DEM Parti Sözcüsü Doğan Rûdaw’a konuştu: Komisyon İmralı’ya gitmezse süreç eksik kalır
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde (TBMM) barış komisyonu kurulduğu ve çatışmalı sürecin sona erdiği günden bu yana Türkiye’deki tüm medya mutlaka açıklamalarına yer veriyor. O ise temkinli dili ve pozitifliğiyle barışın öncelenmesine yönelik cümleler kurarak hem iktidara hem topluma çağrıda bulunuyor.
O, sözlerine Kürtçe ve Türkçe “hoş geldiniz” sözcükleriyle başlamayı alışkanlık haline getiren Ayşegül Doğan.
Soyadından da anlaşılacağı gibi Ayşegül Hanım, bir dönemin etkili siyasetçilerinden Orhan Doğan’ın kızı. Aynı zamanda bir gazeteci. Şimdilerde Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Sözcüsü olarak görev yapıyor.
Rûdaw’a konuşan Doğan, çözüm süreciyle ilgili yürütülen tartışmalar, komisyonun İmralı’ya gidip gitmemesi, devletin değişen yaklaşımı, kendi siyasal sorumluluğu ve Kürt meselesinin geleceğine, Selahattin Demirtaş’ın tutukluluk hali, MHP ve AK Parti’nin çözüm konusundaki tavrı ve daha birçok konuda Rawîn Sterk’ın sorularına yanıt verdi.
Doğan, hem bir dönem milletvekili iken cezaevine konulan babası Orhan Doğan’a ilişkin anlatımlarda bulundu hem de geleceğe dair analizler yaptı.
DEM Parti Sözcüsü Ayşegül Doğan ile yapılan röportajda yöneltilen sorular ve verilen cevaplar şöyle:
Rûdaw: DEM Parti’nin sözcüsü olmak ne anlam ifade ediyor sizin için?
Ayşegül Doğan: Sözcü olmak tüm siyasi partilerde zor bir iş olsa gerek. Böyle düşünüyorum öncelikle. Ancak DEM Parti gibi bir siyasi partinin sözcülüğünü yapmak, adına kamuoyuna konuşmak, sözünü taşımaya çalışmak daha da zor. Tıpkı DEM Parti'li olmanın zorlukları gibi. Dem Parti vekili olarak da herhangi bir görevde yer almak halklara karşı taşıdığınız sorumluluk açısından baktığımızda hiç kolay değil. Umarım layıkıyla yapabiliriz ve yapmaya devam edebiliriz. En çok zorlandığım konulardan biri artık bu dejavu halindeki ısrarın sürüyor olduğunu görmek.
Rûdaw: Evet, sürekli bir kısır döngü.
Ayşegül Doğan: Evet. Kısır döngüden çıkmak bu kadar mümkünken aslında istersek kolaylıkla çıkabilecekken bir türlü buradan çıkılamıyor olması ve aynı döngü içerisinde devam eden hayatlarımız. Sanıyorum en çok zorlandığım şey genel olarak bu.
Rûdaw: Hazır kederden başlamışken belki birazcık daha sizi kederlendireceğiz. Rahmetli babanızın size bıraktığı anılardan belki. Bugünleri bekliyor muydunuz? Sizin siyasette yer almanızı ister miydi? Ne öğütlerdi size?
Ayşegül Doğan: Çok öğüt seven biri değildi babam. Öğütlemekten ya da telkinde bulunmaktan ziyade bizim hayat tercihlerimizde hep daha özgür, kendimizin karar verebileceği bir şekilde oryante etmeye, yönlendirmeye çalıştı. Tabii diyeceksiniz ki ne kadar vakit geçirdiniz ki? Ne kadar buna benzer sohbetleri yapabilecek zamanınız oldu. Biz hem çok yoğun yaşadık hem birlikte çok az kalabildik. Maalesef öyle. Babam ve arkadaşları tutuklandığında yani 1994 yılında 38 yaşındaydı. Tahliye olduğunda 48 yaşındaydı. 2007 yılında kaybettik kendisini. Yaşasaydı 52 yaşında olacaktı.
“Babam, ‘Demokrasi uğruna yattık, feda olsun’ diyordu”
Beni siyasette görmek ister miydi? Bu soruya yanıt vermek çok zor. Ama şunu biliyorum ki babam barışın mümkün olduğuna, bunu başarabileceğimize inanan bir insandı. Nitekim son sözleri de buna dönüktü. Hatta şöyle bir şey söyleyeyim size. Ulucanlar Cezaevi halka açıldıktan sonra onlar tahliye edildikten sonraydı. Kendisi oraya davet edilmişti. İşte bir jüri oluşturulacaktı. Hapishanenin neye dönüştürüleceğine dair bir tartışma yürütülüyordu. Ben de cezaevini ziyarete gittiğini bilmiyordum. Henüz biz gidip ne ben ne annem ne kardeşlerim hapishaneyi görmemiştik. Kaldıkları koşulları da bilmiyorduk. Bunları anlatmaktan da hicap duyuyor insan. Bu kadar çok haksızlığın, hukuksuzluğun yaşandığı bir ülkede. Gitmiş, orada çıkışta basın mensupları var. Sorular sormuşlar falan. Ben de akşam tesadüfen televizyon kanallarında zapping yaparken bir yerde kendisine denk geldim. “Ne hissettiniz?” diye soruyorlar babama. Babam diyor ki “Demokrasi uğruna yattık, feda olsun.” Eve geldi. Biz de dedik ki, “Baba ya niye ‘feda olsun’ dedin, biz feda etmiyoruz. Niye feda edelim?” O da kendisiyle ilgili bir tasarrufta bulunduğunu söyledi. Doğru bu bizim hayatlarımıza da sirayet ediyor. Tüm bunlar ama hakikaten genel bir çerçeveden baktığınızda Türkiye'de asgari demokratik standartların oluşabilmesi için feda edilmiş…
Rûdaw: Yıllar.
