Referandum ve Hamaney

Geçtiğimiz hafta Abadi ile görüşmesinde Hamaney, yarı şaka yarı ciddi bir tavırla ‘söylenti’ olarak tanımladığı Kürdistan referandumunun ‘kabul edilemez’ olduğunu söylemişti. Geçtiğimiz günlerde de,  Feyli Kürtler Bağdat’ta kötü muammelelere maaruz kaldı.

 

Feyli Kürtlerin mezhepdaşı kara gözlü Araplar, bomba yüklü otomobilleri Feyli Kürtlerin mahallesine göndererek, onlara ‘Referandumdan sonra bizimle aynı mezhepten olmanızı da tanımayız, Kürt nerede olursa olsun Kürttür’ dediler. Bu tavır, Suudi Arabistan’ın sergilediği tavrın tam tersidir. Siyasiler dışında bu ülkenin vatandaşları, hashtaglerle referandumu destekliyor, hatta Kürdistan’ın bağımsızlığı için acele ediyorlar.

 

Roller çok ilginç şekilde değişmiş durumda. 1980’li yıllarda bu ordu, Sünni Araplardan oluşan ve Körfez ülkeleri ile Suudi Arabistan’ın desteğiyle Kürtlere karşı katliamlar uyguluyordu ki, Kürtlerin çoğunluğu, onlar gibi Sünni mezhebinden olmasına rağmen. Aynı Hamaney ve onun İslami cumhuriyeti, içerisinde solcu ve Sünni radikallerin de yer aldığı Güney Kürdistan devrimini destekliyordu. Ama şimdi Hamaney için bir ‘söylenti'den ibaret olan referandum, Kral Selman’ın gerçekleştirmek istediği bir plan.

 

Birçok kişi, Suudi Arabistan ile İran’ın Kürdistan referandumu üzerindeki yarışını Çaldıran Savaşı’na benzetiyor. Bu büyük bir yanlış. Çaldıran Savaşı’nın sonucunda Kürdistan parçalandı. Savaş, sınırdaş ve farklı mezhepten iki ayrı imparatorluk arasında yaşandı. Güç ve moral düzeyleri hemen hemen eşitti.

 

İran İslam Cumhuriyeti’ni Safevi İmparatorluğu’na benzetecek olursak, bölgede dal budak salması ya da yayılması Safevileri geçmiş durumda. Ancak Suudi Arabistan, Osmanlı İmparatorluğu değil ve onun gibi olamaz. Suudi Arabistan, petrolün, paranın, Mekke ve Medine’nin sahibi.  Amerika ve dünya merkezlerinde güçlü lobilere sahip. Pragmatik düşünecek olursak, İran’a karşı bunun gibi en önemli silahlar Arabistan’ın elinde. Ancak mesela Arabistan, ordusunu İran sınırına götüremez ve  Kürdistan’ı parçalayamaz.

   

Yemen ile başlayan, ardından Katar krizini beraberinde getiren yarın Güney Kürdistan’ın referandumu sonrası ile devam edecek olan kriz, bize Arabistan ile çıkar mütttefiklerinin, Amerika ile bir noktada mutabık olduğunu gösteriyor. O da şu; IŞİD sonrası Ortadoğu’nun yeniden dizayn edilmesi. Bunun içinde, İran’ın iktidar ve yayılmacılığının sınırlandırılması, bu cephenin enerji çıkarlarının korunmuş olması da var. İran’ın sınırlandırılmasına yönelik yaptırımlardan bir tanesi de, İran ile Suudi ve diğer Körfez ülkeleri arasında yükselen duvarlar. Bu ise bir toprak üzerinden yapılıyor, adı ise: Güney ve Batı Kürdistan.

 

Ben, Katar krizinin son bulacağını ve bu ülkenin de İran’ın hegemonyası önünde başka bir duvar olacağı şeklinde yorumluyorum. Bu, Katar’ın Suudi Arabistan tarafına geçeceği anlamına gelmemeli. Aksine, Suudi Arabistan, Katarlıların Körfez’de iktidar sisteminin değişmesi için yaptığı planın başarıya ulaşmasını engellemeye çalışıyor.  Ancak Katar, siyasi çıkarları nedeniyle, tarafsız olmaya mecbur olacak ve Tahran ile Riyad arasında tarafsız bir bölge olarak kalmayı tercih edecektir. Belki bu, referandumu bastırmak isteyenlerin bertaraf edilmesi için Kürdistan’a fırsat doğurabilir.

 

Belki bu durum, İran’a, Ortadoğu’da istikrarlı ve huzurlu bir Kürdistan’ın, hem Tahran’ın hem de Riyad’ın çıkarına olduğunu kavratabilir. Bu Kürdistan, alevlerin İran’a sıçramasına, da Arabistan’ın Şiilerin bu yolu yakmış olmasını hissetmesine de izin vermeyecektir.

 

Ben Sayın Hamaney’nin yerinde olsam, bu şekilde düşünürdüm. Çünkü Erbil’in, Tahran’a karşıt olamayacağını ve  olmak da istemediğini biliyorum. O yüzden, söylemini eyleme döksün ve bölgeyi sonu belli olmayan bir savaştan kurtarsın.


(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)