O Hakkari’de bir çocuk!

04-08-2018
Rawîn Stêrk
Rawîn Stêrk
Etiketler Rawin Sterk Hakkari PKK Kürtler Türkçer
A+ A-

Hızır’ın öldürdüğü çocuk da olabilirdi bu yazının başlığı pekala.

Rivayet odur ki, Hizir (bizde Xızır diye geçer) yaşadığı çağların birinde, (zira kendisi her çağda mutlak bulunmuştur) bir vuku-u vakada bir çocuğu öldürür. Velhasıli kelam neden öldürdüğü üzerine bir soruya, ‘Çünkü o büyüdüğünde hain olacaktı’ der.

 

Evvela sonda söyleneceği başta söyleyerek bir konunun emniyet subabınını çekelim. Xızır iyi halt mı etmiş elbette ki değil. Öte yandan bu satırları da iki çocuk babası olan ve evlat ile sınanmanın ne olduğunu hem en başında, hem de hayat boyu olmak üzere tecrübe eden biri olarak yazıyorum. Dolayısıyla da bir çocuğun neliğini takdir edersiniz ki en iyi bilenlerdenim.

 

Eğer buraya kadar okumaya zahmet ettiyseniz, bu yazının devamında okuyacaklarınız konusunda başımızın ayrı oynamayacağı bir sözleşme yapmak zorundayız. Yapmıyorsanız lütfen yazının devamını okuma zahmetine girmeyin ve burada bırakın… (Cümledeki bitiş kelimesinin emir libidosunun yüksekliğini, ancak başına lütfen koyacak kadar indirebiliyoruz, bunu da Türkçenin zenginliğine verin.)

 

Konumuz Hakkari’de yaşanan patlama olayında hayatını kaybeden asker eşi ve çocuğunun durumu. Dolayısıyla, lanet eleklerinin kurulduğu bütün sokaklarda yolumuzu çevirerek evimize gitmek zorunda kaldığımız için de, çocuk ve ölüm konusunun tartışma biçimlerine itirazımı o sokaklardan birinden yapmayacağım.

 

Olayın ardından iki gün boyunca “vicdan muhasebelerinin” bütün profillerimize yansıdığı, aşırı insancıllığın ancak iki gün sürdüğü konuyu hemen unutmayın diye yazıyı zaman geçimine bırakmıştım.

 

İstanbul’da özellikle Beyoğlu civarındaki bütün mekanlarda iki gün boyunca lanet elekleri kuruluydu örneğin. Bir mekana oturup bir çay istesen garson, “lanetliyor musun lanetlemiyor musun?” sorusunu sorar hale geldik.

 

Bu vicdan yoksunu tartışma adabının kaldırımlardan süzüldüğü bu iki gün boyunca, mevzuu başka bir yerden konuşacağımız birilerinin varlığından tam ümidi kesip evime doğru giderken, Haydarın Yeri, nam-ı değer Hozat Durağında, kıymetli Kürt dervişi, sevgili dostum, ağabeyim Müslüm Yücel ile göz göze geldik bir an. El edip, bir şey söyleyeceğini işaret etti. Biz Kürtlerin vefasızlık ve kıymetsizlik resminin adeta barometresi olan Müslüm Yücel’i tanıyanlar muhakkak bir fazlasıyla ufuk çizgilerini arttırma şansına sahiptirler. Giriş cümlesindeki rivayet de onun ayak üstü derslerinden. Facebook’ta yazdığım kısa bir not için biraz konuştuk ve memnuniyetini dile getirdi. Sonra da konuyla ilgili bir yazı yazmamı o salık verdi. Her ne kadar ben kendisinin yazmasının daha öğretici olacağın salık versem de bu yazı biraz da onun eseri.

 

Sömüren ve sömürülen ilişkisini Fanon ve kuşakdaşı birkaç başka düşünürden irdeleyen, uzmanlaşan bir çok muhalifin, liberalin, komünistin hatta anarşistin, Steve Biko ve Albert Memni’den pek de hoşlanmadığını kişisel tecrübelerimden epey biliyorum. Özellikle de yukarıdaki kimliklerin birinin periferisinde bulunanların.