Ayşegül Doğan: Hayatlar. Adanmış ömürler ve beraberinde adanmış pek çok hayat, pek çok ömür demek. Yani bir kişinin hayatını çaldığınızda onunla birlikte sevdiklerinizin de hayatına dair başka bir rota belirlemiş oluyorsunuz maalesef. Muhtemelen bana da kalsın istemezdi. Bu meseleler çözülebilsin isterdi ki bunu her zaman ifade etti, söyledi. Ya da bizden sonraki kuşaklara kalsın istemezdi. Dolayısıyla onun adına cevap veremem ama şunu biliyorum ki hak mücadelesini sürdürdüğümüz, kendisinin açtığı yolu yürümeye devam ettiğimiz için ve en azından bugüne kadar ortaya çıkan, bunun için verilmiş gayreti korumaya çalıştığımız için mutlu olurdu.
“Kürt vekillerin yattığı cezaevine Hilton dediler”
Rûdaw: Cezaevlerine gidiş gelişlerinizde iyisiyle kötüsüyle aklınızda kalan, canlı duran ne var?
Ayşegül Doğan: Kız kardeşim ve erkek kardeşim henüz ilkokula başlamamışlardı. Bütün o yıllar içerisinde tabii küçük çocukları götürüp getirmek çok daha zor oluyor. Çok travmatik oluyor onların karşılaştıkları şeyler. Çünkü kapalı görüş; bizim açık görüş imkânımız çok sonra olabildi. Kapalı görüşüyorsunuz işte. Kapalı görüşmek, çocuğu taşımanız gerekiyor. Hem cam, hem parmaklık, hem altta bir tel örgü var. Sesinizi duyurmak, yüzünü görmek için kafanızı kaldırıyorsunuz. Bu kardeşlerimin özelde ve yine işte mesela Selim Sadak'ın küçük çocukları vardı. Hatta Emre'den bile küçük. Benim en küçük kardeşimden bile küçük. Onlar için de zor oluyordu. Dolayısıyla yani böyle zorluklar var. Fakat en çok zorlandığımız zamanlar, muhtemelen karşılıklı olarak zorlandığımız zamanlar Ulucanlar bir nevi revir gibi de kullanılıyordu. Türkiye'nin çeşitli yerlerinden hasta mahpuslar özellikle de siyasi tutsaklar Ulucanlar’a getiriliyordu. Ve Ulucanlar Cezaevi’nde de ya Leyla Zana'nın kaldığı koğuşta ya da babamların kaldığı koğuşta kalıyorlardı. Erkek mahpuslar babamların kaldığı koğuşta, kadın mahpuslar Leyla Zana'nın kaldığı koğuşta kalıyorlardı. Ulucanlar açıldıktan sonra gördük tabii biz koğuşların kapasitesini. Yok işte Hilton şartlarında kalıyorlar diye o dönem haberler yapıldı. “Hilton koğuşu” dendi. Hatta ben ziyarete gittiğimde arkadan böyle insanlar, tabii bilmiyorlar kim olduğumuzu, biz de herkes gibi ziyarete gitmiştik. Oradan konuşuyorlar işte. “Hilton koğuşuna doğru dümdüz ilerlerseniz gidersiniz Kürt milletvekillerinin yattığı yeri görürsünüz.” Hilton koğuşu dedikleri yeri herkes gidip görebilir. Gerçi şimdi onların orada kaldıklarına dair neredeyse hiçbir iz dahi bırakılmak istenmemiş. Halbuki uzun yıllar, on buçuk yıl geçti orada. Neyse, en zor anlardan biri şuydu: İşte o hasta mahpusların geldiği, onlar salı günleriydi bizim ziyaret günümüz. Salı günleri ziyarete de çıkarlardı, bize de bir merhaba verirlerdi. Onlar karşısında çok çaresizlik hissederdik. Niye çaresizlik hissederdik? Çünkü şartlar ve koşullar ne yazık ki onların sağlığa erişimi ya da tedaviye erişimini sağlamak için bizi çok zorlardı. Dört DEP vekilin yakınlarının tamamı için kendi yakınlarından çok o dönem karşılaştığımız bu tür durumların yarattığı ağırlık… Buna yanıt olamamanın verdiği çaresizlik ki çoğunu çözmeye çalıştık. El birliğiyle, dayanışmayla, güç birliğiyle, o ailelerin ve bizlerin katkısıyla. Ama inanın Ankara'da o yıllar bir avuç insandık.
“’Ayşegül Doğan, Rona Zana kalk ayağa’ dedikleri zamanları biliyoruz”
Rûdaw: Dışarıdaki hayatınızda Orhan Doğan'ın çocuğu olmanızdan kaynaklı ne tür can sıkıcı, ayrıştırıcı ya da kategorize edici yaklaşımlarla karşılaştınız?
