Ortadoğu karmaşası her geçen gün artarak devam ediyor. Bölge belirsiz bir geleceğe sürükleniyor. Şimdi de bir yanda İran, diğer yanda Suudi Arabistan ve destekçileri. Zıtlaşmanın tarihi ilk dört halifeye kadar gidiyor. Mezhepsel çelişki zamanla hayali hikayelerle beslendi,hurafe ve dogmaya dönüştü. En ilginci de şu; bugünkü sorunları bile o dogmayla çözmek istiyorlar.
Biliyoruz ki hikayenin etnik bir karakteri de var. Sözkonusu savaş özünde Araplar’la Farslar’ın egemenlik savaşıdır. Bu iki özellik, çeşitli etnik ve toplumsal öğelerle harmanlanmıştır. Karşımıza o karmaşık halleriyle çıkıyorlar. Yakın zamana kadar bölgede mutlak Sunni egemenliği vardı, çeşitli versiyonlarda Şii azınlıklar ve aslında onlara uzak olan Aleviler baskı altındaydı. Tersinin vakaa olduğu İran, bu azınlıklara el atmış, başkaldırıyorlar.
Kavgalı ülkelerin şu ortak özelliğini akılda tutmak gerekir. Tümünde de demokrasi, ifade ve örgütlenme özgürlüğü, kadın hakları, etnik ve kültürel azınlıkların hakları gibi temel haklar yoktur. Petrol gibi doğal zenginliğe rağmen, yoksulluk felaket boyutlarındadır. Zenginlik egemen gruplara ve silahlara gidiyor. Yaşaşın savaş! Yığınların dikkatini iç sorunlardan uzaklaştırıyor. Mevcut savaşı nasıl isimlendirirsek isimlendirelim, netice sıralanan nedenlerin sonucudur.
İran
1979’da Humeyni’nin iktidarı alışı belki akıllardadır. Körfez’in Arap ülkelerini korkutmuş, onlar da Saddam’ı üstüne salmışlardı. Humeyni iktidarı, beklentileri ilk günden boşa çıkarmış, Fars ırkçılığı ve Şii dogmatizmiyle kutsanan bir diktatörlük kurmuştu.
Devrim günlerinin arkadaşlarını zindana atmış, grup grup katletmişti. Kürdistan’da katliamlar birbirini izlemiş, İran halklarının zindadına dönüşmüştü. Yoksulluk içinde yüzen her tarafı yamalı İran, aç ve demokrasiye susamış toplumun yönünü Şii ideolojili Fars imparatorluğunu inşa rüyasına ve atom silahına çevirmişti.
İran’ın bu gözükaralığının örneklerini bölgenin birçok yerinde ibretle izliyoruz.Diyeceksiniz ki tüm bu olumsuzluklara rağmen İran, Suudi’den daha iyi değil midir? Üstelik el-Kaide, el-Nusra ve DAIŞ belası var. Tümden haklısınız. Fakat iki taraftan birini hiç de seçmek zorunda değiliz. Burada amacım iki tarafın da ırkçı, baskıcı, antidemokratik ve savaş kışkırtıcısı yönelimlerini gözler önüne sermektir.
Şunu da vurgulayayım, tüm kabadayılığına rağmen İran yayılmış bir savaşı kaldıramaz. Zaten temel bir amacı, savaşı ülkesinden uzaklaştırmaktır. Bu yönelimi İran’ın suçlarını daha artırıyor çünkü başka toplumları kendi çıkarı için savaştırıyor. Ama kim bilir? Olabilir ki İran yaptığı yanlışlarla savaşı kendi ülkesine çekiyor ve olabilir ki diğerleri de fırsat bu fırsat savaşı İran toprağına yaymak istiyorlar.
Arap cephesi
Arap Birliği, sepetteki akrep yığınını andırmasına rağmen ortak bir duruşları olabiliyor. Öyle görünüyor ki başta Suudi olmak üzere Körfez ülkeleri, Şii kuşatması tehlikesini yaşıyorlar. Konu biz Kürtler olunca şu konuda artık kuşkumuzun olmaması gerekir. El-Kaide, el-Nusra ve DAIŞ, Arap ırkçılığının piçleridirler. Şöyle bir bakalım: Irak savaşını bir yana bırakıyorum, deniyor ki Suriye savaşı günde 150 milyon dolar yiyiyor ve DAIŞ bir savaşçısına ortalama 400 dolar veriyor.