 

O yüzden de Hakkari’deki mevzuda, lanet eleğini elinde tutanlardan bir kısmının da bu çevrelerden oluşması pek şaşılacak şey değil. Hele hele sözüm ona Kürt mürekep yalamışlarının vıcık vıcık üçü bir arada kahve tadındaki hünamizmaları, yaşam sevicilikleri miğde bozan cinsten. Hani o meşhur klişe vardır ya, “Canım benim de Kürt arkadaşlarım vaaaaerrr.”

 

Lanetlemeyi, kınamayı üzülmenin sağlaması sanan geniş halka zavallıları ise, değişik çevre ve gruplardan “özne”lerin de katılmasıyla epey kalabalıklaşıyor böyle durumlarda.  Hiçbir haber ya da tartışmaya yaklaşım biçiminde, orada ne işleri olduğuna dair bir soru sorulmadı. Düşünün ki taraflardan biri, savaşı en kapsamlı donanımıyla adeta labarote ettiği bir sahaya iki savunmasız mazlumun girişine hiçbir engel koymuyor ve suçun büyüğünü işliyor.

 

Öte yandan, tartışmaya dahil olanların çoğunun evlatlık sınavına henüz girmemiş olmaları şu soruyu da sordurmuyor; 11 aylık bir bebeğin, aynı zamanda arabayı da kullanan insanın yanında ne işi var? Bu trafik kuralları bağlamında da suç ayrıca. Böyle bir soru da yok. Gel gelelim belki de en can alıcı kısmına, burası neresi be güzel bacım. Geldiğin yer nere? Bu rahatlık neye?

 

En can alıcı yeri burası zira burada, temel ayrımı koydun koydun, koymadın martaval atmayacağın noktası. Yanisi, pek kıymetli muhalif, komünist, liberal, anarşist devrimci öznelerim, sömüren sömürülen makasındaki tavırdan bahsediyorum. Lanetleme elekleri kurmadan önce, yapmanız gereken böyle bir ayrım var. Bu ayrımı yapmadan direk sınava lanetlemekten girdiğiniz zaman, dört yanlış bir doğru doğurmuyor. Savaşı, ölümü, üzüntüyü,bebeği çocuğu, hümanizmayı, yaşam savunuculuğunu Ortadoğu gibi bir yerde, hele hele Kürdistan gibi bir yerde, gerçeklerden tamamen azade şekilde koyabileceğinizi mi sanıyorsunuz?

 

Üzüntü dediğin şeyin derecesine göre içinde ayrıca da yas barınır ve yas dediğin şey gösteriş ile yapılacak şey hiç değildir. Profillerinizden profillerimize gerdiğiniz iplere serdikleriniz, Tarlabaşı’daki sokakların üzerinden geçen bir çamaşır teliyse eğer, önce kirli çamaşırlarınızı asın buyurun. Kusur aramayalım lütfen. Savaş dediğiniz şeyin yakıtı ölümdür. Dünyadan hiçbir haberi olmayan, bütün bu şizofreniden zerre kadar sorumluluğu, payı bilgisi olmayan bir masumun ölümüyse eğer mevzu, Allah belamı versin ki bir buçuk yaşındaki oğlumu düşündüm haberi ilk gördüğüm anda.

 

Siyasanın sosyal yapıyı neredeyse sabahtan akşama her dakika başka bir süzgece tabi tutarak, “benden misin değil misin?” dediği bir ülkede yaşıyoruz. Hal öyle bir yere vardı ki, benden misin ondan mısın bile demiyor zira ‘o’ diyeceği bir saygısı bile kalmadı bay arz-ı zuhurların. Ve kusura bakmayın ama bu süzgeçlere takılmayacağız diye öznelik gururunuzun sazan gibi bu fileye cumburlup olduğunuzu biliniz.

 

Bu coğrafya ölüm cehennemidir, tamı tamına bir savaş alanıdır bütün bütüne. Savaş alanında bulunuyorsanız kaçınılmaz olarak ya ölür ya da öldürürsünüz. Ben öldürmemek için kaçtım. Bir korkak gibi, bir teres gibi, yitikliği her gün ciğerlerime enjekte eden bu koca şehre paslı bir çivi gibi çaktım kendimi. Kalıp öldürmeseydim de korkak, aşağılık ve bir sürüngen gibi yaşamak zorunda kalacaktım. Savaş alanında aşağılık olmaktansa burada olmak yeğdir bende. Ah ah hınzır seni içimdeki anti militarist… Tartışmayı anti militarizm damarından ele alanların ise anti militaristlik güdülerini yarıştırma biçimleri oldukça kına yakıcı bu Hakkari mevzuunda.

