BAĞDAT – Ürkünç kente yolculuk

05-10-2018
Hemin Abdullah
Etiketler Bağdat Yeşil Bölge Erbil
A+ A-

Bağdat (Rûdaw) – Erbil Uluslararası Havalimanı’nın VIP bölümünden Irak Hava Yolları logosu taşıyan uçağa doğru adım atıyoruz. Yönümüz Bağdat’a doğu. O Bağdat ki tam bir yıl önce bugün, ülkemin bağımsızlığı ve o kentten ayrılması için gururla oy vermiştim. 

 

Bindiğimiz uçaktaki yolculardan bazıları sakallı gençler ve burka giymiş kadınlardan uluşuyor. Uçağımız yavaş yavaş kalkışa hazırlanırken dışarda başkent Erbil’in inşa halindeki büyük binaları ve havalimanına asılmış Kürdistan bayrakları görünüyor.

 

İçimde, bir saat sonra ineceğimiz bölgenin üzerinde dalgalanan bayrakla, bir yıl önce “Ya Hüseyin” naraları ile Kerkük’ü bizden alanları görmenin tuhaf duygusunu taşıyorum. Ancak yine de, 100 yıldan fazladır kaderimizi bağlayan Bağdat’ın nasıl antika bir şehir olduğunu görmenin önemli olduğunu düşünüyorum. 

  

Uçak yükseldikten bir süre sonra aşağının rengi sararmaya başladı. İlk defa uçakla çöl üzerinden geçiyordum. Bu çöller, 1980’li yılların sonunda, suçu sadece Kürt ve kimsesiz olan binlerce masuma toplu mezar olmuştu. Şimdi ise bu insanları diri diri gömme emrinin verildiği Bağdat’a doğru gidiyordum. 

 

Toz bulutları içinde bir kent

 

Bağdat, benim de içinde olduğum neslin hafızasında, halkım hakkında acı veren kararlar alan bir kent olmanın dışında, orada yaşayan Kürtlerin trajik hikayesini de barındırıyor. Geride bıraktığımız 15 yıl içine “Bağdat” ismi anıldığında, kan revan içinde kalan çocukların, göğüslerini paralayan kadınların ve patlamalardan sonra ayakları kopan erkeklerin görüntüsü geliyor aklımıza. Bu yüzden “Çeşti Micewir” ve “Riştey Mirwari” gibi bu kentin hüzün dolu hikayelerini anlatan onlarca kitap okumuşsak, şimdiki Bağdat’ın harab ve viran bir yer olduğunu hatırlamışızdır.

 

Buyüzden dile getirmesek bile Erbil’in lüks alışveriş merkezlerinde dolaşan Arapları gördüğümüzde bu harabe içinden gelerek ülkemizde uygarca yaşamı görme olanağına sahip olduklarını anımsıyoruz.   

    

Bu düşüncüler içinde kemerimi bağladım, uçak inişe hazırlandı. İnmeden önce Bağdat’ın üzerinde bir daire çizdi. O vakit güzel bir çehresi olan ancak evleri toz içinde kaybolan bu büyük kenti gördüm. Tıpkı toz ve toprak içinde onlarca arkeologun bir kentin tarihi eserlerini araması gibi duruyordu. 

Uçak indiğinde havaalanındaki üç yıldızlı Irak bayrağı Saddam’dan kalma “Allahu Ekber” yazısıyla birlikte göründü. Ardından, uzun yıllar Amerika ve müttefikleri ile sözde Irak’a hakim olanların yerleştiği Yeşil Bölgeye gitmemize karar verildi. Uzun yıllar El Kaide ve Iraklı Sunniler, IŞİD savaşından sonra da Haşdi Şabi’ye bağlı farklı güçler, bu Yeşil Bölge’nin mutlak hakimlerine karşı çatışma halinde oldular.

