Bakırhan: Demokratik entegrasyon sadece Kürt sorununun çözümü değil, Türkiye'nin demokratikleşmesinin anahtarıdır

Haber Merkezi - Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, "Demokratik entegrasyon sadece Kürt sorununun çözümü değil, Türkiye'nin topyekûn demokratikleşmesinin anahtarıdır. Yani birlikte yaşamının önünü açacak düzenlemeler entegrasyon yasalarının bir an önce çıkarılmasına bağlıdır" dedi. 

Bakırhan, partisinin haftalık grup toplantısında güncel gelişmelere ilişkin değerlendirmelerde bulundu.  

3 Kasım 1992 tarihinde faili meçhul bir şekilde katledilen Halkın Emek Partisi (HEP) Antep İl Başkanı Abdulsamet Sakık’ı anarak konuşmasına başlayan Bakırhan, "O’nun şahsında demokrasi mücadelesinde çalışırken, emek verirken yaşamını yitiren bütün arkadaşları da saygı ve minnetle anıyorum. Yine 2022 yılında haksız ve hukuksuz bir şekilde yaklaşık 3 yıl cezaevinde tutsak kalan Semra Güzel arkadaşımız dün tahliye edildi. Aramıza hoş geldi. Geçmiş olsun dileklerimizi iletiyoruz. Bir önceki dönem milletvekilimiz olan Hüda Kaya’ya da bir buçuk yıllık bir ceza verildi. Ona da geçmiş olsun dileklerimizi iletiyoruz. Bu ülkenin sorunlarının konuşana, muhalefet edene ceza verilmeyle çözülmeyeceğini bir kez daha belirtiyorum. Tam 9 yıl önce 2016 4 Kasım’ında demokratik siyaset susturulmak istendi. Eş Genel Başkanlarımız Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş ile birlikte birçok milletvekilimiz 9 yıl önce bugün evlerinden, iş yerlerinden alınıp tutuklanarak cezaevlerine gönderildiler. 4 Kasım 2016 salt bir hukuk operasyonu veya basit bir tutuklama dalgası değildi. Bu tarih, iktidarın Kürt meselesine yaklaşımında yaşanan radikal bir paradigmanın aynı zamanda miladıydı. Hedef sadece tutuklanan arkadaşlarımız değildi. Onların temsil ettiği 3'üncü yol paradigmasıydı. Demokratik Kürt siyasetiyle Türkiye sol sosyalist güçlerinin kurduğu ittifakı dağıtmaya dönüktü. Barışı ve eşitliği kararlıca savunanları cezalandırmaktı" şeklinde konuştu.

"Kayyımlar devam ediyor"

Halkların Demokratik Partisi'ne (HDP) yönelik yapılan "4 Kasım Siyasi Darbesi"ni anımsatan Bakırhan devamla şunları söyledi:

"4 Kasım iradeye yapılan müdahale kısa bir süre sonra yerel yönetimlerle devam etti. Yine o tarihlerde birçok belediyemize kayyımlar atandı. Bugün Sayın Ahmet Türk de burada. Onun da içerisinde olduğu birçok belediye eş başkanlarımız ve yöneticilerimiz de bu kumpas davaları sonucu cezaevlerine konuldu. O gün döşenen yol bugün Hakkari'den İstanbul'a uzanan kayyımlarla devam ediyor. Bu süreç hukukun bir siyasi araç olarak kullanılmasına Geçişi hızlandırdı. Bugün birlikte yaşıyor görüyoruz. 4 Kasım sonrasında hukuk çok daha fazla keyfiyet alanına çekildi. Geçen tüm zorlu süreçlere rağmen ne biz dışarıda kalanlar ne de içeride olan arkadaşlarımız mücadele etmekten vazgeçmediler. Hiçbirimiz geri adım atmadık. Onun için bugün buradayız. Barışın, eşitliğin, özgürlüğün en ön saflarında yer almaya devam ettik.

