İstanbul (Rûdaw) – Prof. Dr. Mehmet Çelik, "Barışmak, birbirine ulaşmaktır" diyerek Türkiye'nin yeni bir toplumsal olgunluğa adım attığını söyledi. Çelik, "Kardeşlik, merhametle değil adaletle mümkündür" dedi.
Bahçeşehir Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mehmet Çelik, Rawin Sterk'in sunduğu "Gel Anlat" programına konuk oldu. Çelik, PKK'nin Türkiye'den çekilme kararı ve bu kararın bölgesel yansımaları üzerine önemli değerlendirmelerde bulundu.
Sürece dair büyük umut beslediğini ifade eden Prof. Dr. Çelik, "Ömrümün hiçbir döneminde umutsuz olmamıştım ama bugün umut katsayım oldukça yükseldi. Umarım bu mutluluğumuz devam eder" dedi.
"Kurt puslu havayı sever: Savaş zenginleri rahatsız"
Prof. Dr. Çelik, bu tarihi açıklamadan rahatsızlık duyan çevreler olup olmadığı sorusuna, "Mutlaka var" yanıtını verdi.
Geçmişte bir protez bacak firmasının barış sürecini engellemek için sponsor olduğunu hatırlatan Çelik, "Çünkü eğer çatışmalar durursa, mayınlar patlamazsa, bombalar patlamazsa, protez bacağa kolay gerek kalmayacak. Kurt puslu havayı sever. Bundan da birileri beslenir yani. Beslendiğiniz şeyin yok olmasını istemezsiniz" ifadelerini kullandı.
Bu çevrelerin başında silah tüccarları ve savaşın devamından ekonomik rant elde edenlerin geldiğini vurgulayan Çelik, "Hâlâ bu harp zenginleri maalesef tabutumuzun üzerinde zar atmaya devam ediyorlar" şeklinde konuştu.
"Faşizm bir kriz ideolojisidir"
MHP'nin bugün sürecin motor gücüyken, MHP'den ayrılan grupların ve partilerin bu sürece neden karşı çıktığı sorusuna Prof. Dr. Çelik, kriz dönemlerinde "ırkçılık ve dinciliğin patlama yaptığını" belirtti.
"Faşizm bir kriz ideolojisidir" diyen Çelik, bu tepkilerin yükselmesinin önündeki en büyük engelin krizi büyütmemek olduğunu söyledi.
Çelik, şu ifadeleri kullandı:
"İnsanın kendi milliyetini, milletini sevmesinden daha doğal bir şey yoktur. Kendi dinini sevmesinde de doğal olmayan bir şey yoktur fakat mensup olduğunuz dine olan sevginiz ya da mensup olduğunuz halka olan sevginiz bir başka halka düşmanlık suretinde tezahür ediyorsa buna faşizm denir. Faşizm bir kriz ideolojisidir. Bu tepkilerin yükselmesinin önündeki en büyük engel krizi büyütmemektir.
Krizin büyümemesi için de demokratik adımların atılması ve anayasal açılımların bu savaşı durdurduğunu ilan eden grupların güvencesini sağlamak açısından son derece önemli. Ama onlar yani bu küçük gruplar, bunlar Naziler de Almanya'da Turkenraus deyip duruyorlar ama onların bir kıymetli harbiyesi de yok. Ayrıca burada şöyle bir şey var. Bir kısmı vatandaş olmuş ama Türkler Almanya'da misafir, bir kısmı. Ama bizim buradan gideceğimiz bir yer falan yok yani. Burası bizim vatanımız. Misafir değiliz. Yani Cem Karaca merhumun bir şarkısında geçer. Duvara astığınız çorabın sahibi geldi. Biz artık buradayız."
Çetin Altan'ın "Göl dibinde yosunum anladın mı tosunum. Ey aynadaki budala, ben senin hem boyunum hem de posunum" sözleri ile Türkiye'deki akademilerin durumuna gönderme yapan Prof. Dr. Çelik, "Birbirinden bağımsız işleyecek kurumlar dünyanın hiçbirinde yok" dedi.
Vatandaşlık ve asabiye tanımı
"Uluslar devlet kurmazlar, devletler ulus kurar" diyen Çelik, "Ulusları yaratırlar. Devletler ulus kurarken de bir paradigma oluşturur. Bu paradigmaya İbn Haldun'un bakış açısıyla asabiye de diyebilirsiniz. Bu asabiye değiştiği zaman mesela ümmet asabiyesinden ulus asabiyesine geçildiği zaman ulusun ne olacağına dair tanımları kendiniz yaparsınız" yorumunu yaptı.