Ayşegül Doğan: Gece mesela bir yerde bir çatışma haberi geliyor. Çok net hatırladıklarımdan biri mesela Güçlü Konak. Leyla Zana'nın oğlu da benimle aynı sınıftaydı. İkimiz aynı sınıftaydık. Sabah o çatışmanın müsebbibi bizmişiz gibi davranıyorlardı. Bunu yapan öğrencilerden ziyade öğretmenlerdi. Ve bize işte “Ayşegül Doğan, Rona Zana kalk ayağa” dedikleri zamanları biliyoruz. Buna karşı tabii ki mücadele ediyorsunuz ama bir yerden sonra mesela ben okula gitmemeye başladım. Geri dönmek istiyorum, ailemi ikna edemiyorum falan. Derken babam beni bir şekilde ikna etti burada kalmaya ve devam etmeye.
Rûdaw: Orhan Doğan'ın kızı olmanın hem bugün hem geçmişte size getirdiği o güven duyucu ya da gurur duyucu birkaç anıdan sonra güncel siyasete geçeceğim.
Ayşegül Doğan: Yine şöyle diyeceğim. Güvenden ziyade diyelim. Tabii ki bu bir güven. Bunu tarif etmek çok zor. Ama bu daha çok bir başka… Doğru kelimeyi arıyorum. Sorumluluk diyeceğim yine. Daha fazla sorumluluk yüklüyor. Daha büyük bir ciddiyetle yaklaşıyorsunuz. Çünkü çeşitli kimliklerin içinden sıyrılıp daha önce doğduğunuz kamusal alanın belki daha geniş ve pek çok insanın sorumluluğunu taşıdığınızı hissettiğiniz bir alanın içinde oluyorsunuz. Şimdi Şırnak milletvekilisiniz her şeyden önce. Bırakınız Orhan Doğan'ın kızı olma kimliğinin yanı sıra. Şırnak gibi bir bölgenin milletvekili olmak kolay değil. Şırnaklı insanların sözünü taşımaya çalışmak kolay değil, önce bunu söyleyeyim. Ayrıca bunun üzerine bir de şunu ekleyeyim. İnsanlar size şöyle bakıyorlar; çoğu yerde bununla karşılaşıyorum: “Sen aynı zamanda o babanın kızısın. Biz sana bu güven duygusuyla yaklaşıyoruz.”
Rûdaw: Bu da bambaşka bir sorumluluk.
Ayşegül Doğan: Tabii. Doğrudan bambaşka bir sorumluluk gerektiriyor.
Rûdaw: Peki. Yad etmiş olalım kıymetli Orhan Doğan'ı. Hepimizin, bizim kuşağın özellikle o görüntülerle büyüdüğü bir insan. Kürt siyasal hareketinin, Kürtlerinin yetiştirdiği en önemli aktörlerden biriydi. Buradan yad etmiş olalım minnetle. Bugün hiç kendinize siyasetteyken “Bana göre değilmiş sanki” dediğiniz oluyor mu?
Ayşegül Doğan: Teşekkür ederim, sağ olun. Buna tarih karar verecek sanıyorum. Bizi seçen insanlar, bize güvenen insanlar karar verecek. Ben henüz hiçbirimiz sanırım bunu bir meslek olarak görmüyorsunuz. Görmüyoruz yani bu bir meslek değil.
“Türkiye'de siyasetin alışageldiği bir dil var”
Rûdaw: Mücadelenin başka bir alanı.
Ayşegül Doğan: Bu bir meslek değil yani. Bunu böyle görenler, doğru görmeyenler olabilir. Ben bunu bir mücadele alanının parçası olarak gördüğüm için bugün buradayım. DEM Parti'de herkesin yaklaşımı böyle. Siyasetçi olmak Türkiye'de yoksun kaldığımız değerler uğruna mücadele etmek ve bunun içinde bazı bedelleri, bazı riskleri göze almayı gerektirir. En azından DEM Parti geleneği için bu hep böyle olageldi. Bugün de böyle. Dolayısıyla benim yaklaşımım da öyle. Ne yapabilirim? Daha fazla ne yapabilirim? Bunu niye eksik yaptım? Bunu çok daha iyi yapabilirdim gibi bazı muhakemeler içerisinde geçti bugüne kadar geçen yıllar. Dünün bir devamı olarak düşünüyorum ayrıca. Gerçekten ayırmıyorum. Bugün farklı bir alanda mücadele ediyoruz. Türkiye'de siyasetin alışageldiği bir dil var. Yerleşik kalıplar var, ezberler var. Bizler de bunlardan azade değiliz bu arada. Bizim de alışageldiğimiz, korumaya daha çok meyilli olduğumuz birtakım yerleşik kalıplarımız var. Çünkü yeniyi inşa etmek ve bunun yöntemini, dilini bulmak o alışageldiğinizi sürdürmekten daha zor.
Rûdaw: Giderek Ankara’da merkezileşen Kürt siyasal hareketinin tam da bu noktada, bugüne kadar muhalefet ettiği, o siyasal kalıplar, klasik Ankara yaklaşımları ki bugün artık devletle bir sorunu çözme eşiğindeyiz. O handikaba düşme ne kadar büyük bir tehlike ya da düşülüyor mu? Siz ne görüyorsunuz?
