Geç kalınmış bir cevap

Bilimin özgünlüğü tarih boyunca insanların ideolojilerinden ve dini inançlarından dolayı neredeyse her zaman tartışma konusu olmuştur. Arkeolojinin bu tartışmaların dışında kaldığını sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Bir bilim dalı olarak arkeolojinin geçmişi çok eski olmasa da 19. yüzyılda hayatımıza giren arkeoloji de ideolojik ve din odaklı yaklaşımlardan nasibini almıştır.

Geçmiş dönemde bu yaklaşımlara güncel bir örneğini TRT ile Diyarbakır Valiliğinin Kalkınma Bakanlığı (şimdiki Strateji ve Bütçe Başkanlığı) tarafından desteklenen "Cazibe Merkezlerini Destekleme" programı kapsamında kullanılan "Diyarbakır Kültürel Mirasının Tanıtımı" projesi adı altında TRT'de üç danışman profesör tarafından yayımlanan "Suların, Ateşin ve Taşların İmparatorluğu" belgeselinde ne yazık ki gördük.

Bu programın amacı "sözde" Diyarbakır ve Urfa'daki ören yerlerini cazibeli gösterip popüler kültür oluşturarak buralara turistleri çekmek olduğu ifade edilse de belgeselin satır araları aslında pek de böyle bir amaç içinde olmadıklarını göstermektedir.

Belgeselin ana temasının, "yaşanan" Nuh Tufanından kurtulan insanların Hilar Mağaralarını, Körtik Tepe ve Göbekli Tepe'yi inşaa ettikleri üzerine kurgulandığını hemen fark ediyorsunuz. Belgeselin hazırlanmasında yer alan profesörlerin bu kurgularını dayandırdıkları argümanların hiçbiri aslında arkeoloji bakımından hiçbir şey ifade etmiyor.

Hilar Mağaralarında yaşayan o dönemin insanları için çok tanrılı inançları karşısında Allah tarafından buraya Eyüp ve Zülküf peygamberlerin tek tanrı inancını sağlamaları adına gönderildiğini ifade etseler de böyle bir iddianın vaki olması mümkün olmaması bir yana iddia sahibinin bir ilahiyat profesörü olması durumu daha da absürt kılıyor.

Nitekim yapılan kazılarda elde edilen verilere göre mağaraların ilk yerleşim tarihi bize MÖ 7500 tarihini vermektedir. Bu tarih için, dinler tarihi açısından "tanrılar"dan bahsetmek hiç de bilimsel değildir. Neolotik dönem insanların dini inançlarını Sami dinlerinin bakışıyla değerlendirmek son derecede yanlıştır.

Kaldı ki "tek tanrı" inancını bizler başlangıç olarak Babil dönemine tarihlendirmekteyiz.

Tabi buradaki tek tanrı inancının bugünkü gibi olduğunu söylemiyoruz, politik kararlarla Tanrı Marduk'un Tiamat'ı yenmesiyle Babil şehirlerinde yeni bir dönemin başlangıcı olur ve Marduk Babil'in "baş tanrı"sı olur. Daha sonraları diğer halklar da bu metotla kendi tanrılarını baş tanrı yapmaya başlarlar. Örneğin Asurlular Tanrıları Aşur'u  Medliler de Ahura Mazda'yı baş tanrıları yaparlar.

Belgeselde dikkat çeken diğer iddia ise Körtik Tepe/Giré Kortiké üzerine söyledikleri: “Körtik Tepe insanları da Nuh Tufanı sonrası eski yurtlarına dönerler. Bölge onlar için öylesine tanıdıktır ki sularla hemen barışıp, eski yerleşim yerlerini daha özenle kurmaya başlarlar."