Cemil Meriç'in "Her tarif bir tahriftir" sözlerini hatırlatan Çelik, şöyle devam etti:
"Burada bir tahrifat yapıldı. Nedir o tahrifat? Şöyle bir kurgu vardı, bunu işte paradigmanın iflasında da görebilirsiniz, birçok yerde de görebilirsiniz. Şöyle bir tanımlama yapılacaktı. 'Türkiyeli, Türk kimdir?' Türkiye Cumhuriyeti kurulurken nasıl bir vatandaş tanımı yapılmıştı? Şöyle bir vatandaş tanımı yapılmıştı: Türk olacaksın, Sünni olacaksın, Hanefi olacaksın ama Alevi gibi yaşayacaksın. Ve bu aslında Alevi'nin de hakkının ihlalidir. Sünni'nin de hakkının ihlalidir. Kürt'ün, Çerkes'in, Laz'ın da herkesin de.
Mevlana diyor ki 'Gökkuşağı neden güzeldir? Çünkü onda yedi renk vardır.' Ama modern devletlerin tamamı gri zekalıdır. Gri zeka şununla alakalı. Geri zeka demiyorum. Gri evet. O gri zekalılık şudur. Oluşan paradigma, oluşan ulus anlayışı beyazın beyaz, siyahın siyah kalmasına müsaade etmiyor. İkisini karıştırıp en kirli renk olan griyi elde etmeye çalışıyor. Gri, kirin rengidir biliyorsunuz. Bırakın ben kendim kalayım, siz de kendiniz kalın."
Annesinin bir Ermeni ile bir Müslüman'ın aşkını anlatan Kürtçe "Tu ser dinê xwe, ez ser dînê xwe tu yara minî" (Sen kendi dininde, ben kendi dinimde ama sen benim sevgilimsin) şeklindeki şarkısını aktaran Çelik, "Benim seni sevmem için sana benzemem ya da sana dönüşmem gerekmiyor ki. Ayrıca aynı dili konuştuğumuz bütün insanlarla iyi anlaştığımız anlamına da gelmez" dedi.
Mevlana'nın Mesnevisi'nde geçen "Aynı dili değil, aynı şeyi hissedenler anlaşır" sözlerine dikkati çeken Prof. Dr. Çelik, aynı dili konuşanların anlaşmak gibi bir mecburiyeti olmadığını, "ismin değişmesiyle gerçeğin değişmediğini" söyledi.
Çelik, şöyle devam etti:
"Türkiye Cumhuriyeti de mesela bu Arap baharından sonra görmüş olduğunuz bir şey var. O da Ortadoğu'da bütün asabiyelerin yeniden şekillendiği. Pan-Arabizm öldü, Baas öldü. Ardından bir baktık ki insanlar etnik milliyetçiliğe başlar. O tavsadı bu sefer mezhepçiliğe geçildi. Sonra devlet dışı güçlerin ortaya çıktığını gördük. İnsanlar savaşa bir nedenle başlarlar, bir sebebi vardır, bir hikmeti vardır. Zaman içerisinde savaş niye başlamıştı herkes unutur. Savaşın kendisi gaye olur. Ne zaman ki savaşın niye başladığını hatırlarsanız barış sürecine girersiniz. Biz bugün niye başladığını yeniden hatırlıyoruz. Diyoruz ki böyle olmuştu ama artık bu yeter. Kürtçedeki 'edi bes e' diyoruz. İstanbul'da yaşayan bir vatandaş olarak Şırnak'ta benimdir diyorum. Edirne'de benimdir diyorum. Edirneli vatandaşın da Şırnak'ın kendisine ait olduğuna dair hakkını savunuyorum. Bu böyle olur. Eğer ki bu süreç devam edecekse bu çekilme ile birlikte yeni adımlar, özgürlük alanları açılır."
"Akademi inkar ve asimilasyonun bir parçası olarak devreye girdi"
Prof. Dr. Mehmet Çelik, "Akademinin Türkiye'de iyi bir sınav verdiğini kimse söyleyemez. Çünkü inkar ve asimilasyonun bir parçası olarak devreye girdi" dedi.
Noam Chomsky'nin "Sosyal bilimler egemenin keşif koludur. İşgalin doğrulayıcısıdır" şeklindeki sözlerini hatırlatan Çelik, "Amerika'yı işgal edebilmeniz için şunu söylemeniz lazım. 'Kızılderililer avcı ve toplayıcı toplumlardır. Bizim onların işgal ettiğimiz bir toprağı yok.' Ama onlar orada yaşıyorlar" diye konuştu.
"Asimilasyon son bulmalı"
PKK'nin Türkiye sahasından çekilmesiyle birlikte değişecek yasalar ve asimilasyonun son bulması konularına da değinen Prof. Dr. Çelik, "Olmayacaksa o zaman neden barışıyoruz?" diye sordu.