 

Bağdat Havaalanı’nda protokol heyeti ile Kürt avukatların samimi yaklaşımları uçaktan inerken içimden geçen menfi duyguları az da olsa değiştirdi. Kapı önünde bizi bekleyen büyük aracın göze çarpan ilk şeyi emniyet kemerleriydi. Emniyet kemeri takmaktan hoşlanmadığımı bilen yol arkadaşlarım gülerek, “Bağdat’a hoş geldin” dediler.

 

Sunni duvarı

 

Havaalanından Yeşil Bölge’ye kadarki mesafe otomobille 15 dakika sürüyor. Bu yol birinde sunnilerin diğerinde Hadi Amiri’nin aşireti olan şiilerin oturduğu iki mahalle arasından geçiyor. Sunnilerin mahallesini havaalanından ayıran yüksek duvar hemen dikkat çekiyor. Kürdistanlı üst düzey bir yönetici bu yol hakkındaki bir anısını şu sözlerle anlattı:

 

“2007’de bir gece havaalanına ulaştık. O dönem sunnilerin bulunduğu bu mahallede suikastçiler olduğu için bu 15 dakikalık yolu geçmeyi göze alamadık. Bu yüzden havaalanında uyuduk.”

 

Şimdi bu korku kalmamış. Sunni mahallesinün önüne büyük bir duvar örülmüş. Duvarın diğer tarafında ise mezheb flamaları ve İmam Hüseyin’in posterleri otomobil ve polis binaları üzerinde görünüyor. Öyle ki Hadi Amiri’nin akrabalarından biri kendi sokağından bu duvara baktığında bu caddenin emin ellerde olduğundan rahatlıkla emin olabilir.  

 

Bindiğimiz otomobil şaşırtıcı bir hızla ilerliyor. Oysa ne peşimizden bizi takib eden birileri ne de herhangi bir güvenlik tehdidi var. Anlaşılan o ki 15 yıl süren şiddet, patlama ve ölümler en çok Iraklı şöförlere ders olmuş ki misafirlerini süratle gidecekleri yere ulaştırıyorlar.

 

Gördüğüm Bağdat hayalimdeki Bağdat’tan çok farklı bir yer. Düşümde canlandırdıım yıkımı göremiyorum. Fakat farklı dönemlerde kentin üzerine örtülmüş korku perdesi sadece rengini değiştirerek olduğu gibi kalmış.

 

Toplu imha silahlarından demir çadırlara

 

Yeşil Bölge’deki ilk kontrol noktasında gözüm tozlar içinde kaybolan bir binanın üzerindeki tabelaya ilişti. Tabelada, “Federal Polis Merkezi” yazıyordu. Kerkük, Tuzhurmatu ve hatta Pirde’deki savaşta, güya anayasaya göre hareket ederek Haşdi Şabi’yi kapak olarak kullanan Federal Polis Merkezi’nin böyle gözardı edilmiş bir yerde olacağını hiç tahmin etmemiştim.

 

Tüm kontrol noktalarından serice geçtik. Her biri iki parça demirle çadır şeklinde kurulmuş ve üzerleride büyük harflerle “Beşinci Tümen’in Müktesebatı” yazıyordu. Bu yazı bana daha çok bu ordunun halini anlatan komik bir fıkra gibi geldi. Birzamanlar kitle imha silahları geliştirerek dünyanın en güçlü ordularıyla yarışan bu ordu, şimdi ise iki derme çatma demirle kurduğu çadırla övünür duruma gelmiş. Eminim iyi bir demirci, bu demir parçalarını böyle birleştirmeye üşenir.

 

Bağdat’ın Dımdım Kalesi

 

Yeşil Bölge’ye vardığınızda Dımdım Kalesi’ne girdiğinizi hissedersiniz.  Fakat Dımdım Kalesi’nin sadece bir altın pençeli Hano’su varken (Xanoye Çengzerin) bu bölgenin her bir köşkünde bir altın pençeli Hano bulunuyor. Bağdat dışardan nazlı bir hanıma benziyor fakat günlük yaşananların yorgunluğu da yüzüne yansıyor. Bu yorgun bedenin altında nazlı bir görünümün gizlendiği görülüyor. Yeşil Bölge’nin yeşil sokaları ve üst düzey yetkililerin konakları kentin bu yüzünü daha çok açığa çıkarıyor. Ne var ki bu defa daha ürkek ve daha bencil duruyor. 

