Batı ve Osmanlı-Sefevi ruhunu yatıştırma siyaseti
Yatıştırma politikası, (appeasement) İkinci Dünya Savaşı'na giden dönemde (1935 ile 1939 yılları arasında) İngiltere’nin Hitlerin Nazi Almanyası saldırılarını yatıştırma amacıyla uyguladığı politikaya verilen isimdir.
Bu siyasete göre, dönemin Birleşik Krallık başbakanları Stanley Baldwin, Ramsey McDonald ve özellikle de Neville Chamberlain, bir takım tavizler karşılığında Hitler’in agresif siyasetini engelleyebileceklerini ve yeni bir dünya savaşını önleyebileceklerini düşünüyorlardı. Fakat aksine bu politika Nazi Almanyasının daha da güçlenmesine neden oldu.
Agresif tarafların güçlenmesi ile Renland’ın Almanya tarafından militarize edilmesi ve faşist İtalya’nın, Etiyopya’yı işgal etmesi ile başlayan yayılma arzusu, 60 milyon insanın ölümü, binlerce şehir ve yerleşim yerinin yıkılmasıyla sonuçlanan yeni bir dünya savaşına yol açtı.
Bugün batının İran ve özellikle de Türkiye’ye karşı yaklaşımı, ikinci dünya savaşından önce İngiltere'nin yatıştırma politikasına benziyor. Belli ki batı artık Türkiye ve İran’daki yeni iktidarların Mustafa Kemal ve Şah Rıza Pehlevi gibi seküler, nasyonalist ve yüzleri batıya dönük liderler olmadığını unutmuş durumda.
Yeni İran İslam Cumhuriyeti önceki Kacar ve Pehlevi rejimlerinin devamı değil artık. Daha çok devletin alt yapısını Şii mezhebi ve Kızılbaş Ordusunun oluşturduğu Sefevi teokrasinin primifit haline benziyor. Kaldı ki Şiiler ve Pasdarlar ordusu İran İslam Cumhuriyeti’nin altyapı taşlarını döşemişleridir.
Türkiye’nin modern nasyonalizminin yapı taşları da Mustafa Kemal’in seküler nasyonalist fikirlerine göre döşenmemiş. Yeni nasyonalizmde sekülerlik kaldırılmış, yerine yayılmacı islami görüş yerleştirilmiştir. Türkiye Cumhurbaşkanı’nın da sürekli vurguladığı gibi, yeni Türkiye Fatih Sultan Selim mirasının devamıdır. Yani devletin temel amaçlarından biri geniş bir coğrafyayı fethetme veya diğer bir deyişle Osmanlının hakimiyeti altında bulunan toprakların bir kısmını tekrar kontrol etmektir.
Fars ve Türk nasyonalizmine hizmet eden İran ve Osmanlı islamcılığı
Sefevi devleti müslümanlaştıktan sonra modern İran devletinin temellerini atmıştır. Sefevi döneminden şimdiye kadar İran’ın sınırları büyük değişimlere uğramamış ve yeni Şii İran’ın temeli olmuştur. Osmalı da Anadolu’yu ve Avrupa’nın bir bölümünü işgal ederek şimdiki Türkiye devletinin temellerini atmıştır.
Her ne kadar her iki devlet de doğrudan batılı güçlerin kolonisi olmazsa da İran Pehlevi ve Kemalist Türkiye hükümetleri döneminde bu ülkelerde batının değerleri hakim olmuştur ki bu durum Türk ve Fars yayılmacılığını engelleyen temel sebeplerden biri olmuştur.
İran’daki İslam Devrimi ve Türkiye’de Ak Parti iktidarıyla birlikte bu izolasyonist politika son bulmuştur. Kökeninde kolonyalizme karşı bir başkaldırı olan modern İslamizm, Büyük Osmanlı ve Sefevi nostaljisi ile birlikte bu iki ülkeninin ideolojisinin bir parçası olmuştur.
İran gözünü Akdeniz’e diklmiş, Irak ve Suriye topraklarındaki nüfuzunu arttırmıştır. Türkiye güneyine doğru, yani Rojava ve Güney Kürdistan’a doğru hareket halindedir, ki bunu Misaki Milli temelinde kendine ait toprakların bir parçası olarak görmekte.
İran’a bağlı Iraklı güçler tarafından Kerkük’ün işgal edilmesi ve Türk ordusunun Suriyeli islamist müttefikleri ile bilikte Efrin’i kontrol etmesini batının Türkiye ve İran’a karşı “yatıştırma politikası” çerçevesinde değerlendirmek gerekmektedir.