Barışın, "varmak" sözcüğünden türediğini ve birbirine ulaşmak anlamına geldiğini ifade etti. Kürtçenin ve Kürt kültürünün önündeki tüm engeller kaldırılmadıkça, eğitim hakkı savunulmadıkça, barışın tam anlamıyla sağlanamayacağını söyledi.
Çelik, "Bir evde bütün kardeşlerin adı Mehmet olsa, anneleri babaları bile onları ayıramaz, tanıyamaz. Tarif edemez. Benim adım Mehmet olsun. Sizin adınız da Ahmet olsun. Ama biz barışabiliriz. Kürtçenin ve Kürt kültürünün önündeki bütün engeller kaldırılmadıkça, eğitim hakkı savunulmadıkça, bu eğitim hakkı verilmedikçe evet barış olur ama barışı yaptığınız taraf yavaş yavaş eriyip gider. Ve bir zaman sonra dersiniz ki biz birilerine zulmettik" ifadelerini kullandı.
Hz. Ali'nin "gelecek nesiller sizden ibret almadan geçmiş nesillerden ibret alın" şeklindeki sözlerine atıfta bulunan Çelik, şu ifadeleri kullandı:
"Bu ibret, küçüle küçüle, 22 kat küçülerek, 21 kat küçülerek elimizde kalmış olan bir Türkiye coğrafyası var. Beyler bunu böyle yapmayalım. Bakın bizim Kürt coğrafyasında, barışın iki sembolü de bir Kürt coğrafyasından çıkmıştır. Nedir? Beyaz güvercin ve zeytin dalı. Kürtlerin geleneksel beyaz tülbenti harika bir şeydir. O başka bir konu. Orada da tanımadığınız bir kültürün meselesi var. 13. yüzyılda Hacı Bektaş'ın yanında Kadıncık diye bir hanım vardır. Oradan geçen bir derviş der ki 'hünkârım bu eşiniz mi?' diye sorar. O 'hayır, eşitimdir' der. 700 sene önce. Eşitlik şudur. Eşitlik nasıl elde edilir?
Baudelaire'in 'Paris Sıkıntısı' diye bir eseri vardır. Orada Baudelaire diyor ki 'Canım burnumdaydı, sıkılıyordum. Gidip meyhanede bir iki kadeh atayım diye ilerlerken baktım ki yerde bir dilenci oturuyor. Bana dedi ki İsa hatırına bana bir sadaka ver. Ben de canım sıkıntılı olduğu için onu tekmeledim. O ölü adam dirildi. Benim ağzımın burnunu kan doldurdu. Sonra elimi cüzdanıma attım dedim ki efendim benimle eşit olduğunuzu ispatladığınız için paramın yarısı sizin.' Ve sonra Baudelaire şöyle bir hükme varır ki bu bence külli bir hükümdür. Başkasına özgürlük fetheden, başkasına özgürlüğü açan özgürdür. Benimle eşit olduğunu ispatlayan eşittir."
Türkiye'nin içine girdiği barış sürecinin sadece çatışmaların durması anlamına gelmediğini, aynı zamanda köklü bir zihniyet ve anayasal değişim gerektirdiğini vurgulayan Çelik, "Yönlendirmenin nasıl yapılacağına dair stratejilerin belirlenmesi lazım. General Goebbels'in 'Düşman yarat, dayanıştır, düşündürme' formülüyle hareket edilirse yeniden kargaşa çıkar" uyarısında bulundu.
"Barbarlar değil, kardeşler geliyor"
Prof. Dr. Çelik, dünyadaki büyük değişimlerin iki temel formülü olduğunu belirtti: "Güçlünün iknası, güçsüzünün tatmini."
Türk halkına seslenerek, "Biz Romalıların beklediği Vizigotlar, Gotlar, Hunlar değiliz. Barbarlar gelmiyor. Buraya gelenler sizin kardeşleriniz" dedi.
Ancak kardeşlik söylemine dikkat çeken Çelik, Sezai Karakoç'un "Kardeşiz derken dikkat edin Habil misin, Kabil misin?" sözünü hatırlatarak, "Ben Habil ya da Kabil olmak istemiyorum. Ben Yusuf'la Bünyamin'in birbirini sevdiği gibi iki kardeş olmak istiyorum" ifadelerini kullandı.
"Kardeşiz ama annenin dilini konuşamazsın diyemezsiniz!"
Çelik, "İşte bu iki kardeş olabilmemiz için sizin bana şu hakkı tanımanız lazım: Kardeş olalım ama sen kendi annenin dilini konuşma diyemezsiniz. Annemle nasıl konuşacağım o zaman? Biz nasıl kardeş olacağız? Bu olmaz" diyerek, dil ve kimlik haklarının kardeşliğin temelini oluşturduğunu vurguladı.
