Haber Merkezi – PKK’nin üst düzey yöneticilerinden Cemil Bayık, örgütün süre konusundaki kararlılığının somut göstergesi olarak kendini feshettiğini ve silahlı mücadeleyi sonlandırdığını söyledi. Bayık, hükümetten “demokratik entegrasyon” ve “özgürlük yasaları” çıkarılmasını talep ederek, Abdullah Öcalan'a “umut hakkı” tanınması ve silah bırakanların özgürce siyaset yapmasının önünün açılması gerektiğini belirtti.
KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Cemil Bayık, ANF'ye verdiği demeçte, PKK yöneticilerinden Sabri Ok’un 26 Ekim’de yaptığı açıklamanın örgütün "barış ve demokratik toplum hedefindeki kararlılığının" somut bir ifadesi olduğunu belirtti.
Bayık, geri çekilme süreci ve silahlı mücadelenin sonlandırılmasının ardından sürecin hızlandırılmasını amaçlayan bu adımın Abdullah Öcalan'ın perspektifleri doğrultusunda atıldığını vurguladı.
"Barış süreci tıkanmasın diye sorumluluk aldık"
Bayık, "Barış süreci tıkanmasın, provokasyonlar fırsat bulamasın diye sorumluluk aldık" ifadelerini kullanırken, hükümetin bugüne kadar herhangi bir siyasi veya hukuki adım atmamasını "demokratikleşme beklentilerini zayıflattığı" şeklinde yorumladı.
Öcalan'ın 27 Şubat'taki çağrısıyla başlayan sürecin ikinci aşamasına geçildiğini belirten Bayık, devletin gecikmeden "demokratik entegrasyon" ve "özgürlük yasaları" çıkarması gerektiğini söyledi.
Bayık, "PKK kendini feshetti, silahlı mücadele sona erdi; biz üzerimize düşeni yaptık. Şimdi adım atma sırası devlette" diyerek Öcalan'a "umut hakkının" tanınması ve "demokratik siyaset zemininin yasal güvenceye kavuşturulması" gerektiğini vurguladı.
"PKK'nin feshi tarihsel bir zorunluluk getirdi"
"Özellikle PKK'nin feshi ve silahlı mücadelenin bitişinin ardından, geçiş yasası çıkarılması artık tarihsel bir zorunluluktur" diyen Bayık, mevcut durumu "sorumlulukla atılmış ama tek taraflı kalmış bir barış adımı" olarak nitelendirdi.
Bayık, Öcalan'ın geçmişteki barış çabalarını hatırlatarak, 1988'de gazeteci M. Ali Birand'la yaptığı röportajda "Devlet bir memurunu göndersin, Kürt sorununu konuşalım" dediğini, 1993'te Özal'ın yaklaşımı üzerine "tek taraflı ateşkes" ilan ettiğini belirtti.
Ayrıca 1 Eylül 1998 ve 2007'deki ateşkes ilanları ile İmralı ve Oslo'da yapılan görüşmeleri anımsattı.
1999 ve 2013'te örgüt güçlerinin Türkiye sınırları dışına çıkarıldığını, 28 Şubat 2015'te Dolmabahçe Sarayı'nda ortak deklarasyon okunduğunu ancak sürecin "araçsallaştırıldığı" için bu mutabakatın reddedildiğini ifade etti.
"Öcalan'ın çağrısı Türk-Kürt kardeşliğini güçlendirecek"
Öcalan'ın Kürt, Türk, Çerkes, Arap, Alevi, Sünni, Hristiyan, tüm Türkiye halklarına karşı duyduğu sorumluluk gereği 27 Şubat 2025'te çağrı yaptığını belirten Bayık, "Bu çağrıyı Kürt'ü ve Türk'üyle tüm Türkiye halklarının büyük kazanacağı bir adım olarak görmek gerekir" dedi.
Bayık, tarihsel süreçte Kürt ve Türk halklarının ortak hareket etmesinin önemine değinerek, 1071 Malazgirt Savaşı, Osmanlı'nın yayılışı ve Milli Mücadele dönemlerindeki ittifakları örnek gösterdi.
“1923Ten sonra Kürtlere sırt çevrilmiştir”
Bayık, "Ne var ki, 1923Ten sonra Kürtlere sırt çevrilmiştir. Ulus-devlet anlayışıyla Kürdistan'ı, Türk uluslaşmasının yayılma alanı haline getirme politikaları izlenmiştir" dedi.