 

Arap kılıklı Kürt memur

 

Parlamentoda işimiz var. Bir iş için bulunduğumuz otelden parlamentoya gitmemiz gerekiyor fakat Irak’ın aceleci şöförleri birlikte geldiğimiz kişileri alel acele götürünce bizi otelde unuttular. Parlamento binasını koruyan peşmergeler durumu telafi ederek bizi almaya geldiler.

 

Parlamentoya ulaştığımızda memur ve komutanlar bizi saygı ile karşılayıp içeri aldılar.  Parlamento binası bana daha çok bir trafik polisi müdürlüğümü andırdı, içinde devlete ait çok özel bir yapı olacağını hissettiren bir şeyle karşılaşmadım. Beni mutlu eden tek şey, kapıdaki tabelalarda Arapçanın yanı sıra parlamentonun isminin Kürtçe de yazılmış olmasıydı. 

 

Parlamentoda oturum var ve tüm parlamenterler oturum salonda bulunuyor. Parlamentodaki basın odalarından birinde komik bir tartışmayla karşılaştık. İçerde oturan memur bizimle Arapça konuyor ve biz de aynı dilden cevap veriyoruz. Sonra, “Kürtler Arapça bilmese bile normaldir” diyorum. O ise, “Hayır hayır, Kürtler Arapça bilmeli, bilmese öğrenmelidir” diyor. Burnu havada bir edayla söyledi bu söz beni öfkelendirdiği için, “Sen neden Kürtçe öğrenmiyorsun? Anayasaya göre Kürtçe bu ülkenin resmi dili ve parlamentoda çalışan bir görevli olarak her iki dili de bilmen gerekmiyor mu?” diye soruyorum.  

 

Aramızda geçen hararetli tartışma boyunca o kendi bildiğinde ısrar diyor, Kürtlerin mutlaka Arapça bilmesi gerektiğinde diretiyor. Ardından neden sorduğumu bilmediğim o soruyu soruyorum: “Adın ne ve hangi topluluk adına brada görevlisin?” Ve ilginç bir cevap alıyorum: “Abim Kürt, Süleymaniye’nin Germiyan bölgesinde tanınan bir aşiretteniz. Abim büyük Kürt partilerden biri adına burada bulunuyor.”

 

Bu söz bize gülünç geldiği için ciddiye almıyoruz ama birazda tebessümle bakıyoruz. Ama o: “Vallahi dorus söylüyorum. Annem ve babam şuan Süleymaniye’de, bizim evde sadece ben Kürtçe bilmiyorum” diye cevabı yapıştırıyor. O an neden kaç yıldır Bağdat’ta kurtların kuzularımızı kaptığını anlıyorum.

 

Saddam Meydanı ve Hüseyniyenin sesi

 

Irak Başbakanlık Misafirhanesi önünde araçtan indik. Başnakan bizimle röportajı burada yapmaya karar vermis. Arkadaşım Hiwa Cemal ile bize ayrılan oda üstten Yeşil Bölge’ye bakıyor. Odanın pencerelerini açıyorum ve buradan bir zamanlar Saddam Hüseyin’in büyük askeri törenler düzenlediği alanı görüyorum. O törenlerde Saddam elindeki tüfeği havaya doğru ateşler, dudağında tuttuğu puro cigarasını tüttürürdü. O dönemlere ait görüntülerden aklımda kalan bir de yüzlerce askerin tek nakarat sesi ile Bağdat’I inleten ağır silah ve askeri araçların sesiydi. Fakat şimdi sadece Muharrem ayı vesilesiyle Kerbela’da katledilenleri anmak için Hüseyniyelerin hoperlörlerinden yükselen ağıt sesi yükseliyor.