Ayşegül Doğan: DEM Parti’nin giderek merkezileştiğini düşünüyorum. Siyasetin genel olarak giderek merkezileştiğini düşünüyorsanız bu Türkiye'de hep bir sorundu. Yani işte o yüzden biraz önce biz “meslek olarak görmüyoruz bunu” deme ihtiyacı hissettim. Çünkü normalde zaten böyle görülmemesi gerekir. Böyle de değildir. DEM Parti giderek merkezileşen bu siyasete dair kendisine pay çıkardı 2023 seçimlerinden sonra. Bir eleştiri-öz eleştiri süreci başlattı. İl, ilçe değerlendirme toplantıları, halk buluşmaları yaptı. Böyle hani kâğıt üzerinde öylesine saptanmış, planlanmış birtakım buluşmalar değildi. Gerçekten hemen her şeyin yeniden konuşulduğu ve yeniden bir yol haritası ortaya çıkarılırken, bunun yalnızca merkezden değil yerelden belirlenip merkeze ulaşacağı bir planlama ile gidildi. Böyle bir sahicilik ile gidildi sahaya. O gün bugündür, şunu da çok samimiyetle söyleyebilirim ki DEM Parti Ankara'dan çok yerelde, sokakta, alanda, mahallelerde, evlerde. Ama yaşadığımız olan haksızlıkları da görmek gerekiyor bir yandan. DEM Parti’nin tutuklu üye sayısına bakarsanız, DEM Parti'nin sürgündeki üyelerine bakarsanız, DEM Parti'de üye olup, parti meclisinde olup, MYK'da olup ya da seçilmiş ya da seçilmemiş, gönüllüsü olan insanlarla ilgili bile soruşturma-kovuşturma var bugün bu ülkede. Zaman zaman bu mücadele alanında karşısında mücadele ettiğiniz durumların size de sirayet ettiği haller ve buna karşı da mücadele etmenizin gerekliliği ortaya çıkabiliyor. Bunu zaten kabul ediyoruz. Bunu bugüne kadar hemen tüm DEM’li yetkililer, bundan öncekiler de sorulduğunda kabul ettiler. Ama buna karşı mücadele yalnız DEM Parti’nin mücadelesi olmamalı. Fark koyuyoruz.
Rûdaw: Bütün bu süreç DEM Parti ve bileşenleri açısından ne getirip götürüyor? Var mı içeride başka tartışmalar?
Ayşegül Doğan: Tabii ki bizim farklı tartışmalarımız var ve iyi ki de var. Yani bu tartışmaların olmasını arzu ettiğimiz, teşvik ettiğimiz, farklı siyasal görüşlerin biraradalığına dair bir mücadele verdiğimiz için bugün DEM Parti’nin bunu daha da büyütmesi gerektiğini düşünüyoruz. Dolayısıyla o farklı tartışmaları biz bir zenginlik kaynağı olarak görüyoruz.
Rûdaw: Ayrılmalar getirir mi bu sürecin devamında?
Ayşegül Doğan: Hayır, biz burada ayrılığı değil çoğalmayı hedefliyoruz. Niye getirsin ayrıca ayrılık? Yani DEM Parti'nin hangi bileşeni ya da DEM Parti'de farklı düşünen hangi insan bu ülkede barıştan, demokrasiden, eşit kardeşlikten ya da bir arada yaşamdan yana olmaz ki? DEM Parti'de böyle bir tartışma yok.
“Ülkeyi DEM Parti’liler niye yönetemesinler?”
Rûdaw: Bugünkü çözüm süreci görüşmeleri ve devamında muhtemeldir belki DEM Parti iktidar ortağı olacak bir sonraki seçim. Muhalefetten iktidara geçmek ya da tamamen muhalif stratejiden, kısmi muhalif stratejiye geçmek DEM Parti’de ne tür savrulmalar getirir sizce? Ya da neyi zorlaştırır?
Ayşegül Doğan: Biz Cumhuriyetin 102. yılından ve bundan bahsederken de yeni bir cumhuriyet inşasından, nasıl bir cumhuriyet? Demokratik bir cumhuriyetin inşasından bahsediyoruz. Diyoruz ki bugün başlayan süreç Türkiye'nin yalnızca şu anını ilgilendirmiyor, yarınını ve gelecek yüzyılını ilgilendirecek. Niye? Çünkü eşit yurttaşlığın sağlandığı yeni bir yüzyıldan bahsediyoruz. Yalnızca Kürtlerin değil bu ülkede itirazı olan, yok sayılan, eşit yurttaşlık hukuku bugüne kadar gözetilmeyen tüm farklı kimliklerin, dillerin ve inançların bu hukuklarının yeniden tanımlanabileceği bir yüzyıldan bahsediyoruz. Bu bir savrulma getirmez. Burada tekrar altını çizmek isterim. Ancak herkes için yeniden yorumlanması gereken bir dönemde tabii ki DEM Parti de en başında da söylediğim gibi yeni bir dil, yeni bir mücadele yönteminin geliştiği bu süreçte bu yeni yorumlamadan payını alacaktır. Bu ülkede hemen herkes bir şekilde ülkeyi yönetti. Kürtler de ülkeyi yönetebilir. DEM Parti’liler de ülkeyi yönetebilir. Niye yönetemesinler? Niye bizim bir siyasi parti olarak böyle bir talebimiz olmasın ayrıca? Niye illa muhalefette kalacağız ve muhalefet edeceğiz gibi bir talebimiz olsun? Böyle bir şey söz konusu olsun?
