Ülsever: HDP PKK ve Erdoğan’ı korkuttu

24-04-2016
HÊMİN XOŞNAW
Etiketler Cüneyt Ülsever Erdoğan PKK Süreç
A+ A-

Gazeteci Cüneyt Ülsever, HDP’nin “Tüm Türkiye’nin partisiyiz” sloganının PKK ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı korkuttuğunu söyledi.

 

Bugün seçim yapılması durumuna HDP’nin barajı aşamayacağını belirten Ülsever, Türkiye’nin %80’inin Kürt sorununun silahla çözüleceğine de inanmadığını ifade etti.

 

“Türkiye’yi bugünkü kadar hiç rüsva görmedim” diyen Ülsever, “Kırmızı çizgilerimiz Kuzey Irak’ta başaşağı, Suriye’de de başaşağı olacak” diye konuştu.

 

Cüneyt Ülsever, gündeme dair konularla ilgili Rûdaw’ın sorularını yanıtladı.

 

Çözüm süreci, “Seni başkan yaptırmayacağız” sloganıyla mı bitti, yoksa 2014 Ekim olaylarıyla mı?

 

Bence süreç, Erdoğan’ın istediği oy oranını elde edemediği 7 Haziran seçimleriyle bozulmaya başladı. Yani, AKP’nin tek başına hükümet kuramadığı 7 Haziran seçimi sonuçlarına bakarak Erdoğan, Kürtler için çok şey yaptığını, bu yüzden de milliyetçilerden oy alamadığını düşündü. Bu noktadan sonra bahaneye ihtiyaç vardı.

 

PKK da HDP’nin çok oy aldığını görünce, gücünün azalacağını düşünüp savaş mantığına döndü. 7 Haziran seçiminin sonucuna baktıklarında iki taraf da çözüm sürecinin kendi çıkarlarına olmadığına karar verdi. Birkaç olaydan sonra da süreç sona erdi. PKK 7 Haziran’a kadar durdu ve bir şeylerin olmasını bekledi. Erdoğan da Kürtler’i oyalamakla zaman ve oy elde etti. Ancak daha sonra kaybettiklerinin, elde ettiklerinden daha fazla olduğunu anladı.

 

Hükümet, 6-7 Ekim olaylarını tehlikeli gördü. Sizce devlet, “Kürtler halen bir darbe vurabilir” kanaatine mi vardı da stratejik olarak tanımladığı çözüm sürecini sonlandırdı?

 

Ortada hiçbir strateji yoktu. Erdoğan’ın önünde tek bir gündem vardı.  O da, “Acaba HDP’yi bölgeye verilecek özerklikle Ankara’da başkanlık sistemine ikna edebilir miyim?” idi. Her şey bunun üzerine kuruluydu. Yoksa Kürt haklarıyla ilgili ortada bir şey yoktu. Ancak 7 Haziran’da HDP PKK’dan kopup hükümete karşı durdu. “Seni başkan yaptırmayacağız” ve “Tüm Türkiye’nin partisiyiz” sloganları PKK ve Erdoğan’ı korkuttu. Bununla da oyun bozuldu.

 

Bunların dışında süreci bitiren başka temel mesele var mıydı?

 

Kobani’ye gitmeye çalışanların öldürülmesi, ardından da iki polisin öldürülmesi... Bunlardan önce Türkiye’de bir sükunet vardı, durumun böyle devam edeceği söyleniyordu. Ancak yine de barış vardı ve hiç olmazsa kimse ölmüyordu. Ansızın iki polis öldürüldü ki hala bunu PKK mı yaptı, anlamış değilim!

 

Türkiye toplumu, PKK’nin şehir savaşı hakkında ne düşünüyor? Bu savaş, Kürtler’le Türkler’in birbirine bakışını değiştirdi mi?

 

Bana göre Batı’daki Türkler, PKK’nın silah dışında hiçbir dilden anlamadığı kanısına varmış. Seçim sonuçlarının %41’den %50’ye olan değişikliği bunu gösteriyor. O %9, PKK’nın sadece silahtan anladığını söylüyor. Ya ortadan kaldırılacak ya da ortadan kaldırılacak. Bundan eminim.