 

Birkaç saniyeliğe Rojhılat’ın Neğede kentinde olduğumu hissediyorum. Neğede doğduğum kent, çocukluğumdan beri Muharrem aylarında duymaya alıştığım ağıtlar geliyor aklıma. Neğede ile Bağdat arasında tek bir fark var. Nexede’de görünüşte ve pratikte şiiler hakimdi, Bağdat’ta ise görünüşte Amerikalılar fakat pratikte farklı şii gruplar hamkim.

 

Yeşil Bölge’ye giriş ve çıkış bir cezaevine giriş çıkışa benziyor. Hiç kimse izinsiz ve randevusuz içer ne girebilir ne de çıkabilir. Akşamları da herkes evine dönmeli, hiç kimseye dışarda keyfi dolaşma hakkı tanınmıyor.

 

Bir akşam üstü arkadaşlarım Hiwa Cemal, Senger Abdurrahman ve Hewraz Gulpi ile fırsat bulup Çok Hanlı Dımıdm Kalesi’nden çıkıyoruz. Her nekadar kaçma gibi bir planımız olmasa bile, kendi aramızda çabuk döneceğimize dair sözleşiyoruz. Yoksa bu açık cezaevine girmemize izin verilmez diye düşünüyoruz.

 

Bize eşlik eden şöför sıcak kanlı bir genç. Aslen Basralı bir Şii ama Kürdistan İslami partilerinden bir milletvekilinin koruması. Vekilin kendisiyle işi olmadığı zamanlar taksi şöförlüğü yapıyor. Sohbet ederken gülerek soruyorum: “Sunni bir müslüman sana nasıl da güvenip koruma yapıyor?” o da gülerek, “Vallahi her zaman kendisi de siz şiiler evimizi yıktınız diyor” diye cevap veriyor.

 

Bağdat sokaklarında trafik ışığı bulunmuyor. Caddeler trafik lambalarına gerek kalmayacak şekilde düzenlenmiş. Aceleci şöförler aniden karşıdan karşınıza çıkıyor, bir an aracınız çarpıacak sanıyorsunuz ama sonra size yaklaşınca bir kenara çekiliyor ve geçmenize izin veriyorlar. Irak’ta ittifak ve uzlaşma sözde var ama pratikte güçlü olanın sözü geçiyor. Bağdat’ta da sözde trafik kuralları var, her sokak başında trafik polisleri var fakat, şöförler orman kanunu uyguluyor. Burada da güçlü olanın sözü haklı olanın sözünden daha geçerli sayılıyor.

 

Bağdat’ta gece hayatı

 

Gecenin geç saatlerinde Bağdat sokaklarında dolaşıyoruz. Zewra semtinde çok güzel bir park görüyoruz, etrafındaki hurma ağaçları beyaz lambalarla süslenmiş. Parkın içinde büyük küçük çeşitli oyun aletleri duruyor ancak kimseler bulunmuyor. Görüntü güzel olduğu kadar ürkünç grünüyor. Az ötede bu ürkünç manzarayı gizleyen başka bir tablo var. kalabalık bir Pazar, açık dükkan ve kahveler duruyor. Pazardaki canlılık insanı araçtan inip dolaşmaya teşvik ediyor.

 

Şöförümüz bize, “Bu gördüklerinizin hiç biri Saddam iktidarı ardından inşa edilmedi” diyor. Fakat yine de Pazar yerinde yeni kuruldukları alenen belli olan büyük marketler bulunuyor. Mesela Mensur Mahallesindeki büyük alışveriş merkezi bunlardan biri. Yanı başında yeni bir alışveriş merkezi daha inşa halinde ve bunların Saddam döneminden kalmalarına imkan yok.

 

Tüm sokaklarda Muharrem ayı için düzenlenen ayinleri anlatan pankartlarla donatılmış. Bağdat’ın ampüllerle ışık hüzmesi altında kalan Pazar yeri halk yığınıyla dolu, adete bütün halk evinden dışa çıkmış gibi. Bir arkaşım daha önce, “Bağdat’ta kültür böyle. Cebinde bir dinarı olan yarısını ev ihtiyaçlarına yarısını da gece gezmelere harcıyor” demişti. Bu sözün gerçek olduğunu Bağdat’ta kendi gözümle görmüş oldum. Pazarın gece kalabalığını fırsat bilen firma ve markalar da bunu kendi ürünlerini pazarlayabilmek için kullanmaya çalışıyor.