“Yeni bir mücadele dönemi”
Rûdaw: Devlet, özellikle hem Kürtleri hem diğer bütün itirazı olanların da sesini duyacak şekilde dönüşümü kabul etmiş görünüyor mu? Siz tam olarak buna inanıyor musunuz?
Ayşegül Doğan: Stratejik değişim ve dönüşüm kolay bir şey değil. Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin de 100 yıldır sürdürdüğü bu anlamda geleneksel devlet politikalarına baktığımızda bunların bugünden yarına değişmeyeceğini de gayet iyi biliyoruz. O yüzden ısrarla mücadele, mücadele ve bu “yeni bir dönem, yeni bir mücadele dönemi” diye altını çiziyoruz.
Rûdaw: Bir istek var ama en azından öyle mi devlette?
Ayşegül Doğan: Kaçınılmaz birtakım durumlar var artık. Karar verilmesi gereken, yüzleşilmesi gereken, kabul edilmesi gereken. İşte biz tam da böyle bir eşiğin kalbindeyiz. O yüzden önemli bir yerdeyiz. Türkiye bu eşiği geçmeli. Niye geçmeli? Mesela işte şimdi en aktüel tartışmalardan birini, komisyon Öcalan'a gidecek mi gitmeyecek mi tartışması. Şimdi bu bir aktüel tartışma değil. Bu aslında tarihsel bir tartışma aynı zamanda bizim için baktığınızda. Çünkü bu bir dönemle yüzleşmek demek. Gitmek. Önerilerini dinlemek. Doğrudan bu önerilerin Meclis’e gelmesi, tartışılması. Yalnızca 52 yıllık çatışmalı dönemi de ilgilendiren bir durumdan bahsetmiyoruz. Bakınız en az 100 yıllık devasa bir meselenin çözümünden bahsediyoruz. Onlarca yılı çatışmalı geçmiş. Binlerce insanın ne yazık ki hayatını kaybetmesine neden olmuş. Milyonlarca insanın yerinden yurdundan edilmesine neden olmuş. İnsanlar kendi topraklarında neredeyse mülteci hale gelmişler. Şimdi bunlarla yüzleşmekten, bunlara yeni bir formül bulmaktan, yeni bir yaşam modelinden bahsediyoruz. Tam böyle bir zamanda Öcalan'la görüşmeyi yalnızca gidip bir dinleme yapıp gelmek gibi düşünmemek gerekir. Tüm bunların yüzleşildiği ve bundan sonra başka bir eşiğe geçildiğine ilişkin çok güçlü bir emare olarak kabul etmek gerekir.
“Komisyonun İmralı’ya gitmesi gerekir”
Rûdaw: Tam da bu konuda belki kriz demek doğru olmaz ama bir tıkanıklığın olduğu artık aşikâr. Komisyon iki haftadır toplantılarını erteliyor. Belki bu hafta başka bir gerekçe vardı ama komisyondan size neler geliyor? Gidip gitmemek tartışması komisyonu kendi içinde ne düzeyde, gider mi komisyon?
Ayşegül Doğan: Komisyonun gitmesi gerekir. Komisyonun niye gitmesi gerektiğini zaten anlattım. Gitmemesi sürecin ruhuna uygun değil. Şimdi bu kadar farklı kesimi dinleyeceksiniz ama bu sorunun esas muhatabı olan kişiyi dinlemeyeceksiniz.
Rûdaw: Sizin açınızdan gidilmediği takdirde ne eksik kalır?
Ayşegül Doğan: Komisyonun en önemli kuruluş işlevi hem yerine gelmemiş olur hem de siyasi ve hukuki zemini nasıl sağlayacaksınız önerilerini almadan? Şimdi bakınız geçen gün DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan diyor ki “Örgütün kurucu lideri mi?” Evet, kurucu lideri. 27 Şubat çağrısını yaptı mı? Yaptı. Örgüt bu çağrıyı dikkate alarak toplandı ve o kongre kararları neticesinde fesih ilanı yaptı mı? Yaptı. Sonra silahlarını yaktı mı? Süleymaniye’de yaktı. Ardından bir geri çekilme açıklaması yaptı mı? Yaptı. Şimdi bütün bunların başlangıç noktasını nasıl unutabiliriz? Bütün bunlar Öcalan'ın aldığı inisiyatifle oldu öyle değil mi? Şimdi aldığı inisiyatifi, atılan bunca adımı değerlendirmeyeceğiniz bir ana aktör; bu komisyonun işleviyle bağlantılı düşündüğünüzde nasıl yol alacak?
Rûdaw: Sayın Bahçeli, çıtayı çok yüksek bir yerden hep koydu. Hep hazır olduklarını söyledi. Siz de gitmeye zaten hazırsınız komisyon olarak. CHP'den de çok ciddi bir itiraz yok, komisyonun adaya gitmesiyle ilgili. Problem nerede? Kim ikna değil?
