Cumhurbaşkanı adayı Dağlı: Türkiye toplumunun müşterekliğini temsil ediyorum

Geçtiğimiz günlerde Türkiye’de yapılacak seçimlerde cumhurbaşkanlığı için adaylığını açıklayan eski bürokrat Fahrettin Dağlı, toplumun karşı karşıya bulunduğu problemler konusunda duyduğu rahatsızlığın neticesinde aday olmayı seçtiğini söyledi.

Dağlı, “Hem sayın Erdoğan’ın işini kolaylaştırmak ve hem de muhalefet cephesinin aday müşkülatını çözmek için kendimi ortaya attım” dedi.

Bulunduğu pozisyon itibariyle Türkiye toplumunun ortak müşterekliğini temsil ettiği kanaatinde olduğunu belireten Dağlı, Kürt meselesinin de çok önemli derecede istismar konusu edildiğini ve hiçbir zaman insani boyutla yaklaşılmadığını ifade etti.

Fahrettin Dağlı, cumhurbaşkanlığı adaylığıyla ilgili ilk kampanyasını Urfa’da ve Emine Şenyaşar’ı ziyaret ederek vereceğini söyledi.

Eski Sağlık Bakanlığı bürokratı, Mazlum- Der’in ve Anadolu Hak ve Adalet Hareketi’nin kurucuları arasında yer alan Fahrettin Dağlı, Rûdaw Ankara Temsilcisi Şevket Herki’nin sorularını yanıtladı:

Rûdaw: Cumhurbaşkanı adayı olmaya nasıl karar verdiniz?

Fahrettin Dağlı: Uzun süredir bir sivil siyaset inisiyatifi içindeyim zaten. Memuriyetimden sonra, bürokrasiden, gerek insan hakları örgütlerinde gerekse diğer sivil siyaset alanlarında hep kurucu aktör olarak faaliyet gösterdim. Dolayısı ile siyasete olan ilgim her zaman canlıydı. Bu seçimlerde Erdoğan’ın Cumhur İttifakı adaylığı karşısında dikkate değer bir aday öne çıkmayınca, toplumun karşı karşıya bulunduğu çok devasa problemler konusunda duyduğum rahatsızlığın neticesinde aday olmayı, bir şekliyle muhalif siyasetin de ortak adayı olmak konusunda tecrübelerime istinaden.

Rûdaw: Hangi taraflarla görüşmeler gerçekleştirdiniz, görüştüğünüz siyasi partiler ya da sivil toplum örgütleri var mıydı yoksa tamamen bireysel bir karar mı?

Fahrettin Dağlı: Tabii ki istişare ettiğim birtakım örgütsel yapılar da bireysel görüşmelerim de oldu bu karar varana dek ama daha ziyade bireysel kanaatimin, uzun süreli düşünceleriminin nihayetinde vardığım bir karardır. Çünkü Türkiye’nin siyasi şartları bir bakıma beni icbar etti. Çok ağır bir sorumluluğun altına girdiğimin farkındayım. Türkiye’nin en kritik siyasi problemlerini yaşadığı bir dönemde inisiyatif almanın insani bir görev olduğu kanaati bende çok ağırlıklı oluştu ve şuna inanıyorum, kriz dönemleri aynı zamanda yeni bir dönüşümün de yeni bir reformun da miladı olabilir. Dolayısıyla bu krizden böyle bir sonuç çıkarmaya niyetliyim. Dolayısıyla klasik cumhurbaşkanı prototipi yerine çok farklı bir aday olmayı önceliyorum. Çok farklı, kazandığım bir cumhurbaşkanı profili ortaya koymaya çalışıyorum.

Rûdaw: İmza süreci de var, imza toplamanız gerekiyor. Teknik olarak bu süreç nasıl işleyecek?

Fahrettin Dağlı: Öncelikle bu zarurete inandığım için aday oldum. Bu adaylığımı arz ediyorum ve dolayısıyla da hem sayın Erdoğan’ın işini kolaylaştırmak ve hem de muhalefet cephesinin aday müşkülatını çözmek için kendimi ortaya attım. Şu an bulunduğum pozisyon itibarı ile aday adayı olarak Türkiye toplumunun ortak müşterekliğini temsil ettiğim gibi bir kanaatim var. Bütün siyasal çevrelerden, gerek sağ, gerek sol, gerek Türkiye’nin genel beşeri yapısı içerisinde, Kürt seçmeninin, vesair bütün toplumsal katmanların ortak sesi olabileceğim gibi bir kanaati taşıyorum. Onun için “Ben Türkiye’yim” diyorum. Bu “Türkiye’yim” ifadesini önümüzdeki süreçte açacağım. Neden özellikle böyle bir temayı kullanıyorum? Çünkü Türkiye’nin genel ortalamasını temsil ediyorum. Gerek siyasi karakterim veyahut siyasi düşüncelerim, siyasi kabullerim, gerek sosyal yaşantım ve gerekse bugüne kadar hem bürokraside yaptıklarım hem sivil örgütlerde yaptıklarım, gelecekte yapacaklarıma şahittir, tanıktır.