 

Büyük bir dörtyol kavşağında kurulan kocaman bir reklam panosu dikkat çekiyor. Lambalarla süslenmiş panoda, Irak Hava Yolları reklamı yapılıyor ve reklamda “Ülkemizin azizi Kuzey Irak’ı ziyaret edin” diye yazıyor. Irak devleti kurulduğundan beri Kürdistan Bölgesi “Kuzey Irak” olarak adlandırılıyor. Kurulduğundan beri Irak’ın her fırsatta kalbini kırdığı “Aziz” yani Kürdistan Bölgesi.

 

Bağdat bizden önceki neslin bize anlattığı o gece hayatıyla meşhur kent değil artık, fakat aynı zamanda geçtiğimiz yıllarda bizim de medyadan duyup öğrendiğimiz Bağdat da değil. Mesela Ebu Newas Caddesi hala o anlatılan güzelliğini yitirmiş değil. Yol boyunca Dicle nehri size eşlik ediyor. Muharrem aylarında bu cadde kalabalığını yitiriyor. Çünkü İran’da olduğu gibi bu mübarek ayda burada da polis müfrezeleri dükkân dükkân dolaşarak içki ve alkol satanları kapatıyor. Fakat bunlar nehir boyunca sıralanmış balık satan kalabalık, büyük ve modern restorantların varlığını gizleyemiyor. Burada olduğu gibi Mensur ve Kerade caddelerinde de ismi Kürtçe olan restorantlar var ve onlar da misafir dolu.

 

Mam Celal Kavşağı

 

Cidiriye Sokağına vardığımızda şöförümüz, “Kaka, burası sizing sokağınız, güvenliği peşmergenin kontrolünde” diyor. Bahsettiği peşmergeler Cumhurbaşkalığı mıhafızları. Sonra ekliyor, “Biraz ötede Selam Köşkü bulunuyor, Mam Celal orada kalıyor” diyor. Biz bu sözler üzerine gülüyoruz. Biraz ilerleyince Selam Köşkü karşımıza çıkıyor. Fuad Mahsum cumhurbaşkanı olalı dört yıl oluyor ama hala köşkün kapısı önünde kocaman bir Celal Talabani portresi duruyor. Ilginç olan şu ki kavşağin resmi ismi Celal Talabani Kavşağı fakat tüm Bağdatlılar burayı Ammar Hakim Kavşağı olarak biliyor.

 

Birkaç yıl önce Hoolandalı bir yazarın isteği üzerine romanını Kürtçeye çevirmiştim. “Ürkünç Kent” adlı bu roman, Bağdat’tan kaçarak Kürdistan’a yerleşmek zorunda kalan bir ailenin başından geçenleri anlatıyordu. Romanda anlatılan hikayelerin ürkütücü oluşu, bir çevirmen olarak bende Bağdat’a karşı derin bir korku uyandırmıştı ve o his hep içimde kaldı.

 

Erbil’de döndüğümde içimde o histen eser kalmadı. Eve dönerken Bahtiyari Sokağına uğrayıp ev için yiyecek birşeyler alayım dedim. Uğradıuğım markette iki gencin Bağdat’tan bahsettiğini duydum. Gençler Bağdat’ta Tare Fars adında güzel bir kadının aracı içinde öldürüldüğünü konuşuyorlardı. Biri diğerine, “Kardeş Bağdat çok tehlikeli bir yer. O kadının oraya gitmemesi gerekiyordu” dedi. Anladım ki Bağdat’ta yamalandığımız günden beri oradan bize gelen her haberle ürkmüşüz.

 

        

Yorumlar

Misafir olarak yorum yazın ya da daha etkili bir deneyim için oturum açın

Yorum yazın

Gerekli
Gerekli