Öncelikle burada, Hilar Mağaralarının ilk yerleşim tarihiyle çeliştiklerini ifade etmek isterim, çünkü buranın ilk yerleşim tarihi MÖ 1100 dönemlerine denk düşmektedir. Aradaki zaman aralığı ise 6400 yıldır. Eski yurtlarının sular altında kaldığını ve tufan sonrası burayı elleriyle koymuş gibi bulmaları nasıl mümkün olmuş izaha muhtaçtır (!) Burada tufana dair tek bir buluntu veya ize rastlanılmamıştır.

Son olarak Göbekli Tepe'ye olan "putperest" yaklaşımları yine aynı şekilde talihsiz ve bilim dışıdır. Diğer yerleşim yerlerinde olduğu gibi burada da herhangi bir tufan belirtisi bulunması bir yana yerleşim yerlerine dair bir iz dahi şimdiye değin bulunmuş değildir.

Göbekli Tepe’nin Hz. İbrahim'in babası Azer'in yaptığından yola çıkarak Hz. İbrahim'in put kırma olayını burada gerçekleştirdiğini söylemektediler. Öncelikle Göbekli Tepe'deki yapıların hiçbirinin bilinçli olarak yıkıldığına dair herhangi bir veri söz konusu değildir. Aksine burayı henüz nedeni bilinmeyen bir sebepten dolayı (tartışmalı fikirler var, fakat bu fikirlerin hiçbiri iddialarını somut bulgular ile destekleyecek yeterlilikte değildirler) MÖ 8000 civarında bilinçli bir şekilde bu yapılara zarar gelmesin diye üzerlerinin toprakla kapatıldığı genel kabul görmektedir. Nitekim kazılarda bulunan sutünların dikildiği şekilde (in situ) bulunduğu sabittir.

Her ne kadar Hz. İbrahim'in tarihi bir figür olmadığını ifade eden bazı çevreler olsa da bizler kendisinin yaşadığına inanmaktayız ve bu kapsamda tarihsel metotla baktığımızda yaşadığı tarihlerin MÖ 2100 ile 1800 arası olduğunu düşünmekteyiz. Dolayısıyla "tek tanrı" inancının MÖ 1800 öncesinde olmadığını, sonrasında ise politik kaygılarla ortaya çıktığını tekrarlamakta fayda vardır.

Bu bağlamda Yahudilerin tek tanrı inancının düşünüldüğü kadar şiddetli olmadığını da belirtmeden geçemeyeceğiz. Marc-Alain Ouaknin'in de ifade ettiği gibi Yahudiler için tek tanrı sadece "biriciktir" ve "onlar için başka tanrı yoktur". Bu nedenle Tevratın yazıldığı dönemi önceki tarihlerle değerlendirip algıları da günümüze göre dizayn etmek doğru olmayacaktır. Bu noktada Yahudilerin putlara tapınmasına da değinirsek, onların ataları olduğu söylenilen Hz. İbrahim'in aşireti olan Habiruların Kürdistan'da (Rojava) yaşadıkları dönemde (MÖ 1800) bölgenin insanlarından öğrendikleri taş dikip etrafında dönme şeklindeki ibadetlerini (ya da ritüel) İsrail'e geçtiklerinde de bazısı sütun bazısı heykel olmak üzere taşlarla devam ettikleri çeşitli kayıtlardan bilmekteyiz (Levioğlulları 26:1; Krallar 5:18; Mika 5:13; Hezikel 18:15; İşaya 42:17; İşaya 48:5 putlar ile sutünlar hakkında bilgiler verilmektedir.)

Yahudilerin "tek tanrı" inancıyla tüm İbranileri birleştirmek için eski inançlara karşı tutum sergilediklerini bilmekteyiz. Bu yüzden yeni inançları ve eski inancları çeşitli zamanlarda hep karşı karşıya gelmişlerdir. Bu metot bütün devrimler için geçerlidir!

Bu nedenle akademisyenler her ne pahasına olursa olsun tarihi olaylara ve figürlere ilişkin incelemelerinde dinî hassasiyetleri ile insanların duygu ve düşüncelerini manipüle etme haklarının olmadığını kendilerine ifade etmek ve hatırlatmak isterim.