Rûdaw: Kürt seçmeni dediniz, Kürt seçmenine hangi söylemlerle ulaşacaksınız, vaatleriniz ne olacak, çözüm önerileriniz nelerdir? Kürtçe eğitim, Kütlerin kimlik talepleri, yaşadıkları sıkıntılar, bütün bunlara ilişkin temel söyleminiz ve yaklaşımınız ne olacak?

Fahrettin Dağlı: Şu aşamada Türkiye toplumunun problemlerini spesifize etmeden, tarihin, ilmin, ahlakın, evrensel hukukun tanıdığı hakların bütün toplumsal kesimlere teşmil edilmesini ve taleplerinin karşılanmasını insani buluyorum ve bir Müslüman olarak da aynı zamanda inancımın da bir gereği olarak kabul ediyorum. Özellikle şuna hep mesafeli kaldım, Türkiye’nin problemleri sadece siyasilerin karar vereceği bir mekanizma değil. Türkiye’nin problemlerinin geniş insani boyutları var, değer boyutları var ve mutlaka mevzunun ilgililerinin görüşüne, onayına ve müzakeresine sunulması gerekir ve onların geniş müzakerelerinin sonucunda vardıkları sonuç ise Türkiye siyasetinin içerisinde tartışılmalı, müzakere edilmeli ve birtakım kabullere, birtakım hükümlere varılmalı.

Ben özellikle Kürt meselesi konusunda, çok önemli derecede istismar konusu edildiğini, siyasetin günlük geçici süreçleri için bir malzeme olarak kullanıldığını, bir dolgu malzemesi olarak kullanıldığını ve hiçbir zaman insani boyutla yaklaşılmadığı, iyi niyetle yaklaşılmadığı kanaati taşıyorum. Siyasi bir ikbal derdim yok. Dolayısı ile de yarın şu problemle ilgili, şu sıkıntı ile ilgili vereceğim kararların veyahut da bir şekilde yükleneceğim sorumluluğun, alacağım bir inisiyatifin sonuçlarının bana siyasi olarak getirisinin, götürüsünün ne olabileceği gibi bir endişem yok. En büyük rahatlığım bu. Aday olmamda da herhangi bir siyasi partinin adayı olmamak ve onunla da bir bagajı taşımamak niyetiyle bağımsız bir aday olarak ortaya çıktım.

Rûdaw: Güvenlik politikalarına ilişkin, özellikle de devam eden operasyonlar var. Bunlara yaklaşımınız, bunlara ilişkin değerlendirmeniz nedir?

Fahrettin Dağlı: Aslında Türkiye’nin problemi, güvenlik konseptinin içine hapsedilmiş durumda. Ben şunu ifade ediyorum, bölgenin, coğrafyanın, bunun içerisine çok farklı Ortadoğu bölgelerini dahil etmek suretiyle ifade ediyorum, ana probleminin hukuk olduğu kanaatindeyim, adalet olduğu kanaatindeyim. Yani toplumun genel ihtiyaçları ne ise Kürt toplumunun da ihtiyacının o olduğu kanaatindeyim. Dolayısıyla Ankara’dakinin problemi neyse, Karadeniz’dekinin problemi neyse Ege’dekinin problemi neyse, insani anlamda bakarak ifade ediyorum, insani bir değer ölçeğinde baktığın zaman, aynı problemin farklı bir tezahürle orada cereyan ettiği kanaatini taşıyorum. Dolayısıyla da taleplerine baktığımız zaman, talepleri insani ise, ahlaki ise, ilmi ise bunu hiçbir güvenlik politikasına kurban veremeyiz.

Ben Fırat’ın güvenliğinin hukuktan geçtiğine inanıyorum. Hukuku tesis ettiğiniz andan itibaren, hukukun genel prensiplerini, canlı bir organizma, yaşanır bir organizma hâlinde aktive ettiğiniz zaman, canlılık kazandırdığınız zaman o insanların genel insani taleplerininin karşıladığınız zaman bir problem kalmaz. Onun için diyorum ki cumhurbaşkanlığı adaylığımla ilgili ilk kampanyayı Urfa’da ve Emine Şenyaşar’ı ziyaret ederek vereceğim çünkü şuna çok iyi inanıyorum, bu tarihsel bir gerçekliktir de aynı zamanda, Fırat’ın kenarı o kadar önemli ki Ömer, Fırat’ın kenarını özellikle adalet anlayışının bir sembolik değeri olarak ifade etmiş.

Yani buradan çıkardığım sonuç şu: Fırat Havzası’nda, Mezopotampa Havzası adalet bulmayınca, oradaki insanlar hukuklarına kavuşmayıncaya kadar ne Türkiye toplumunun ne de dünya insanlığının rahat etme imkanı yok çünkü hedef orası gösteriliyor. Fırat’ı güven altına alın. Mesela, bölge halklarının en önemli sorunlarında birisi Fırat Havzası ile ilgili aslında. Fırat Havzası’nın geleceğiyle ilgili. Buna benzer tarihsel rivayetler de ifade ediliyor. Onun için orası çok önemli. O sorunu çözmeden, o halkın insani talepleri karşılanmadan, hukuksal talepleri karşılanmadan Türkiye toplumunun rahat etme imkanı yok.