Arap ülkelerinden militanlar, ortak Arap davası gibi görerek DAIŞ’e katılıyorlar. Peki bu değirmenin suyu nereden geliyor? Körfez zenginlerinin para, silah ve istihbarat desteği olmadan, bu çarkın dönmesi mümkün müdür? Amerika basını, cihadi militanların ifadelerinden adı geçen örgütleri destekleyen rejim yöneticilerinin ve daha pek çok dini ve aşiret önderinin isimlerini sıralıyor.
Öyle ki ilişkiler kral saraylarına kadar uzanıyor. Maalesef biz Kürtler, dünü çok çabuk unutuyoruz. Halepçe soykırımını kınayan ve gündeme getiren tek Arap ülkesi var mıydı? Yoktu, çünkü soykırımı yapanlar Araptı.
Bu vesileyle bir anımı sizlerle paylaşmak istiyorum. 1980-1982 döneminde Lübnan’da Filistin örgütlerinin içinde kaldım, daha doğrusu kaldık. Cephe Nidal örgütünden bir komutan, Irak ordusuyla birlikte Kürtler’e karşı savaştığın, savaştıklarını söyledi. Kastettiği 1970-1975 dönemi olmalıydı. Eğer bugün gerekli olursa, onlar yine aynı şeyi yapacaklardır. DAIŞ örneği fazla izahata gerek bırakıyor mu?
Türkiye
“Arap Baharı”yla birlikte Türkiye açık olarak Körfez Arap ülkeleriyle işbirliği yapıyor. Para karşılığında cihadi örgütlere her türlü lojistik destek sağlıyor. Ayrıca Türkiye’deki AKP iktidarının dini muhafazakarlıkla da kendini onlara iyice yaklaştırdığı sır değil. Yine de Türkiye geleneksel politikasını değiştirmemiştir çünkü bölge dengelerini iyi izliyor.
İran düzeyinde olmasa da kalleştir. Zayıfı suistimal ediyor, düşeni tekmeliyor. Şam yönetimine düşmanlık yapıyor, peki neden savaşmıyor? Çünkü Şam’ın arkasında İran ve Rusya var. Sakın Erdoğan’ın sözlerine kanmayın. O Araplar için İran’la savaşmaz. Ama şunu yapacaktır. Arabuluculuğa soyunacak, iki taraftan da para sızdıracak, fakat İran’la statükoyu koruma peşinde olacaktır ki süreçten Kürtler eli boş çıksınlar.
ABD, Rusya ve diğerleri
ABD Ortadoğu’da bir planla mı hareket ediyor yoksa gerçekten çıkmazda mıdır? Çünkü Amerika ve müttefikleri çok iyi biliyorlar ki DAIŞ’in arkasında Suudi, Türkiye ve diğerleri vardır. Yine iyi biliyorlar ki Bağdat’ın tüm ipleri Tahran’ın elindedir.
Öncelikle şu rakamlara bir göz atalım: Suudi silah ithalatını yüzde 54 artırmış. 2014’te tek başına 6.4, Birleşik Arap Emirlikleri ile birlikte 8.6 milyar dolarlık silah almış ve 2014’ün dünya silah alım şampiyonu olmuş. Yine 2014’ün verileriyle ABD 23.7 milyar dolarlık silah satmış. Bunun 8.4 milyar dolarlık paketi Ortadoğu ülkelerine gitmiş (2013’te bu rakam 6 milyar dolardır).
Rusya 10, Fransa 4.9, İngiltere 4.1, Almanya 3.5 milyar dolarlık silah satmışlar, tabi büyük çoğunluğu bölgemiz ülkelerine. Ne karlı iş, değil mi? Yaşasın karmaşıklık ve savaş! ABD güya Suriye’nin ılımlı muhaliflerini eğitip donatıyor. Ama herkes biliyor ki o yardımın son durağı el-Nusra ve DAIŞ’tir. Aynı durum Irak’ta bu defa İran denetimindeki Irak ordusu ile Şii milislerin ilişkisi için de geçerlidir.