 

Ben şahsen cenaze töreninde, “iki can verdim, iki yüz can alacağım” diyen babayı da, penguenlikler yapan soyluluğu da, “e canım Kürt çocukları da ölüyor” diyerek öldürülmüş Kürt çocuklarının kolajını afiş olarak hazırlayan,gafilleri de farklı terazilerde ölçme gereği duymuyorum.

 

Savaşı sürdürenlerin kudreti, bizim anti militaristliğimiz, savaş karşıtlığımız ve yaşam hakçılığımızdan çok çok fazla iken, onların pratiklerinin sonuçlarıyla kapanlar kurmanın zeka parıltısına pek de ihtiyacı yok. Üzülecek olanlar ilk kademede bizleriz buna ne şüphe. Ama o çocuk Hakkaari’de öldüğü için değil. Çocuk çocuk olduğu, kadın kadın olduğu, insan insan olduğu için. Kriteri burada yapmadığımız için lanetlemeyi ve lanetlememeyi insancıllığın derecesi sayıyoruz.

 

Savaş karşıtlığı, anti militarizim gibi mefhumlar, uğruna savaş verilecek ve militaristlik yapılacak kadar değerli ve insancıldır. Anlaşabilemiyoruz değil mi?

 

Operasyon bölgesi kapsamında olan, sadece askeri araçların yoğunluklu kullandığı, defalarca patlamaların olduğu, zaman zaman yasaklı bölge olarak değerlendirilmesi olan ve de tali olan bu yolda talihsizce kurbanı olduğun için sözün hükmü yok küçük bebek. Ne desek seni geri getirmez.

 

Sorun o ki seni düşman sahasına getirdiler, buna izin verdiler, göz yumdular. Burasını lanetlenmedikçe de, senin ölümünü lanetleyenlerin sözü pek bi vitrin duruyor güzel melek…

 

İRA’nın 25 yıl önce İngiltere Warrington’da yaptığı bir bombalı eylemde 12 yaşındaki oğlunu yitiren Colin Perry adlı İngiliz, vefat eden İrlandalı grup The Crangeries’in solisti Doleres O’Riordn’a teşekkür etmişti. Şarkı İRA eylemlerinde yaşamını yitiren iki çocuk için yazılmıştı.

 

Sevgili Miçê’nin aktardığına göre de Cezayir ve Fransa mevzuunda, Fransızlar savaştığı, sömürgeyi pratize ettikleri bir Cezayir bölgesini yüksek surlarla çevirip, askerler, aileleri, çocukları vs için bir yaşam, eğlenme ve var olma alanı oluşturur. Cezayirliler sepetler içinde taşıdıkları bombalarla bu bölgeye epey hasar verir. Bunun üzerine yapılan görüşlerde konu mevzu bahis olunca, Cezayirliler insanlık dışı eylem yöntemiyle suçlanır. Cezayirliler buna şöyle karşılık verir, “Fransız tank ve teçhizatlarını bize versinler biz de sepet bomblarımız onalara verelim.”

 

Bu sondaki iki örnek, özelikle Türkiye metropolleri ve Kürt “üçü bir aradalığının”, gıcır gıcır halkların bıcır bıcır kardeşlikerinin, örneğin HDP’li olmayı veya olmamayı herhangi bir şeyin mantıklı gerekçesi olarak sunanların, Hakkari olayına yaklaşımları için çok küçük bir deney niteliği taşıyor aslında.

 

Gerçeksiz olun imkanlıyı başarmayın lütfen. Ama çocukları Hakkari’den uzak tutun. Kürtler o tarafa doğru, Türkler bu tarafa doğru çeksin çocuklarını. Çocuklar ölmesin.

 

Yazının başlığı için, Ferit Edgü’nün ‘O Hakkari’de Bir Mevsim’ eserinden esinlenilmemiştir…

 

(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)


 

Yorumlar

Misafir olarak yorum yazın ya da daha etkili bir deneyim için oturum açın

Yorum yazın

Gerekli
Gerekli