Türkiye ile İran neden savaşmıyor?
Türkiye kapılarını cihadilere açmasa, onları eğitmese, silah ve cephaneyle donatmasa, ajan, subay ve özel timlerini savaşa dahil etmese, bugün Suriye savaşı olur muydu?
İran, Suriye rejimini para, silah ve cephane, uzman, asker ve Lübnan Hizbullahı ile desteklemese, bugün Suriye savaşı olur muydu?
Madem ki durum bu, neden iki devlet birbiriyle savaşa tutuşmuyor?
Kasr-ı Şirin Anlaşması’ndan (1639) beri Türk ve Fars egemenleri birbiriyle savaşmıyor. Nedeni Kürdistan'dır. Onlar, Kürtlerin köleliğini statüko yapmışlar ve bugüne kadar devam ettiriyorlar.
1980'den beri Türkiye'de onlarca Kürt ya da Fars İranlı muhalif, İranlı ajanlar ve tetikçileri tarafından katledildiler. İlginçtir, katiller hiç yakalanmıyor.
AKP iktidarı İran'a uygulanan uluslararası ambargoyu delmekle ünlüdür. Zaten Gülen Cemaati’nin 17-25.12.2013 operasyonunun bir hedefi bu ilişkilerdi.
İsrail, İran'da birçok atom uzmanını suikastlerde öldürdü. Hakan Fidan MİT Müsteşarı olunca, İran'a İsrail hesabına çalışan çok sayıda ajanın adını verdiği bilinmektedir ve neticede bu kişilerden çoğu hayatını kaybetti.
Türkiye, İran'ın atom programına da destek verir gözüküyor. Örneğin; 17.05.2010 tarihli Tahran Deklarasyonu ile, Türkiye ve Brezilya, İran'ın zenginleştirilmiş atomik malzemesini depolamak istediler. Ayrıca Güvenlik Konseyi'nin 9.06.2010 tarihli 1929 sayılı ambargo kararına da Türkiye muhalefet etti.
Türkiye ve İran, statükonun parçalanmasından ve Kürtlerin bundan yararlanmasından korkuyorlar ve bu korku işbirliklerinin gerekçesidir. Kimsenin bundan kuşkusu olmasın; aralarındaki büyük çelişkilere rağmen bugün de aynı amaçla gizli ilişkiler ve uyum içindeler. Onlardan asla dost olmayacağını bir daha vurgulamaya gerek var mıdır?
Türk Ordusu Suriye'ye girsin mi?
Rusya karşı oldukça, giremez. İran karşı oldukça, zordur. ABD ve NATO destek olmadıkça, imkansız gözüküyor.
Ordu da isteksiz gözüküyor(?) Erdoğan'ın ordu yardakçılığına rağmen, generaller ondan ve iktidarından nefret ediyorlar. Türkiye'de laik ve demokratik parti ve kitleler, iktidarın maceralarına karşılar. Peki böylesi bir karara imza atacak güç ve meşrulukta bir hükümet mevcut mudur? Elbette değil! Hatta artık Erdoğan'ın meşruluğu bile tartışmalıdır. Türkiye'de siyasi ve toplumsal bunalım yoldadır. İşgal adımı, bu bunalımı daha tetiklemeyecek midir?
Uşakları kullanarak durumu idare etmek, Türk Ordusu’nun bir geleneğidir. Peki çeşit çeşit cihadi gruplar ne güne duruyor? Acaba zor durumdaki Erdoğan, DAIŞ bölgesine yapılacak bir operasyonla, iktidarını eleştiri ve tepkilerden kurtarmak mı istiyor?
Neden Girê Spî'nin DAIŞ'ten alınmasından hemen sonra askeri harekat gündeme geliyor? Türkiye Carablus'un da düşmesinden ve Kobani ile Afrin'in birleşmesinden mi korkuyor? Bunu önlemek mi istiyor? İktidar çevrelerinden sızan son bilgilere göre neden budur, yoksa hiç de Esad'ı devirmek değil. Türkiye Araplar için savaşmaz. Türkiye, YPG'nin Fırat'ın batısına geçmesini güya "kırmızı çizgisi" yapmış.
Herhalükarda, zaten ölüm döşeğinde olan "çözüm süreci" tümden terkedilmiyor mu? Ya Kürtlerin tepkisi? Yoksa Erdoğan'ın zaten istediği bu mu, gerginlik ve karmaşa? Tabi ki durum Kürtler için son derece teyakuzluktur. Ama blöf ve böbürlenmeyle bir yere varılamaz. Birlik, ille de birlik gereklidir.
Olay vesilesiyle İran'ın Türkiye Büyükelçisi Ali Rıza Bikdeli'nin basına yaptığı açıklamalar da üzerinde durmayı gerektirmektedir: "Biz de Suriye'nin kuzeyinde Türkiye aleyhine herhangi bir oluşumun varlığını istemiyoruz" (28.06.2015). Anlamı: "Suriye için savaşan PYD, iyidir. Kürtçü hedefleri olan PYD, kötüdür".