 

İşadamları ve üreticiler sürecin bitmesine nasıl bakıyor? Sürecin bir kez daha başlaması taraftarı mıdırlar?

 

İşadamları, barış sürecinin akamate uğramasından çok rahatsız. Sürece bir kez daha dönülmesini umut ediyorlar. Bu sadece insani çerçevede değil. Çünkü insanların öldürüldüğü yerlerde ticaret hayatı da biter. Bunu turizm serktörüne etkisini net görüyoruz.

 

Güneydoğu’da mal satan şirketlerin bu durumda satış yapamayacağı ortada. Pazar, barışa ihtiyaç duyar ki herkes satışlarını canlandırabilsin. Bu Türkiye’nin batısı için de böyledir. Şuna eminim; İstanbullu bir Türk’ün buzdolabını yenilemeyi düşünürken, “En iyisi paramı harcamayayım, bakalım ne olacak” dediğine eminim. İşçileri Güneydoğu’dan ve dışarıdan gelen İstanbullu işadamlarının pazarı durmuş. Turizm zor bir dönemden geçiyor, Rusları kaybettiklerini söylüyorlar. Sadece Ruslar da değil, diğer yabancılar da İstanbul’a gelmek istemiyor.

 

Türkiye’de şöyle bir kanaat olumuş durumda: %20 milliyetçi kesim bu iş silahla biter deyince, diğer %80, 90’lardan beri bu işle uğraştıklarını ve silahla çözülemeyeceğini söylüyor. Yani çoğunluk, meselenin silahla çözüleceğinden umutsuz. Bana göre bunların sayısı silahlı çözümden yana olanlardan çok daha fazla. Geçmiş bize bunun silahla çözülemeyeceğini söylüyor. Bir arkadaşım, “Bugün dağda 50 PKK’lı öldürülüyor, ertesi sabah 100 PKK’lı dağa çıkıyor” diyor.

 

Çözüm süreci bir kez daha başlarsa Türkler’in tavrı ne olur?

 

İstanbul’da yaşayan bir Türk sokağa çıktığında rahatsızdır. Metroya binince öyle, İstiklal Caddesi’nde yürürken yine öyle. Bir yerde oturup yemek yerken rahatsızdır. İstanbul ve batı halkı, saat 19 olunca haberlerde askerlerin anne babalarının gözyaşlarını, cenazeleri görünce çok üzülüyor. Bence bu rahatsızlığın ortadan kaldırılması için her şeye razılar. İlk başta hükümet bizi sattı diyenler olacak, madem anlaşacaktınız neden bize bu acıları çektirdiniz diyeceklerdir. Bir süre böyle tepkiler görülür ancak uzun ömürlü olmaz. Çünkü insanlar Taksim’de rahatça gezmek, Kızılay’a çocuklarıyla birlikte çıkmak isterler.

 

Geçen gece bir arkadaşım aradı, hüngür hüngür ağlıyordu. Ne oldu dedim? Oğlunun Güneydoğu’da asker olduğunu ve sağ salim döndüğünü söyledi. Bu çok önemli. Bu korkunun bertaraf edilmesi için, ilk başta rahatsız bile olunsa, daha sonra barış tesis edildiği için şükredilir.

 

Şu an İstiklal Caddesi’nde kimse yok. Metroda ufak bir ses geldiğinde dünyanın sonu gelmiş gibi insanlar korkuyor. Barış tesis edilse bile bazıları PKK’dan nefret edecektir. HDP barış süreci sayesinde meclise 80 milletvekili gönderdi. Kürtler bunu okuyamıyor. Bu anlamda Kürtler’e çok kızgınım. PKK’dan nefret edenler, HDP’ye oy verdi. Sırf meclise girip, konuyu orada çözbilsinler diye. Peki ne oldu? 1 Kasım’da bütün oylarını kaybetti. Eminim bugün seçim yapılsa HDP meclise giremez. Bu da Türkiye için kıyamete yol açar.

 

Devlet çözüm sürecini başlatmak isterse, Türkiye toplumunu, özellikle de Türkleri ikna etmek için ne yapmalı?