"Demokratik siyaseti susturmak isteyenlere yanıtımız barışın dili susmaz"

Biz Meclis'te, arkadaşlarımız cezaevlerinde; biz meydanlarda onlar mahkemelerde adaleti ve barışı savunmaya devam ettiler. Demokratik siyaseti susturmak isteyenlere yanıtımız barışın dili susmaz, barışın dilini susturamazsınız oldu. Bugün konuştuğumuz barış süreci tam da 4 Kasım’da dayatılan tasfiye politikalarına karşı gösterilen mücadelenin, sabrın ve kararlılığın bir meyvesidir. Şimdi bu sürecin selameti için kumpas davaları artık sona ermeli. Barış konuşacaksak kumpas bitmeli. Dün AİHM Selahattin Demirtaş hakkında 8 Temmuz 2025'de verdiği kararda Kobanê Davasındaki tutukluluğun siyasi saiklerle sürdürüldüğünü açıkça tespit etmiş ve tahliyesini istemiştir. İktidarın 8 Ekim'de son gün yaptığı itiraz reddedildi. Böylece Selahattin Demirtaş Kobanê Kumpas Davasında yargılanan arkadaşlarımızın kararı kesinleşmiş oldu. Türkiye, AİHS’in 46. maddesi gereği bu ve daha önce verilmiş AİHM kararlarına uymakla yükümlüdür. Bu nedenle vakit kaybetmeden bir an önce başta Figen Yüksekdağ, Selahattin Demirtaş ve Kobanê Kumpas Davası'nda yargılanan bütün arkadaşlarımız serbest bırakılmalıdır."

“Binlerce siyasi tutsak derhal bırakılmalıdır”

Türkiye'nin normalleşmesi ve toplumsal barışın tesisi hukuka uymaktan geçer. Bu hukuksuzluğu sürdürmenin vicdani ve siyasi karşılığı artık kalmamıştır. Bu kısır döngü bu ayıp artık bitmelidir. Yüksekdağ, Demirtaş, Ali Ürküt, Nazmi Gür, Alp Altınörs, Günay Kubilay, Aynur Aşan, Bülent Parmaksız, Dilek Yağlı, İsmail Şengül, Pervin Oduncu, Zeynep Karaman, Zeynep Ölbeci, Zeki Çelik artık özgür olmalıdır. Ayrıca Leyla Güven, Selçuk Kozağaçlı, Osman Kavala, Can Atalay, Selçuk Mızraklı, Mehmet Sıddık Akış, Cihan Kahraman, Bekir Kaya, Ayşe Gökkan ve daha adını sayacağımız yüzlerce binlerce siyasi tutsak arkadaşlarımızla derhal serbest bırakılmalıdır.

"Sürgündeki arkadaşlarımız artık dönmelidir"

Yine Selim Sadak gibi sürgünde bulunan arkadaşlarımız da artık kendi topraklarına dönmelidir. Kumpas dosyaları kapanmalı, demokratik siyasetin alanı genişletilmelidir. Barışın temeli demokratik siyasettir. Sürecin güvencesi de demokratik siyasettir. Tam da 4 Kasım'ın yıl dönümünde bir kez daha çağrımızı açık ve net bir şekilde yapmak istiyoruz. Sürgündeki arkadaşlarımız ülkesine; tutsak siyasetçiler meydanlara barış da artık bu topraklara dönmelidir diyoruz. İşte bu dönüşlerin olabilmesi için devletin demokratik dönüşümü gereklidir. 1 Ekim'de başlayan süreç sadece bir barış süreci değil. Bu aynı zamanda devletin demokratik dönüşümünün imtihanıdır. Peki devletin demokratik dönüşümü ne demek; Türkiye hepimizin ortak evidir! Bundan ötürü duvarları tek tipçilikle örülen, pencereleri tek yöne baktırılan bir evde ne ortak yaşam olur, ne mutluluk olur. On yıllardır hatalar yapılıyor. Devlet ben bilirim dedikçe hatalar büyüyor, yurttaş küçülüyor, yurttaşın hakları küçülüyor. Devlet halkın hizmetkârı değil, sahibi gibi davrandı ve davranmaya devam ediyor. Ben bilirim kibriyle halkın sesini boğdu. Türkiye'nin binbir rengini, dilini, inancını bir tehdit olarak gördü. Toplumu tek bir kalıba zorlayarak kutuplaştırdı ve milyonları ortak evin dışına itti. Demokrasinin temeli olan denge ve denetleme mekanizmaları yok edildi. Yargı siyasi bir aygıta dönüştürüldü. Meclis etkisiz kılındı. Yerel yönetimler merkezi kıskacıyla nefessiz bırakıldı. Kim kimi denetliyor belli değil. Bir denetleyen var mı o da belli değil.  

