eliyle bir televizyon açma gibi böyle bir takım şeyleri kabul etti, böyle bir karar verdi. O yüzden çözüm sürecini başlattı. Ama bunun yetmediğini görünce çözüm sürecini bitirdiler. Yani Kürtlerin daha fazlasını istediğini görünce, bunlarla olmayacağını anlayınca çözüm süreci bitirildi. Bence seçmeli ders olarak kalacaktır, anadilde eğitime götürmeyeceklerdir. Çünkü devlet bundan korkuyor. Niye korkuyor, yani bölünürüz diye korkuyor. Hâlbuki bizim çimentomuz İslam. Devleti laikliği ilan etmeseydi, çimentomuz İslam olarak kalsaydı aslında böyle bir korkuya gerek kalmazdı. Yani anadilde eğitim olur olmaz ayrı mesele ama olduğu zaman devletin korkusu ne, bölünürüz.  Bu korku var. Hâlbuki biz Müslümanız Türk’ü, Kürdü kız almış, kız vermişiz ama laiklik olunca İslam çimentosu kaldırılınca şimdi herkese Türk yapmak zorunda hissediyor devlet. Yani düşün mesela sabahın köründe, okullarımızda çocuklarımıza, Kürt çocuklarına Doğu ve Güneydoğu’da çocuklara ‘Türkü’m’ diye başlatan bir sistem. Türk’üm, doğruyum, çalışkanım…

Rûdaw: Hatırlarsanız “Andımız” çözüm sürecinde kaldırılmıştı.

Kaldırıldı ama bunu yıllarca yapmadılar mı? Biz de böyle bağırmadık mı çocukluğumuzda? Yalnız bunların besmelesi buydu. Türk’üm, doğruyum, çalışkanım… Bitirirken de sadakallahül azim der gibi Ne mutlu Türk'üm diyerek bitirirdiler. Bunu niye yaptı devlet? Çünkü herkesi Türkleştirmek istedi ama olmadı yani o bir çimento değil. Herkese Türkleştiremezsiniz ama halk zaten Müslüman. Müslüman çimentosunu kaldırmasaydılar böyle bir soruna, böyle bir korkuya gerek kalmazdı.

"BİZ BİR KÜRT HAREKETİ GİBİ ANLAŞILMAKTAN KORKARIZ"

Rûdaw: Türkiye’de çoğu İslami camianın Kürt meselesine mesafeli olduğunu biliyoruz. Genel olarak baktığımda size ve vakfınıza gönül vermiş insanların çoğu Kürt. Ancak buna rağmen Kürtçe ’ye dair bir çalışmanız yok. İnternet siteleriniz, Youtube kanallarınız, sosyal medya hesaplarınız ve derginiz var ama görebildiğim kadarıyla Kürtçe herhangi bir yayın ve çalışmanız yok, neden? Ve Kürtçe yayına başlamayı düşünüyor musunuz? Ayrıca, Kürtçe bilip bilmediğinizi de sormak istiyorum.

Yok bilmiyorum. Bununla ilgili bakın sadece Kürtçe eksik değil, İngilizce, Almanca, Arapça falan…Bunları da daha yeni yeni başlıyoruz. Bir program hazırlıyoruz. Otomatik çeviri ama güzel bir şekilde çeviriyor. Onun programını yapmaya çalışıyoruz. Yapıldığı zaman onu başarabilirsek Kürtçe de ona dâhil olur.

“DEVLET KÜRTLÜK ÜZERİNDEKİ BASKISINI DEVAM ETTİRİYOR”

Rûdaw: Şundan dolayı bu soruyu soruyorum. Yıllar önce Furkan Vakfının Diyarbakır şubesini ziyaret ettiğimde, bu Kürtçe eksiklik mevzusunu şube yöneticisine, ‘neden Kürtçe de yayın yapmıyorsunuz diye’ sormuştum. Çünkü çoğu Kürt idi. Cevaben de bana, “Hocamız şuan hazır değiliz, bunun zemini yok” demişti. Bu açıdan soruyorum, sizce bunun zemini oluştu mu artık?

Hayır, şu var. Bir insan Türkiye’de ben Kürdüm dediğinde ya da bir Kürtçe şarkı dinlediğinde, ya da Kürtçe bir yazı yazdığında derhal, “PKK’lı mısınız acaba” diye böyle bir soru akıllara geliyor. Yani Türkiye hala bu noktada. Aslında devlet de bunu sürekli baskı kurmak suretiyle devam ettiriyor. Yani bugün ülkede bir insan, ben Kürdüm dediği zaman, acaba PKK’cı mı yoksa diye bir korku oluşuyor insanlarda. Ve bu devam ediyor hala. Madem Diyarbakır’ı misal verdiniz, mesela biz Diyarbakır’da konferans verdiğimizde, bir iki tane Türkçe ilahi, bir iki tane de Kürtçe ilahi söylenmişti. Ama bizim normal ilahilerimizi edebi bir dil ile Kürtçe’ye çevirmek, aynı makam ile çevirmek zor oluyor tabii.

Rûdaw: Bu endişeleriniz giderilmedi mi? Çünkü devlet Kürtçe yayıncılık da yapıyor. Bazı üniversitelerde Kürt Dili ve Edebiyatı bölümü var. Ortaokullarda da Kürtçe seçmeli ders hakkı var. Tabii, öte yandan yer yer Kürtçenin engellendiğini, yasaklandığını da görüyoruz.