Aman allahım; en koyu Müslüman oluyoruz, olmuyor. En ala demokrat ve enternasyonalist oluyoruz, yine olmuyor. Belki ulusal sorunumuzun çözümünün, bu iki ölçünün de dışında olduğunu kavrayamıyoruz.
***
Nursel hanıma övgü!
2003'te Türkiye, Kürt kazanımlarının önüne geçmek için ABD'nin Irak harekatında yer almak istedi. Kürtler (KDP ve YNK), bunu reddetti. Neticede Kürtlerin 1991 statükosu güçlendi. Ki o statüko, Türk iktidarlarının kalbinde büyük bir yaradır ve bu Erdoğan için de geçerlidir. Zaten özellikle Güney’in o statükosu nedeniyle, Rojava'daki Kürt hareketine öyle azgınca saldırıyor.
Güney'in Türkiye ile kurduğu ticari bağlar doğrudur. Kürtlerin çıkarına hitap ediyor. Tabii ki konu üzerinde tartışmayı gerektiriyor. Ama hassas özelliklerinden dolayı, konunun suistimalinden kaçınılmalıdır.
Nursel Hanım (Aydoğan) ve aynı kafadakiler şunu bilmeliler: Güney'in tahammül ve desteği olmasaydı (ki bu onların ulusal bir görevi), bugünkü PKK, dolayısıyla HDP olabilir miydi? Bu durumda Nursel Hanım milletvekilliğini biraz da Güney'e borçlu olmuyor mu? O halde neden bu nankörlük? Bu kaçıncı pot kırma?
Nursel Hanım(lar) korkmasın, yakında Güneye yönelik "Misaki Milli" operasyonları da başlar. "Irak'ın toprak bütünlüğü adına" o operasyonları mı destekleyecek?
Nursel Hanım ve aynı kafadakiler için söylüyorum: Kuzey, Güney, Batı ya da Doğu, Kürdistan birdir. Vatan vatandır. PKK, KDP, YNK ve PYD birdir. Özgürlük savaşçısı, özgürlük savaşçıdır.
Belki, “Nursel'i kim tanıyor ki? Sözlerinin ne ağırlığı olacak ki?” diyeceksiniz... Allahına kadar haklısınız. Yine de Güney'e yönelik o imalı sözler, midemi bulandırdı. Çok yazık! Şehit kanıyla kimleri parlamenter yapmışız? Merak ettiğim şu, kim o zehri kafalarına akıtmış?
***
Şeyh Said ve arkadaşlarının ölüm yıldönümü vesilesiyle
İstiklal Mahkemesi, salonu dolduran subay ve memur eşlerinin ırkçı sloganları ve bağrışmaları içinde Şeyh Said ve 47 arkadaşına idam cezası verdi (28.06.1925). Diyarbakır'ın Dağkapı semtinde onları idam ettiler (29.06.1925). Aradan 90 yıl geçti, şehitlerimizin gömüldükleri yer halen sırdır. Bu, tarihi ve derin bir acıdır. Sadece anmak yeterli değil, kalıntılarını bulmak, hepimiz için bir ulusal ve insanlık görevidir.
***
Bu dünyadan Yevgeni Primakov göçtü
O, yaşam boyu ajan ve Rusya'nın önemli bir siyaset adamıydı (29.10.1929-26.06.2015). Yaşamından bizi ilgilendiren birkaç kesit:
Güney Kürdistan 1960-1970'ler dönemi: "Gazeteci" Primakov engin Kürdistan dağlarında katır sırtında, Mustafa Barzani ile görüşmeden dönmektedir. Sovyet desteğiyle Irak Baası'nın başımıza neler getirdiğini iyi biliyoruz.
Mart 1995: Primakov bu defa Dış İstihbarat Servisi Başkanı’dır. Yanında Rusya Federal Karşı İstihbarat Şefi Sergei Stepaşin vardır. MİT'in davetlisi olarak Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ile görüşmektedirler. Konu, Türk kontrgerillasının Kafkasya operasyonlarından duydukları endişedir. Primakov, misilleme imalı "PKK'nin Türkiye ile savaşını" hatırlatır Demirel'e.
Öcalan'ın Suriye'den çıkarıldığı dönem: PKK'lılar KGB kökenli ve Rusya Liberal Partisi başkanı Vladimir Jirinovski vasıtasıyla istemlerini bu defa başbakan rolündeki Primakov'a ulaştırırlar. Tutumu olumsuzdur. Yine de Öcalan Moskova'ya ulaşır. Rus meclisi DUMA, iltica hakkı verir. Ama Primakov, ABD'nin baskısıyla iltica hakkını kaldırır.
Bunun üzerine Öcalan yönünü Hollanda'ya çevirir. Uçağı Beyaz Rusya'nın başkenti Minsk'e zorunlu iner. Primakov, Beyaz Rusya Devlet Başkanı’nı uyarır ve neticede barınma hakkı vermezler.
Primakov öyle bir karar çıkartır ki, Öcalan'ın Rusya topluluğu üyesi tüm ülkelere girişi yasaklanır. İşte Kievli Primakov'un bilebildiğimiz kadarıyla kaderimizde oynadığı (olumsuz) rol.