“Bir ülke barışla büyür korkularla küçülür”

Demokrasilerde Meclis yürütmeyi denetler, yargı herkes için eşit çalışır; hükümet de Meclis'e hesap verir. Peki Türkiye’nin bu durumda ihtiyaçları nedir? Devletin halka hükmetmediği,  halka hizmet ettiği bir düzen kurulsun. Hiç kimsenin kimliğinden ve inancından dolayı ötekileştirilmediği bir ortak yaşam inşa edilsin. Yargının bağımsız, Meclis'in güçlü ve yürütmenin şeffaf olduğu gerçek bir denetleme ve denge sistemi tesis edilsin. Sorunlar şiddetle değil, müzakere ve diyalogla çözülsün. Toplumsal barış sağlansın ve irade yerellerde, halkın bizzat kendisinde olsun. Güçlü bir şekilde yerel demokrasi güvence altına alınsın. Yas gibi en kutsal hakka saygı duyulsun. Bu vesileyle ifade etmek isterim ki, dün Şırnak'ta, ondan önceki gün Urfa ve Ağrı'da taziyelere yapılan çirkin saldırıları kabul etmiyoruz ve kınıyoruz. Barışmanın en gerçekçi yolu herkesin yas hakkına saygı göstermektir. bu ve buna benzer onlarca öneri yapabiliriz. Fakat kısaca sözün özü şudur. Bir ülke barışla büyür, korkularla küçülür. Biz barışla ülkeyi ve demokrasisini büyütmek istiyoruz. 

“Kürt meselesi Türkiye'nin demokrasisinin kilit taşıdır”

Değerli halkımız, içtenlikle söyleyelim. Bu süreç toplumun tüm kesimlerini içine almak zorunda. Bunun yolu 2024 Ekim'inde başlayan süreci gerçek bir demokratik dönüşüme çevirmekten geçiyor. Mardin'den Muğla'ya, Kars'tan Hatay'a herkes bu dönüşümün öznesi olmalı. Çünkü biliyoruz ki Kürt meselesi Türkiye'nin demokrasisinin kilit taşıdır. O taş yerine oturmadıkça üzerine inşa ettiğiniz hiçbir şey sağlam olmaz. Haliyle Kürt meselesi çözüldükçe Türkiye demokratikleşecek, demokratikleşme genişledikçe hepimiz daha özgür ve rahat nefes alacağız. Bu vesileyle dün heyetimiz Sayın Öcalan'la bir görüşme gerçekleştirerek açıklama yaptılar. Sayın Öcalan'ın herkese, hepimize Türkiye'deki emekçilere, yoksullara selam ve sevgileri var. Sağlığı ve moralinin güçlü olduğunu arkadaşlarımız söyledi. Sayın Öcalan, dün özellikle tarih ve sosyoloji üzerinde durarak tarihsel Türk-Kürt ilişkilerini bu iki kulvardan onarmayı, güçlendirmeyi öneriyor. Tarihi bir mesele için büyük çalışmalar yapıldığını, bunu yaparken de özellikle çizgiler çekerek değil kapsayıcı şekilde yıkıcı ve negatif değil pozitif bakmak gerektiğinin altını özellikle çizdiğini belirtti arkadaşlarımız. Son olarak da Kürt olgusunun Cumhuriyetin yasallığına dahil edilmesi için demokratik entegrasyona dikkat çekerek ciddiyet ve sorumluluğa herkesi davet ettiğini belirtmiş. Peki bunu nasıl yapacağız? Elbette demokratik entegrasyon yasalarını geçirerek yapacağız. 