Evet devlet onu yapıyor, ama yeri geldiğinde engellemeler de yapıyor. Aslında devlet hala bu noktada aynı yerinde duruyor ve belki AK Parti yalnız olsaydı bu kadar olmazdı. Ama AK Parti ile MHP ittifak halinde oldukları için bu noktada hiçbir değişiklik olmadı Türkiye'de. Kürt hareketi gibi anlaşılmaktan korkarım. Biz İslami bir hareketiz. Diyoruz ki Allah'ın dünyasında Allah'ın dediği olur. Olsun, olduğu zaman zaten Allah Kürt'ün de Allah'ı, Türk'ün de Allah'adır.  Allah kimseye haksızlık yapmaz. Kürt’ün de hakkını, Türk'ün de hakkını alır, Arap da hakkını alır. Biz bunu savunduğumuz zaman aslında herkesin, tüm mazlumların hakkını savunmuş oluyoruz.

“SİYASİ PARTİ KURMAYI DÜŞÜNMÜYORUZ”

Rûdaw: Sizi diğer din hocalarından ayıran bir özellik de siyasi konularda fikirlerinizi açıkça ifade etmeniz. Siyasete atılmayı düşünüyor musunuz? Siyasi bir parti kurma gibi bir fikriniz var mı mesela, çünkü müntesipleriniz de hayli fazla ve gittikçe daha çok görünür hale geliyorsunuz.

Yok, böyle bir şey düşünmüyoruz. Çünkü parti ile bir yere varılacağına inanmıyorum. Ayrıca bir sürü taviz vermeniz gerekiyor. Yani bu devlet sizi parlamentoya sokarken evvela Atatürk ilkeleri ne inkılaplarına bağlı kalacağına, laiklikten ayrılmayacağına yemin ettiriyor. Böyle bir şey olabilir mi? Adamın farklı bir görüşü olamaz mı? Herkese yalan mı yalan mı söyleyecek?

Rûdaw: Seçimlerde oy kullanıyor musunuz?

Yok, oy kullanmıyoruz. Yani bir yere varılacağına inanmıyoruz.

Rûdaw: Yani bilinçli olarak boykot mu ediyorsunuz, yoksa başka bir gerekçeleriniz mi var?

Başka gerekçelerimiz var, boykot maksatlı değil. Seçim Peygamberi bir hareket tarzına uygun değil. Peygamberler Tevhid diyerek ortaya çıkarlar. Yani Türkiye’nin kalkınması, büyümesi gibi ideallerle ortaya çıkmazlar. Peygamberimiz, ben Büyük Arabistan devletini kuracağım, benim peşimden gelin demedi, ırkçılık yapmadı, ırk devleti kurmaya çalışmadı. Ya da devleti ben idare ederim demedi. O insanları İslam’a davet etti, Tevhidi anlattı. İnsanlara, Allah’tan başka ilahları reddedin, Allah’a kulluk yapın dedi. Partiler bugün bunu yapamıyor. Partiler laikliğe bağlı kalıp, yemin içmek zorunda. Partiler Kemalist olmak zorunda. Bu şekilde taviz vererek hiçbir peygamber hareket etmedi.

Rûdaw: Süremiz çok az kaldı. Şunu sormak istiyorum, Kürdistan Bölgesine gittiniz mi hiç, ya da gitmeyi düşünüyor musunuz? Oradaki gelişmeleri takip ediyor musunuz?

Irak’ı mı kastettiniz?

Rûdaw: Irak Kürdistan Bölgesi’ni?

Yok, oraya hiç gidemedim. Daha önce Hacca gitmiştik, oradan geçtim ama sadece otobüsle geçmiş olduk. Oraları bilmiyorum. Belki kısmet olur bir gün, Allah nasip ederse gideriz. Ama şu ana kadar gitmiş değilim. 

“İSLAM DÜNYASININ TEMEL PROBLEMİ TEFRİKA”

Rûdaw: Son sorum da şu şekilde; özellikle Suriye ve Rojava bağlamında, genel olarak da İslam âlemindeki gelişmeler karşısındaki bakış açınız nedir? Sizce bugün İslam coğrafyasının temel problemleri nelerdir ve bunları nasıl çözebilir?

İslam dünyasının temel problemi tefrika. Yani bizi parçaladılar. Tabi bunun da temelinde ne yatıyor? Biz ümmet idik. Ümmet olarak görevimizi yaptığımız asırlarda Allah bizi korudu, destekledi, bizi güçlendirdi, koca bir dünya devleti olduk. Ümmet olarak görevini yapmadığı son asırlarda, görevini terk etti, rahata meyletti, Lale devrine meyletti, dünya sevgisi kalbini kapladı, ölüm korkusu kalbini kapladı, bunun sonucunda Allah bizi parçaladı. Bunun çözümü bu idi ve Allah onu yapıyor. Yani nesiller inşa edecek ve sancağı onlara teslim edecek. 

Rûdaw: Bizi burada ağırladığınız ve sorumlarımızı cevapladığınız için çok teşekkür ediyoruz. 

Estağfurullah. Çok sağ olun, buraya kadar zahmet ettiniz, geldiniz bize bu fırsatı verdiğiniz için Allah razı olsun diyorum. Sağ olun, var olun.