 

Bu işleri birlikte yapar.  Şu an birkaç kenti temizlediklerini söylüyorlar, zımni bir anlaşma yapılıyor. Hükümet şehirleri temizlediğini söylüyor, PKK da şehirerden çekiliyor. Bu resmi halka göstermeden devleti tutamazsınız. PKK bu resmin çekilmesi için yardımcı olmalıdır.

 

Türk güvenlik güçleri “İşimiz tamamlandı” deyince siyasetçi “Barışı konuşmanın vakti gelmiştir” diyebilir. Ancak ister başında olsun, ister sonunda, siyaset yürek ister. Bunu söyleyen siyasetçi, cesur olmalı. İki tarafa da söylüyorum. Bu şekilde kamuoyunu ikna edebilirler.

 

ABD ve Avrupa Birliği’nin Kürt sorunundaki rolü nedir?

 

Amerika Kürtler’i en yakın müttefiki olarak görüyor. 2011’e kadar ise Türkiye’yi müttefik olarak görüyordu. Ancak Erdoğan’a güvenleri kalmadı. Erdoğan’ın gitmesini istiyorlardı, bu gerçekleşmedi. Şimdi Erdoğan’a karşı bir denge oluşturmak zorunda. Bunun için PYD’yle ittifak yapıyor. Doğru, PKK teröristtir diyor ancak pragmatik mantığa göre ABD’nin işi PYD’yle. Çünkü Ortadoğu’da hepsinden çok PYD’ye güveniyor. Şimdi adım adım İran da öne çıkıyor.

 

Türkiye dış siyasette değişikliğe mi gidiyor?

 

Türkiye’de başbakan da danışmanları da herkes de dış siyasetin başarısız olduğunu biliyor. Türkiye köşeye sıkışmış ve yalnız kalmıştır. Peki bunun yerine nasıl bir siayset izleniyor? Birlik yok. Çünkü Erdoğan, Cumhurbaşkanı sıfatıyla dış siyasete kayıtsız kalıyor. Dış siyasette de iç siyasetteki gibi yapmak istiyor. Halen “Ortadoğu’nun ağası ve atasıyız” diyor.

 

Hükümetten bahsedince bir koalisyon görüyoruz. Bir tarafta Erdoğan, diğer tarafta Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti. İkisi birlikte hükmediyor. Biri bir şey diyor, diğeri başka bir şey. Bazen ağız kavgasına giriyorlar. Son sözü de Erdoğan söylüyor.

 

İslam Konferansı’nı izlerken “ümmet” kelimesini duyduğumda çok rahatsız oldum. Umarım o ifade sadece protokol gereği söylenmiştir. Çünkü dış siyaset ümmet üzerine kuruluysa, o siyaset kaybetmeye mahkumdur.  Halen, geçmişte söylediği “Sünni dünyasının öncülüğünü yapıyoruz”, “Kırmızı çizgilerimiz var” sözleri kulaklarımda çınlıyor. Kuzey Irak’ta kırmızı çizgilerimiz nasıl başaşağı olduysa Suriye’de de başaşağı olacak. PYD’nin o bölgeye gireceğine eminim. Türkiye’yi hiç bugünkü kadar rüsva görmemiştim.

 

PORTRE / Cüneyt Ülsever

 

1951 yılında Ankara'da doğdu. Lise eğitimini Robert Kolej’inde tamamladıktan sonra Boğaziçi Üniversitesi'nde iktisat okudu. Ardından The Johns Hopkins Üniversitesi ve Columbia Üniversitesi'nde eğitimini sürdürdü. Harvard Üniversitesi’nde insan kaynakları üzerine doktora yapan Ülsever, 1983 yılında doktorasını alıp Türkiye'ye döndü ve Türkiye’de insan kaynakları üzerine doktora yapan ilk kişi oldu.

 

Amerika'daki eğitimi sırasında ateist ve marksist görüşleri değişti ve liberal bir Müslüman oldu. Kanal 7, STV ve Hürriyet gazetesinde çalışan Ülsever son olarak Oda Tv'de köşe yazarlığına başladı. Ülsever, evli ve iki çocuk babası.

Yorumlar

Misafir olarak yorum yazın ya da daha etkili bir deneyim için oturum açın

Yorum yazın

Gerekli
Gerekli