Ayşegül Doğan: Bu sorunun bizde yanıtı yok. Çünkü bize komisyondan ya da komisyon üyelerimizden bu şekilde aktarılmış “ikna olmayan şöyle bir siyasi parti ya da şöyle bir grup var” diye bir net bilgi yok doğrusu. Tabii ki çeşitli görüşmeler yapıyor koordinatör grup başkan vekilleri, Meclis Başkanı sıfatıyla bugün komisyona da başkanlık yapan Numan Bey'le yaptıkları görüşmelerden bizlere aktarılan bilgiler var. Fakat tavrını açıklayan ve açıklamayan siyasi partiler var. Yalnızca buna baktığımızda bile kimlerin mütereddit kaldığını görebiliriz. İktidar bloku hiçbir tartışmaya mahal bırakmamalı. Açık bir şekilde tavrını söylemeli ki Milliyetçi Hareket Partisi söyledi; “Komisyon İmralı'ya gidip Öcalan'la görüşmeli. Biz de Milliyetçi Hareket Partisi olarak hazırız” dedi. Biz DEM Parti olarak zaten hazırız. Komisyon çağrısı yapan ve komisyonun mutlaka Öcalan'ı dinlemesi gerektiğini söyleyen ilk siyasi partiyiz biz. Yine DEVA Partisi'nin açıklamasını biraz önce hatırlattım size. Şimdi geriye, orada grubu bulunmayan siyasi partiler de var. Onların çoğu zaten komisyonun İmralı’da Öcalan'la görüşmesi gerektiğini defalarca açıkladılar. Verdikleri söyleşilerde de söylediler bunu. EMEP de söyledi, TİP de söyledi. Fakat gelelim Cumhuriyet Halk Partisi'ne. Cumhuriyet Halk Partisi mesela bugüne kadar komisyonun İmralı'ya gitme ve Öcalan'la görüşme konusundaki yaklaşımını kamuoyuyla hatırladığım kadarıyla paylaşmadı.
“Resmi tutanaklarda ‘bilinmeyen dil’ olarak geçiriyorlar”
Rûdaw: Kamuoyunda çokça merak edilen en azından çok somut bir başlık var. Örneğin bu sürecin sonunda ana dilde eğitim başlar mı? Böyle bir tartışma var mı içeride? Öte yandan bu infaz yasasıyla ilgili sizin talebiniz ne?
Ayşegül Doğan: Hak ve özgürlükler meselesi bizim için ne bir pazarlık meselesi ne bir “al-ver” meselesi; böyle bir mesele değil. Evet mücadele alanlarımızdan biri ama bir pazarlık meselesi değildir hak ve özgürlükler meselesi. Zaten olması gereken bir şeyi böyle bir pazarlık konusu da yapmayız. Öncelikle bunu söyleyelim. İktidar açısından bu meseleye nasıl yaklaştığı, nasıl baktığı pratiği ile ortada zaten. İşte bir yandan “bilinmeyen dil” olarak Meclis’in resmi tutanaklarında kayda geçiyorsunuz.
“Barış anneleri ‘kalbimiz kırıldı’ dediler”
Rûdaw: Komisyonda Kürtçe konuşulmaması.
Ayşegül Doğan: Evet, onu yapıyorsunuz; tam oraya geliyordum. Öte yandan komisyonda, Kürt meselesiyle ilgili, Türkiye'nin demokratikleşme sorunuyla ilgili kurulmuş, adında “kardeşlik” ve “demokrasi” olan bir komisyonda bir Kürt annenin kendi ana dilinde konuşmasını engelliyorsunuz. Kürt sorununun aslında komisyonda tezahür etmesine neden oluyorsunuz bir daha. Çünkü budur işte Kürt meselesi. Anadil meselesi. Bizim tam olarak yaklaşımımız orada tezahür etmiş oldu. Ve ne dedi engellenen anneler? “Kalbimiz kırıldı.” Şimdi bu kalp kırıklığı deyip geçmemek gerekiyor. Buraya özel dikkat çekiyorum. Üstelik böyle bir yüzyılda hâlâ ana dili hakkını konuşuyor olmanın da ne kadar çelişik bir durum olduğunu komisyonda anlattılar.
Rûdaw: Komisyon gitmediği takdirde Öcalan'ın tavrı ne olur acaba? Yeni bir partiye hazırlık ve olası cezaevinden çıkması durumunda partinin belki fiilen resmen olmasa da başında olacağı ve Kürt Siyasal Hareketi'nin aslında buna hazırlık yaptığı, Avrupa'dakilerin geleceği gibi. Bütün bu başlıklarda durum ne, neler oluyor?
Ayşegül Doğan: Şimdi söylentilere dair konuşmayalım isterseniz. Ancak şunlara ilişkin; yeni parti, sürgündekilerin gelmesi, biraz önce infazı sorduğunuz, mesela onu atlamış bulunduk işte. Bir geçiş hukukunun oluşturulması, bu hukuka uygun zeminin oluşturulması. Tüm bunlar tabii ki önümüzdeki dönemin başlıkları, önümüzdeki dönemin konuları. Yeni parti meselesine dair mesela bizde böyle bir tartışma yok. Ama önümüzdeki dönemle birlikte pek çok yeni tartışmayı görebiliriz. Bunlar sürpriz olmaz. Ekim 2024'te Ömer Öcalan'la yaptığı görüşmede gönderdiği mesajda çok açık bir biçimde bu çatışmalı hali çatışmasızlığa çekebilecek, siyasi ve hukuki zemini oluşturabilecek pratik ve teorik önderlik yapabileceğini söylüyor. Dolayısıyla şimdi şunu yine birtakım önyargılardan azade değerlendirmek gerekiyor. Bu süreçte Sayın Öcalan'ın iletişim kanallarının, serbest çalışma koşullarının, özgür çalışma koşullarının diyelim, oluşturulabilmesi çok hayati.