"Herkes Türkiye vatandaşıdır, Türk değildir"
Türkiye'nin köklü bir asabiye (toplumsal dayanışma ruhu) değişimine gitmek zorunda olduğunu belirten Prof. Dr. Çelik, "Artık şunu herkes şapkasının önüne koyup düşünmeli: Arkadaş, bizim asimile ettiğimiz, yok saydığımız, etnik milliyetçilik üzerinden herkesi aynı renge boyadığımız dönemler geçti" dedi.
Yeni bir toplumsal mutabakat çağrısı yapan Çelik, "O zaman biz vatan, ülke ve anayasa birliği üzerinden yeniden bir asabiye oluşturalım ve Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığını yeniden tanımlayalım. Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne anayasal yollardan bağlı olan herkes Türkiye vatandaşıdır, Türk değildir" şeklinde konuştu.
Türk olmanın kötü bir şey olmadığını, ancak herkesin Türk olmak zorunda olmadığını, kendisinin de en iyi Türkçe konuştuğunu ancak Türk olmadığını ifade etti.
"Merhamet değil, adalet istiyorum"
İlişkilerde adaletin önemine dikkati çeken Çelik, bir Türk atasözünü hatırlattı:
"'Olma çekiç gibi hep sana hep sana, olma keser gibi hep bana hep bana, ol testere gibi bir bana bir sana.' Benim senden beklediğim şey merhamet değil, adalet. Ben senden hoşgörü istemiyorum, eşitlik istiyorum."
Nietzsche'nin "Merhamet yarı adalettir, çünkü kurda merhamet, kuzuya zulümdür" sözünü alıntılayan Çelik, "Bana merhamet duyacaksan insan olarak eyvallah, merhamet çok güzel bir duygudur. Ama Kürtlere 'ne verelim' gibi bir düşünce olmamalı. Sen veren değilsin, lütfetme makamında da değilsin. Biz kardeşsek baba bunu aramızda eşit paylaşacak, bu kadar basit" ifadeleriyle eşitlik talebini net bir şekilde dile getirdi.
Kemal Tahir'in "Devlet ana" kurgusuna atıfta bulunarak, "Anne hepimizi sevecek" dedi.
Ersen ve Dadaşları grubunun eski bir şarkısına gönderme yaparak, "Sen içeride ben dışarıdaydım" sözlerinin kardeşlik söyleminin içinin doldurulması gerektiğini gösterdiğini belirten Çelik, "İnsanın ulaşabileceği her şeye Kürt de ulaşacak, Çeçen de ulaşacak, hepimiz ulaşacağız" şeklinde konuştu.
"Kanatlarına adil davranmayan kuş uçamaz"
Prof. Dr. Çelik, bilge Halil Cibran'ın "Kanatlarına adil davranmayan kuş uçamaz" sözünü hatırlatarak, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin bölgenin süper gücü olmaya adaysa, kalkınmanın zirvesine ulaşmak istiyorsa, "Alevilerle, Kürtlerle, sekülerlerle, Çingenelerle yani Roman vatandaşlarla barışmalı" çağrısında bulundu.
Nasreddin Hoca'nın "Hayatta rahat etmenin üç yolu vardır: Biri bana ne, biri sana ne, biri kime ne" sözünün anayasa niteliğinde olduğunu belirten Çelik, Kürtçe dilinin varlığı, Aleviliğin tanımı gibi konuların "Bana ne, sana ne, kime ne" bakış açısıyla ele alınması gerektiğini söyledi.
Çelik, "Sen benim yerime düşünüp o güzel kafanı yorma kardeşim, ben kendi yerime düşünebiliyorum" diyerek bireysel özgürlük ve kendini ifade etme hakkının önemini vurguladı.
Arap kelimesinin "usta", Acem kelimesinin "çocuksu", barbar kelimesinin ise aslında "kekeme" anlamına geldiğini açıklayan Çelik, geçmişten günümüze süregelen ötekileştirici ve kategorize edici dillerin sona ermesi gerektiğini söyledi.
Bir Çin atasözünü hatırlatarak, "Camdan bir sarayda oturuyorsan komşunun duvarına taş atmayacaksın" diyen Prof. Dr. Mehmet Çelik, toplumsal barış ve uyum için herkesin birbirine saygı duyması gerektiğini vurguladı.
İnsan kelimesinin kökeninin "ünsiyet" yani "başkasına alışabilme" anlamına geldiğini belirten Çelik, "Umarım buradan başlayan bir hareketle biz yeniden insan olduğumuzu hatırlarız. Bana alışacaksın, ben de sana alışacağım" sözleriyle konuşmasını sonlandırdı.
Yorumlar
Misafir olarak yorum yazın ya da daha etkili bir deneyim için oturum açın
Yorum yazın