“Demokratik entegrasyonu zıttı olan asimilasyonla kıyaslayarak açıklamaya çalışacağım”

Peki nedir bu demokratik entegrasyon? Çünkü herkes bu süreci biraz kendisine göre okuyor, kendisine göre tarif ediyor. Biz gerçeğini söyleyelim. Demokratik entegrasyon kavramı özce birbirine alışma, birbirine sahip çıkma, birbirine uyumdur. Demokratik entegrasyonu zıttı olan asimilasyonla kıyaslayarak açıklamaya çalışacağım. Çünkü birileri bu süreci asimilasyon süreci olarak tarif ediyorlar. Yıllardır bu topluma dayatılan asimilasyon unut der. Dilini unut, kimliğini unut, benliğini unut, onurunu unut, benim gibi ol der asimilasyon. Asimilasyon eritir, yok eder, tek tipleştirir. Sayın Öcalan'ın önerdiği demokratik entegrasyon var ol der.  Sen Kürt olarak, o Türk olarak, diğeri Süryani olarak, Alevi olarak hep birlikte Demokratik Cumhuriyet'in eşit yurttaşları olarak yaşayalım der. Biri yok eder, diğeri kucaklar, biri reddeder, diğeri sahip çıkar. İşte ikisinin arasındaki fark bu kadar net ve açıktır. 

“Demokratik entegrasyon yasaların çıkmasına bağlıdır”

Demokratik entegrasyon haklar ve inançların kendi diliyle, kültürüyle, kimlikleriyle özgürce yaşamasının adıdır. Devletin buradaki görevi halkları birbirine benzetmek değil, herkese eşit mesafede durup her birinin kendi kökleriyle büyümesini garanti altına almaktır. Bu nedenle demokratik entegrasyon sadece Kürt sorununun çözümü değil, Türkiye'nin topyekûn demokratikleşmesinin anahtarıdır. Kimsenin devlete ters düşerim. Başıma iş tarafların birbirini kabul etmesi ve birlikte yaşamayı esas almasıdır. Farklı renklerin, kültürlerin bir araya gelip birbirini tamamlamasıdır. Önemli olan birlik ve uyumdur. Bunun yolu da demokratik entegrasyon yasalarıdır. Sıkça dile getirdiğimiz daha henüz bir adımın atılmadığı ama önümüzdeki günlerde atılacağına dair umudumuzu koruduğumuz entegrasyon yasalarıdır. Yani birlikte yaşamının önünü açacak düzenlemeler bu yasaların bir an önce çıkarılmasına bağlıdır. Tarih bize bu fırsatı sunuyor. Vakit bu büyük dönüşümü gerçekleştirme vaktidir. Bu tarihi fırsatı hep birlikte değerlendirelim, heba etmeyelim diyorum.” 

Bahçeli'ye teşekkür

Grup toplantısı sonrası gazetecilerin sorularını yanıtlayan ve Devlet Bahçeli'ye teşekkür eden DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, "Çok doğru söylemiş. Değil 1 gün, değil 1 saat, 1 dakika, 1 saniye geçirmeden başta Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ Eş Genel Başkanlarımız olmak üzere Kobani kumpas davasından yargılanan bütün arkadaşlarımızın özgürlüğüne kavuşması gerekiyor, serbest bırakılmaları gerekiyor" ifadelerini kullandı.