“Öcalan’ın Mesud Barzani ile görüşmek istediğini biliyoruz”
Rûdaw: Biz birçok güncel durumda anlık Öcalan mesajları görüyoruz. Diyarbakır'da ya da Avrupa'da, Türkiye'nin başka yerlerinde olan etkinliklerde gönderdiği mesajlar görüyoruz.
Ayşegül Doğan: Böyle bir iletişim kanalı olduğu için değil gelen bu mesajlar. Ancak bu iletişim kanalının oluşması gerekiyor. Öcalan’ın kendisi de zaten bu iletişim kanalına ihtiyaç duyduğunu ilk gönderdiğim mesaj da söylemiş oluyor. Şimdi o iki cümle gibi görünen mesaj iki cümle değil yalnızca. Pratik ve teorik önderliğini yapabilmek için oluşturulması gereken koşullar. O koşulları herkes biliyor. Şimdi biz şunu biliyoruz ki, ben kendim paylaştım bunu. Bize böyle bir bilgi de geldi. Ayrıca hem İmralı Heyetimiz aracılığıyla gelen bilgiyi kamuoyuyla paylaştım. Şimdi biz biliyoruz ki toplumun farklı kesimleriyle görüşmek istiyor. Siz gazeteciler olarak kendisine sorular yöneltmek istiyorsunuz. Mesela Irak Kürdistanı'ndan yetkililerle görüşmek istediğini biliyoruz. Neçirvan Barzani ile Bafıl Talabani ile görüşmek istediğini, Mesut Barzani ile görüşmek istediğini biliyoruz. Yine Mazlum Abdi ile görüşmek istediğini biliyoruz. Yine Türkiye'de farklı siyasi parti liderleri ile görüşmek istediğini biliyoruz. Başta Cumhuriyet Halk Partisi olmak üzere. Yine çeşitli gazetecilerle görüşmek istediğini biliyoruz. Bunlar gizli saklı şeyler değil. Kamuoyuyla paylaştığımız şeyler. Şimdi bu kanalın açmanın, doğrudan İmralı Adası'nda Öcalan'la görüşmenin kime, nasıl bir sakıncası olabilir?
“Cumhur İttifakı’nın nasıl bir hazırlık içerisinde olduğunu bilmiyoruz”
Rûdaw: Biraz haberlere de konu oldu, Reuters yazdı. Özellikle PKK'nin Türkiye sınırları dışına çekilmesi kararıyla birlikte tabii ki de gündeme gelmesi gereken başlık PKK'lilerin dönüşü. Bu aynı zamanda sürgündeki Kürtleri de kapsayacak bir durum ama bir çalışmanın olduğu artık aşikâr. Ne düzeyde acaba bu çalışma? Siz bilgi alabiliyor musunuz ya da bu tartışmalara bakanlık düzeyinde siz dahil olabiliyor musunuz?
Ayşegül Doğan: Şimdi biz bakanlık düzeyinde bu tartışmaları yürüttüğümüzde yine kamuoyuyla paylaşıyoruz. Bizim tabii ki çalışmalarımız var. Yıllardır sürdürdüğümüz hem hukuk komisyonumuzun çalışmaları var bu konuda. Hem de zaman zaman zaten verdiğimiz kanun teklifleri var Türkiye'de. İşte TCK, TMK ve sorduğunuz işte bu “geçiş hukuku” diyebileceğimiz yani demokratikleşmenin yolunu açabilecek bir zemini oluşturmak. İşte örgütlenme özgürlüğü önündeki engelleri kaldırmak. Bu zaman zaman işte “yol temizliği” olarak ifade edildi mesela ta HDP zamanında, hatırlayacaksınız. Çeşitli şekillerde bu konuya ilişkin aslında DEM Parti'nin yaklaşımı biliniyor. Fakat iktidarın yaklaşımını soruyorsanız, ima ettiğiniz buysa, komisyon aracılığıyla ya da komisyon üyelerimiz aracılığıyla bugüne kadar bizim Merkez Yürütme Kurulumuza ya da partimizin ilgili kurullarına yapılmış herhangi bir bilgilendirme yok. Biz Adalet ve Kalkınma Partisi'nin ya da Cumhur İttifakı'nın, iktidar blokunun nasıl bir hazırlık içerisinde olduğunu bilmiyoruz.
“Anayasa Mahkemesi’nin kararları uygulanmıyor”
Rûdaw: Bir takvimlendirme var mı?
Ayşegül Doğan: Takvimlendirme şöyle var. Komisyon aralık ayına kadar… Sonra iki ay daha uzatabilir mi, eğer işte bu konuda bir konsensüs sağlanabilirse, bu komisyonun zaten esas ve işlevlerini paylaştığı zaman vardı. Onu biliyoruz ama aralık ayına kadar yapılması gerekenler… İşte kasım ayındayız. Bırakınız yapılması gerekenleri, bırakınız komisyonun atması gereken adımları, raporu, İmralı Adası'ndaki görüşmeyi… Yasal düzenleme gerektirmeyen işler bile yapılmıyor. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları uygulanmıyor. Anayasa Mahkemesi’nin kararları uygulanmıyor. Cezaevi İdare ve Gözlem Kurulları adeta işkence yapmaya devam ediyor. Bunu yalnızca son haberlerle bağlantıda söylemiyorum.