Ulus-devlet zihniyetinin farklı kimlikleri yok etmeyi hedeflediğini ve Osmanlı'da olmayan Kürt soykırım politikasının Cumhuriyet döneminde uygulandığını savundu. MHP lideri Devlet Bahçeli'nin Türk-Kürt anlayışını "Batı'nın ulus-devlet anlayışıyla zehirlenmiş" olarak yorumladı.
1923 sonrası Türk devleti ile Kürtlerin birbirinden uzaklaştığını, Kürtlerin kimlik, dil ve kültürlerinin inkâr edilmesiyle devlete yabancılaştığını dile getiren Bayık, bu durumun ancak "demokratik entegrasyon" yasalarıyla giderilebileceğini belirtti.
Bayık, demokratik entegrasyonun, Kürtlerin hukuki olarak haklarının tanınması temelinde sistem içine alınmasıyla mümkün olacağını ifade etti.
"Silahlı mücadele anlamsız hale geldi, sıra siyasi adımlarda"
Silahlı mücadelenin kendileri açısında “bir araç” olduğunu belirten Bayık, “Kürt halkının 50 yıllık mücadelesiyle yarattığı birikim sayesinde demokratik siyaset yapma imkânı doğmuşsa, silahlı mücadele anlamsız hale gelir” dedi.
Öcalan'ın Bahçeli'nin çağrısı karşısında ortaya koyduğu inisiyatifin "Türk-Kürt kardeşliğine dayalı kazan-kazan süreci" olarak ele alınması gerektiğini belirtti.
Bayık, "Artık devletin önemli adımlar atması gerekiyor. PKK feshedildi, silahlı mücadele bırakıldı. Bu atılan adımların gerçek olarak anlamlı hale gelmesi için devletin yapması gerekenler var. Silahlarını bırakanlar Türkiye'ye döndüğünde özgürce siyaset yapma ve demokratik örgütlenme imkanı bulacaklar mı? Bu Öcalan'ı ve ilgili herkesi kapsamalı. PKK yönetimi de dahil. Bunun yasası ve siyasi adımları atılmadan başka adımların hiçbir anlamı olmaz. Demokratikleşme ve Kürt sorununun çözümü açısından atılması gereken ilk adım budur" dedi.
Savaşın yıkıcı etkileri ve muhalefetin tutumu
PKK’yi tasfiye etmek için geçmişte "kirli bir savaş" yürütüldüğünü ve bu savaşın Türkiye'nin kaynaklarını tükettiğini ifade eden Bayık, savaş ortamının toplumda çürümeyi artırdığını söyledi.
2007-2015 arasındaki çatışmasızlık ve diyalog sürecini Dolmabahçe Mutabakatı'nı reddederek yok edenin bizzat dönemin başbakanı Tayyip Erdoğan olduğunu öne sürdü. CHP başta olmak üzere muhalefetin çoğunluğunun bu süreci desteklediğini, sadece İyi Parti'nin "savaş rantçısı" olarak süreç karşıtlığı yaptığını iddia etti.
Rojava ve DSG vurgusu
Cemil Bayık, Öcalan'ın çağrılarının sadece PKK için yapıldığını, Rojava ve Demokratik Suriye Güçleri'ni (DSG) kapsamadığını söyledi.
Türkiye'nin Öcalan'dan "YPG-DSG de silah bıraktırmasını" talep etmesini, ancak bu talep karşısında Öcalan'a özgür yaşam ve çalışma koşulları yaratılmamasını "yaman bir çelişki" olarak nitelendirdi.
Bayık, Rojava'da Kürt, Arap, Süryani ve diğer halkların Öcalan'ı dinlediğini ancak Rojava’da özerk sisteminin kendi yönetimleri olduğunu ve “halkların iradesi dışında hareket edemeyeceğini” belirtti.
Bayık, “20 bin şehit vermiş bir halka ‘silah bırakın’ demek büyük bir saygısızlıktır" dedi.
Cemil Bayık, devletin DSG'nin silah bırakmasını istemesini, Heyet Tahrir eş-Şam'ın (HTŞ) Alevilere ve Dürzilere yaptıkları ortadayken "Kuzey-Doğu Suriye halklarına düşmanlık" olarak değerlendirdi.
Yorumlar
Misafir olarak yorum yazın ya da daha etkili bir deneyim için oturum açın
Yorum yazın