Kürtlerde ulusal bilinç ve milli şuur
Kürt milletinde milli şuurun ne derece tekamül ettiği sorusu, tarihsel, sosyolojik ve kültürel bağlamlar göz ardı edilmeden yanıtlanması gereken karmaşık bir meseledir.
Modern ulus teorilerinde millet; dil birliği, tarih bilinci, coğrafi bütünlük, iktisadi yaşam ortaklığı ve kültürel kimlik gibi kriterlerle tanımlanır.
Ernest Renan’dan Benedict Anderson’a kadar farklı düşünürler bu kavramı çeşitlendirmiş; Marksist gelenekte ise üretim ilişkileri ve sınıfsal yapı üzerinden ele alınmıştır. Ancak küreselleşmenin etkisiyle özellikle “iktisadi yaşam birliği” kavramı, ulusal sınırların ötesine geçen sermaye ilişkileri nedeniyle klasik anlamını yitirmiştir.
Kürdistan özelinde milli şuurun gelişimini anlamak, yalnızca dil ve tarih faktörlerini değil, inançların toplumsal aidiyetle kurduğu ilişkileri de dikkate almayı gerektirir. Tarih boyunca Ezidilik, Alevilik (Kızılbaşlık, Rêya Heq), Şafiî İslam ve çeşitli Hristiyan mezhepleri bu coğrafyada yan yana var olmuş; bu inanç biçimleri Kürtlükle bütünleşerek kültürel zenginliğin ayrılmaz bir parçası hâline gelmiştir. Dinler evrensel iddialar taşımalarına rağmen, yerel bağlamlarla etkileşerek halk kimliğinin önemli bir unsurunu oluştururlar.
Ancak Kürdistan’daki mezhebi çeşitlilik, tarih boyunca sömürgeci güçler tarafından manipüle edilmiş ve milli şuurun olgunlaşma sürecini yavaşlatan bir unsur olarak kullanılmıştır.
Osmanlı’dan Cumhuriyet Türkiye’sine, İran’dan Irak ve Suriye’ye kadar bütün egemen güçler, Kürtler arasındaki Alevi-Sünni veya Müslüman-Ezidi ayrışmalarını derinleştirerek kendi siyasal çıkarlarını pekiştirmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş sürecinde uygulanan politikalar buna somut bir örnek teşkil eder: “feodal gericilik” söylemiyle Müslüman Kürtler hedef alınırken, Aleviler “ilericilik” adına devlet yanına çekilmeye çalışılmış; böylece her iki kesim de farklı söylemler üzerinden aynı sömürgeci sistemin denetimi altına girmiştir.
Kürt milli mücadelesinin önder şahsiyetleri, bu dinî çeşitliliğin toplumsal yansımalarını temsil etmektedir. Şeyh Said, Barzani ailesi ve Qazi (Kadı) Mihemed gibi önderler Şafiî gelenekten gelirken, Seyit Rıza, Alişan Bey ve Alişer Bey gibi figürler Alevi inancını temsil eder.
İnanç farklılıklarına rağmen bu şahsiyetler, ortak bir ulusal hedef etrafında birleşebilmişlerdir. Bu durum, milli şuurun tekamülünde belirleyici olanın mezhep veya inanç ayrımı değil, Kürt milletinin kendi kaderini tayin hakkı etrafında gelişen politik bilinç olduğunu göstermektedir.
Günümüzde Kürtlerde milli şuurun gelişimi parçalı bir seyir izlemektedir.
Dil, tarih bilinci ve kültürel aidiyet güçlü bir ulusal potansiyel oluştururken, sömürgeci sistemin derinleştirdiği mezhebi fay hatları ve seküler ulusal bilincin kurumsallaşamamış olması bu süreci sekteye uğratmaktadır.
Oysa Batı demokrasilerinde sekülerleşme sayesinde din-mezhep çatışmaları büyük ölçüde aşılmıştır. Kürdistan’da ise tarihsel yarıkların hâlâ siyasal mühendisliklerde kullanıldığı gözlemlenmektedir.
Kürtlerde milli şuur, önemli bir tarihsel potansiyeli barındırmakla birlikte, tam anlamıyla olgunlaşmış değildir. Tarihsel deneyimler göstermektedir ki, Şeyh Said’den Seyit Rıza’ya, Qazi (Kadı) Mihemed’den günümüze kadar uzanan ulusal önderlik geleneği, farklı inanç ve toplumsal kesimleri birleştirme yeteneğini kanıtlamıştır.
Bu potansiyelin ileri düzeyde hayata geçirilmesi, Kürt milli şuurunun tam manasıyla tekamül etmesi açısından kaçınılmaz bir tarihsel görev olarak karşımızda durmaktadır.
(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)