Rûdaw: Şöyle bir soru sorasım geliyor. O zaman ne yapılıyor? Bütün bunlar yapılmıyorsa?
Ayşegül Doğan: İşte haklısınız. İktidar açısından baktığınızda evet “Ne yapılıyor?” sorusu daha çok soruluyor. Bir komisyon kuruldu, biz bu komisyonun önemli olduğunu düşünüyoruz. Bu komisyonda tüm siyasi partilerin yer alması, İYİ Parti hariç ki kendilerine de biliyorsunuz bizim çağrımız vardı. “Buyurun gelin komisyonda yerinizi alın. Eleştirinizi, itirazınızı komisyonda söyleyin. Eğer siz gerçekten hamasetten, çatışmadan beslenen bir siyaset yürütme niyetinde değilseniz gelin bunu ispat edin. Çözüm önerinizi söyleyin. Buyurunuz Meclis çatısı, buyurunuz komisyon kürsüleri.” Boş bıraktılar, gelmediler biliyorsunuz. Hamasete devam etmeyi tercih ettiler.
Rûdaw: Bütün bu tablo sizi kendi tabanınız nezdinde de biraz zorluyor mu? Çünkü insanlar mesela bize de soruyorlar. “Ne oluyor ne bitiyor?” dediklerinde somut olarak “Şu oluyor, şu olacak” diyememek zorluyor mu?
Ayşegül Doğan: Tabii ki zorluyor. Çünkü çeşitli dönemler üzerinden mukayeseler yapılıyor. İşte 2013 üzerinden bir mukayese yapılıyor. 2013 üzerinden yapılan mukayese ve sonrasında yaşanan yıkımdan dolayı insanlar çok ihtiyatlı, son derece haklılar. Güvenmemekte de son derece haklılar. Zaten bu tür çatışma çözümü süreçleri böyle duygusal güvene tek başına endeksli bir şekilde yürüyemez, yürümez. O yüzden biz şöyle diyoruz hep: Güven, güvence demek. Bu nasıl olur? Hukukla olur, adaletle olur, demokratikleşerek olur. Bunlar tabii ki zorluyor ama yalnızca bizi zorlamıyor bu. Bu DEM Parti'yi zorluyor gibi görünmemeli. Türkiye'yi zorluyor.
“Mahpusluk zor, yol gözlemek daha da zordur”
Rûdaw: Belki de şu günlerde en çok merak edilen şey artık Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde de süreç sona erdiği için Sayın Demirtaş'ın ne zaman çıkacağıyla ilgili güncel bir soru var. Siz de bizimle aynı cevapsızlığı mı yaşıyorsunuz? Ne zaman çıkacak Demirtaş?
Ayşegül Doğan: Bu konular çok hassas, çok kırılgan konular. Bu konularda tahminde bulunmak istemem doğrusu. Benzer süreçleri kişisel olarak da yakından takip etmiş bir insan olarak böylesi zamanlarda mahpus yakını olmak çok zordur. Yol gözlemek daha da zordur. İnsanlara umutla işkence etmektir bu. Umutla insanlara işkence yapılmaz, yapılmamalı. Önce bunu söyleyeyim. O yüzden hiçbir tahminde bulunmak istemiyorum. Bu konu beni öfkelendiren bir konu. Kişisel olarak yalnız beni değil hepimizi öfkelendiren bir konu.
Rûdaw: Peki, son bir soruyla bitirmiş olalım kısaca. Bütün bu çözüm süreci görüşmeleri vs. ile ilgili Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile ilişkiler ne durumda, karşılıklı dayanıştığınız bu süreçle ilgili katkıları vs. konusunda neler söylemek istersiniz?
Ayşegül Doğan: Tabii ki Kürdistan Bölgesel Yönetimi’yle de ilişkilerimiz bu sürece dair yalnızca bu dönemde değil, önceki dönemlerde de biliyorsunuz bu tür çözüm ve demokratikleşme sürecine ilişkin her zaman kamusal alanda da söyledikleri gibi yapıcı bir rol üstlenmeye çalıştılar, kolaylaştırıcı olmaya çalıştılar. Çünkü sonuçta Türkiye'deki süreç aynı zamanda Irak Kürdistan Bölgesi’ni de etkileyen bir süreç. Karşılıklı bu etkileşim de gözetildiğinde bu kolaylaştırıcılığın çok kıymetli olduğunu düşünüyoruz.
Rûdaw: Peki. Çok teşekkürler. Çok sağ olun. Ben teşekkür ederim. Zaman ayırdığınız için, burada ağırladığınız için çok teşekkürler.
Ayşegül Doğan: Ben teşekkür ederim. Siz sağ olun. Kolaylıklar dilerim.
Rûdaw: Gel Anlat’ın. Bu bölümü için Ankara'daydık ve DEM Parti Sözcüsü Sayın Ayşegül Doğan konuğumuzdu. Çok sayıda soru sorduk. Sürçü lisan ettiysek affola. Sonraki bölümlerde görüşmek üzere. Hoşça kalın.