Biliyoruz ki son günlerde olabilir ki salt Suudi’nin tepkisi nedeniyle Amerika güya Irak’ta Şii milislerin frenine basmış ama nafile. Rusya durumdan memnun. Dikkatler Ukrayna olaylarından uzaklaşıyor. Rusya’nın eline ABD’ye sorun yaratma fırsatı geçiyor. İran’a etkili Antey-2500 roketlerini vermek istiyor. Rusya, Sunni cepheden rahatsız. Suudi’nin, Çeçen cihatçıları Rusya’ya karşı kullandığı söylentileri yaygın.
Bu arada, geleneğe sanki uymayan İsrail ve Hamas’ın tutumundan da bahsetmek gerekir. İsrail, İran+Hizbullah+Hamas’ı ilk düşman sırasına yerleştirmiş. İsrail ile el-Nusra’nın birbirine saldırmama uyumuna vardıklarına dair güçlü iddialar var. Diğer bir iddia ise, İsrail savaş uçaklarının İran hedeflerini bombalamaları durumunda, güya Suudi hava sahasının kullanılmasını önermiş.
Hamas, İran’ı destekliyor gözüken tek Sunni Arap örgütüdür. İran da herhangi bir Hamas İsrail anlaşmasını önlemeyi beceriyor. Diyeceksiniz ki İran’ın Filistin davasıyla ne ilişkisi var? Filistin olayı çoktan bir borsa olayı. Parayı basan konuşuyor, at oynatıyor.
Ve biz Kürtler
Sıralanan savaş partileri, Kürtler’e taktik bir güç, geçici bir arkadaş, sözcüğün gerçek anlamıyla uşak gözüyle bakıyorlar. Bugün de bu bakışları değişmemiştir. Aralarında İran belki en “dürüstü”çünkü bu yönlü amacını hiç gizlemiyor. Araplar mı? Onlar bizi uşak olarak bile kabul etmiyorlar. Dün Saddam, bugün DAIŞ ve olabilir ki yarın Şii milisler...
Türkiye’yi DAIŞ olayından ve Güney’e yaptığı kalleşlikten dolayı iyi tanıyoruz. Türkiye daha dil ve kimliği bile Kürtler’e fazla görüyor. Maalesef baş okşamalara rağmen, ABD ve müttefiklerinin de bize karşı politikaları değişmemiş gözüküyor. Umut ediyoruz ki gizli acendaları farklıdır.
Düşmanca tutumlarına rağmen, komşularla ilişki zorunludur. Karşılıklı ilişki ve dostluğa muhtacız. Ama şunu akılda tutarak; onların bize nasıl baktıkları önemle vurguladım, onlarla ilişkimiz hiçbir şekilde stratejik önemde değildir. Stratejik ilişki, karşılıklı ulusal haklar üzerinde kurulur. Bizim için bu hak, bağımsızlık yani devlet olma hakkıdır. Bunun dışındaki ilişki ve anlaşmalar taktikidir, geçicidir ve olabilir ki uşaklık ilişkileridir.
Öyle görünüyor ki kimi “önderlerimiz”, stratejik sözcülüğünü yanlış kullanıyorlar ya da bizden farklı bir anlam yüklüyorlar. Mevcut şartlarda bizim onlara olandan çok, Türk, Fars ve Araplar’ın bize ihtiyaçları vardır. Sanırım çoğunluğumuz bu kanıda hemfikirdir. Savaş iyi bir şey değildir. Halkların düşmanlığı daha da kötüdür. Özellikle geleceğin belirsiz olduğu böylesi bulanık dönemlerde sağduyuyu yitirmemek önemlidir.
Bizler halk olarak, demokrasiye, insan haklarına, barış ve halkların kardeşliğine olan inancımızı yitirmemeliyiz. Fakat artık bağımsızlık ve devlet olma hakkını, her türlü ilişki ve antlaşmanın temel koşulu yapabilmeliyiz. Yazımın başında hangi taraftan olduğumuzu sordum. Şöyle noktalıyorum: Hangisi bizim taraftan?
(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)
Yorumlar
Misafir olarak yorum yazın ya da daha etkili bir deneyim için oturum açın
Yorum yazın