Batı, Sutendlan’ın Alman ordusu ve Habeş’in faşit İtalya tarafından işgal edimesine karşı sessizliğini koruyarak yeni bir cihan harbinin önünü alacağını düşünmüştür. 1935 ile 1939 yılları arasında Almanya ve İtalya’ya karşı uygulanan pasifizmin bugün Türkiye ve İran’a karşı da uygulandığı görülüyor.
Dinin devlet ideolojisi olması
Din bir devlet ideolojisi olduğunda, özellikle de İslam, nasyonalist anlayış ile birleşiyor. Çünkü tarihe dönüp baktığımzıda, fetihler yada “futuhatın”, ele geçirilen topraklarda halkın dinini değiştirmekten çok demografinin değiştirilmesi, dil ve kültür emperyalizmi olduğunu görürüz. Rojhılat Kürdistan’ında eski Kürtçeyi konuşan bölgelerin bir çoğu şimdi Farslaştırılmış. Farslar İran plato ve ovalarında yaşayan halk olmasına rağmen bugün Zagros halkının yarısı Farslaşmış ve Farsça konuşuyor.
İran Azerbaycanı’nın Kızılbaş Türkmenleri, yaşadıkları bölgeleri tamamıyla dönüştürdü. Xoy, Şebırsıter ve Urmiye’nin kuzeyine düşen bölgeler birkaç yüz yıl önceye kadar da Kürtçe koşuyordu fakat bugün Türkçe konuşuyorlar. Yunanca konuşan Konstantinapolis ve Smirna bugün Türkçe konuşan İstanbul ve İzmir’e dönüşmüş durumda. Misir Kıptilerin ülkesiydi (ingilizce egypt) fakat bugün ülkede Kıptilere yaşam imkanı bile bırakılmamış.
Mağrib ülkeleri aslen Kırçaki ve Amazihilerin memleketi olmasına rağmen bugün sadece eski tabletlerde Kırçakilerden bahsediliyor. Bu ülkelerde şimdi Arap çoğunluk hüküm sürmekte, Amazihler azınlık durumunna düşmüş ve sömürülen bir halk olmuş. Yani eğer fetihler fiziki jenosid olmazsa bile en azından kültürel ve dilsel jenosid (dillerin inkarı) olarak tariff edilmiştir.
Fetih zihniyetinin yayılmacılığı
Batı bugün iki büyük İslami imparatorluğun mirasçısı olan iki devletle karşı karşıya gelmiş bulunuyor. Vilayeti Faki’nin imamlığını yaptığı İran İslam “Cumhuriyeti” ve halife sultanlığı olan Türkiye “Cumhuriyeti” yayılmacı fetih zihniyetine sahiptirler.
Batı hala Türkiye’nin Avrupa’ya göçmen göndermesinden korktuğu için imtiyaz ve tenezül etme yani yatıştırma ve razı etme siyaseti izliyor. Sadece mültecilerin gelişini engellemek için Avrupa Türkiye’ye büyük bir meblağ para ödemeyi kabul ediyor.
ABD sırf Türkiye Rusya’nın kucağına düşmesin diye Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı operasyonlarına yol vermiştir. Avrupalılar kendi ürünlerini pazarlayabilmek için İran’a karşı “barış” politikası izleyerek “nükleer anlaşmasının” devamını talep ediyorlar.
ABD, Irak’ta geri kalan kazanımlarını korumak adına İran’ın Kerkük’e müdahalesine göz yumuyor. Yaklaşık 5 bin ABD askerinin canına mal olan ve 2 trilyon dolar maliyeti kapsayan Irak işgalini 2011’de sona erdirdiği için bugün Irak İran’ın hakimiyeti altına girmiştir.
Sonuç
Pompeo’nun ABD dışişleri bakanlığına getirilmesi köklü bir değişim için sevindirici bir haber olabilir. Bununla birlikte ABD’nin yeni kabinesi Pentagon kabinesi, yani “savaş kabinesi” olmuş durumda.
Soru şu; Bu kabine Barack Obama döneminden bu yana İran ve Türkiye’ye karşı izlenen Chamberlain yatıştırma siyasetini değiştirilecek mi? Veya Rex Tillerson’ın Kürtleri santranç taşı gibi uluslararası arenada oyun dışında bırakarak kurban eden tücar siyaseti devam edecek mi?
İnsanlık değerlerinin korunduğu ada olan Rojava ve Güney’de yaşayan Kürtler, batılı ülkelerin ihanetlerine rağmen bugün onların yardımını kazanmak için boyunlarını dilenciler gibi eğmişler.