İran'daki Kürtlere yönelik sistematik baskılar ve siyasal körlük
İran İslam Cumhuriyeti, adını dinden, meşruiyetini ise anti-emperyalist retorikten alan bir siyasal rejimdir. Ancak bu rejimin uygulamaları, teorik iddialarıyla derin bir çelişki içerisindedir.
İslam'ın adalet, merhamet ve eşitlik temelli ilkelerine sıkça atıfta bulunulmasına rağmen, başta Kürtler olmak üzere birçok etnik ve mezhebi kimlik bu söylemin koruması altında değil, doğrudan hedefindedir.
Özellikle Kürt halkına yönelik yürütülen idari, yargısal ve güvenlik politikaları, sistematik bir etnik ayrımcılık düzeyine ulaşmış, kapsamlı bir bastırma stratejisine dönüşmüştür. Bu strateji sadece bireysel hak ihlallerine indirgenemez; Kürtlerin kültürel, dilsel ve siyasal varlığını yok etmeye yönelik bütünlüklü bir devlet politikasına işaret eder.
Uluslararası insan hakları kuruluşlarının yayımladığı çok sayıda rapor, İran'da idam edilen mahkûmların önemli bir bölümünün Kürtlerden oluştuğunu belgelemektedir. Human Rights Watch, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi ve İran İnsan Hakları Belgeleme Merkezi gibi kurumlar, bu vakalarda adil yargılanma ilkesinin sistematik biçimde ihlal edildiğini; avukat erişimi, kanıt değerlendirmesi ve işkence altında alınan itirafların geçerliliği gibi temel hukuk normlarının sıkça çiğnendiğini ortaya koymuştur.
Yalnızca 2023 yılı boyunca Batı Azerbaycan, Kürdistan ve Kirmanşah vilayetlerinde 170'in üzerinde Kürt mahkûmun idam edildiği belgelenmiştir. Bu sayılar, ceza politikasından çok, etnik temelli bir devlet şiddetini yansıtmaktadır.
İran rejimi, içerideki baskı politikalarını İslam birliği ve emperyalizme karşı direniş söylemleriyle dış dünyada meşrulaştırmaya çalışmaktadır. Bu retorik, özellikle Batı'daki bazı sol çevreler ve İslamcı entelektüel gruplar arasında hâlâ yankı bulabilmektedir. Ne var ki bu yankı, çoğu zaman İran'daki Kürtler, Beluçlar, kadınlar ve dini azınlıkların yaşadığı sistematik hak ihlallerini göz ardı etme pahasına oluşmaktadır. Anti-emperyalist refleks, insan hakları ihlallerini görmezden gelen bir siyasal körlüğe dönüşmüştür.
Kürt halkı, yalnızca bölgesel otoritelerden değil, uluslararası entelektüel çevrelerden de tarihsel bir ihanet görmüştür. Solun ve İslamcı hareketlerin önemli bir bölümü, Kürt kimliğini kendi ideolojik amaçları doğrultusunda araçsallaştırmış; Kürtlerin kendi kaderini tayin hakkı konusunda tutarlı bir duruş sergilememiştir. Böylece Kürtler hem bölgesel diktatörlüklerin hem de küresel siyasal blokların çifte standardına maruz kalmıştır.
Oysa Kürt halkı ne emperyalizmin piyonu ne de mezhepçi teokrasilerin gönüllü kurbanıdır. Aksine hem İran'daki otoriter teokrasiyi hem de bu otoriterliği dolaylı biçimde meşrulaştıran Batı merkezli çarpık solculuğu eleştirecek tarihsel deneyime ve siyasal sezgiye sahiptir.
İran Kürtleri, Kürt ulusal mücadelesinin en örgütlü ve bilinçli kesimlerinden birini temsil etmektedir. Bu konum, tarihsel ve güncel verilere dayanmaktadır.
1946'da kurulan Mahabad Kürt Cumhuriyeti, kısa ömürlü olmasına rağmen, İran'daki Kürt kimliğinin kolektif hafızasında silinmez bir iz bırakmış; daha sonra Komala ve İran Kürdistan Demokrat Partisi (İ-KDP) gibi yapılarla süreklilik kazanan bir direniş kültürüne dönüşmüştür. Bu süreklilik, sadece silahlı mücadeleyle değil; siyasal bilinçlenme, sivil örgütlenme ve toplumsal dayanışma biçimlerinde de kendini göstermektedir.
Bugün İran'daki Kürt toplumu, genç, eğitimli, kadın hareketleriyle iç içe geçmiş ve dijital iletişim araçlarını etkin biçimde kullanan bir sosyolojik yapıya sahiptir. Jina Amini'nin öldürülmesinden sonra yükselen "Jin, Jiyan, Azadî" (Kadın, Yaşam, Özgürlük) sloganı, Kürtlerin yalnızca etnik hakları değil; aynı zamanda toplumsal adalet, kadın özgürlüğü ve insan onurunu savunduğunu göstermektedir. Bu çok katmanlı mücadele hem etnik hem de evrensel bir kurtuluş hedefi taşımaktadır.
İran'daki rejimin teokratik yapısı, toplumsal çelişkileri derinleştirmiş; Kürtler ve diğer toplumsal kesimler arasında yeni bir muhalefet zeminine yol açmıştır. Bu zemin, ani ve derin toplumsal dönüşümler için tarihsel olanaklar üretmektedir. İran Kürtlerinin tarihsel direnişi, örgütlü yapısı ve toplumsal dayanışma kapasitesi, bu halkı yalnızca kendi kaderi için değil; tüm Kürt halkı ve İran halkları için de bir dönüştürücü güç haline getirmektedir. Bu çerçevede ortaya çıkan ani sıçrama kuramı, tarihsel birikimin ve toplumsal enerjinin uygun anda radikal değişimlere yol açabileceğini savunur. İran Kürtleri, böyle bir dönüşümün öncüsü olabilecek niteliklere sahiptir.
İran'daki Kürt halkının maruz kaldığı baskı politikaları onları edilgenleştirmemiş, aksine daha dirençli ve politik sezgisi yüksek bir halk haline getirmiştir. Bu halk, ne İran rejiminin mezhepçi şiddetine teslim olacak kadar çaresizdir, ne de Batı karşıtlığını mutlaklaştıran slogancı solculuğa angaje olacak kadar dogmatiktir.
Özgürlükçü, seküler ve çoğulcu bir gelecek idealine bağlılık, sadece Kürtlerin değil; bütün bölge halklarının ortak kurtuluş vizyonudur. İran Kürtlerinin özgürlük mücadelesi, sadece bir etnik grubun hak arayışı değil; aynı zamanda bölgenin demokratikleşme potansiyelinin de en güçlü dayanaklarından biridir.