HDP Barajı Aşar mı?

Müntehir Türk bürokratı ve dönemin Ankara valisi Nevzat Tandoğan, 1944 yılında tutuklanıp huzuruna çıkarılan Osman Yüksel Serdengeçti adlı Türk milliyetçisine dönüp “Ulan öküz Anadolulu! Sizin milliyetçilikle, komünizm ile ne işiniz var? Milliyetçilik lâzımsa bunu biz yaparız. Komünizm gerekirse onu da biz getiririz. Sizin iki vazifeniz var: Birincisi, çiftçilik yapıp mahsul yetiştirmek. İkincisi, askere çağırdığımızda askere gelmek” derken, aslında Türk devlet geleneğinin ince bir yönetim anlayışını ortaya koydu.


 

Buna göre, yıllarca komünistlere kök söktüren, onları boğduran devlet erkânı, gerektiğinde dindar ya da milliyetçi, gerektiğinde Komünizmi getirebilen bir şey olarak tasarlanmıştı. Bu ince detay, bugün de geçerlidir; zira Türk devleti, sürekli reorganizasyon halindedir ve gerektiğinde kendisini tehdit eden grupları da iktidara getirmeyi ve onları pasifleştirmeyi iyi biliyor.



Mesela kısa bir süre öncesine kadar Türkiye’yi temellerinden sarsan ve gericilik ile bölücülük kavramlarına sıkıştırılmış iki temel tehlike vardı: İslamcılık ve Kürtçülük. Biri Türk devletinin karakterine, diğeri de fiziki varlığı ve işgal ettiği toprakların bütünlüğüne yönelik bir suikasta dairdi. Toplumsal değişim karşısında daha iyi bir değişim geçirmeyen kurumların çöküşünün yakın olduğunu bilen devlet aklı, son yıllarda ikisinin de içini boşaltmak ve onlara devletin sahibi oldukları imajını vermeyi uygun buldu.


 

Nitekim Türk devleti, birisini ilerici bir noktaya taşıyarak iktidara getirdi. Zırt pırt çirkinleşen ötekini de demokratik bir makyajla süsleyerek, ayrılığın önüne geçmek için, nikâhına almış bulunuyor. Türkiye’yi bölmeyeceklerine emin olduğu gün de onlara devletin çeşitli nimetlerinden daha fazla faydalanma imkânı sağlamayı düşünüyor. Zira bölücü ya da gerici; yani sistemin dışında değilsen, Türk devleti kimi demokratik problemlerine rağmen senin de devletindir; senin ise onu ilerletmekle, demokratikleştirmekle, bütünlüğünü sağlamakla, yaşanılabilir bir yer haline getirmekle mükellefsin. Mükellef olmayı kabul etmişsen, görevini en iyi yapmaya çalışanlardan olacaksın.


 

Bu yüzden gerekirse zabıta ya da asker, gerekirse bakan ya da memur da olursun ve sistemi en iyi şekilde ayakta tutmak, açıklarını kapatmak, eksikliklerini gidermek için çalışırsın.



Türk devletinin, kendi bekasını korumak için gerektiğinde her şey olabilmek anlayışı, Osmanlı döneminde de vardır. Öyle ki bu ilke, Bedirxan Bey başkaldırısının bastırılması sonrası kurulan Kürdistan Eyaleti’yle ilgili de kendisini en derin biçimde biz Kürtlere gösterir.



Günümüz Türkçesi’yle aktaralım:


 

"Bir süreden beri derebeyler elinde kalmış olan Kürdistan’ın, bu kez yeni baştan fetih ve zapt edilmesi doğrusu tarihsel bir gerekliliktir. Sözü edilen bölgenin mülkiye işlerinin bağlayıcı, birleştirici ve güvenilir bir nitelikte ele alınması, düzenli hükümet daireleri ile ahalinin düzeninin sağlanması oraların ancak özel bir yönetime ve kendi kendini yöneten bağımsız bir yönetimin oluşturulmasına ve idaresinin kavrayışlı, bilgili bir zata verilmesine bağlıdırÖte yandan, Diyarbekir Eyaleti ile Van, Muş, Hakkari sancakları ile Cizre ve Bohtan kazalarının birleştirilip hepsinin bir eyalet sayılması şimdiki duruma daha uygun düşecektir. Kürdistan Eyaletine, becerikliliği, eksiksiz kavrayış ve yeteneği, namuslu oluşu, fakat aynı zamanda oralarda istihdam edilmiş olması nedeniyle utufetlu Esad Paşa hazretlerinin atanması uygun görülmüştür…" (Takvim-i Vekayi, 14 Aralık 1847, Sayı: 360)

 

 

Kürtler, işgalcilerinin nasıl düşündüğünü anlamak zorundadır ve şu soruları kendilerine sormalıdırlar: Türk iradesi ne zaman Kürdistan’ı tanır? Bu adla ne zaman bir eyalet kurar veya bir Kürdistan devletinin varlığına hangi şartlar altında müsaade eder? Cevap basittir; elbette ki gerektiğinde.  

 

 

Peki şimdi?

 


Kürdistan’ın kuzeyindeki Kürtleri bir süredir seçim heyecanı sarmış. Nereye gitseniz sordukları ilk şey “HDP, barajı aşar mı?” sorusu oluyor. Oysa cevap yine bir sorudur: Türk devleti buna ihtiyaç duyuyor mu ve artık Kürt partisi demeye bin şahit isteyen HDP’nin barajı aşması mı, aşmaması mı Türkiye için gereklidir?

 

 

Gerekiyorsa aştırır ve HDP’yi iktidar ortağı dahi yaparlar. Mesela Tarım ve Köy İşleri ya da Çevre Bakanlığı gibi birkaç ekolojik bakanlık ile de bu işi kapatır ve onları da devletin sahibi yaparlar. Bizimkiler de buna razı gelirler.

 

 

Ve yine gerekiyorsa barajı aştırmazlar. Oy oranını da barajın hemen dibinde bırakırlar ve Kürtlerin “falanlar oy vermediği için barajı aşamadık” kavgasına tutuşmasını sağlarlar. Bu arada, AKP de 367’den fazla vekil çıkarmış olur ve Türk devletinin bekası için gerekli tüm değişimleri yapmaya devam ederler.


 

Buna değerli Kürt lider Abdullah Öcalan’ın ev hapsine alınması da, Kürtlere kısmî haklar tanınması da, gerillaların kolluk gücü olarak Türkiye İçişleri ya da Savunma bakanlığına bağlanması da dâhildir. Zira devlet onların, sistem onların, sandık onların, meclis onlarındır.  

 

 

Not: Sevgili İsmail Beşikçi hoca, “Devletsiz Kürdün Gönül Dağı ve Neşet Ertaş’ın Ruhuna Fatiha” adlı yazım üzerine bir yazı yazmış ve devletsizliğimizin anlaşılması için yeni bir pencere açmıştı. Bu yazı üzerine Beşikçi Hoca’ya ulaşan Ahmet Aras “Neşet Ertaş’ın Evdalê Zeynikê’nin torunu olduğu” beyanının kendisine ait olmadığını bildirmiş. İlgili bilgiyi, 20. 09. 2013 tarihli Ağrı Hür Ses’in “Neşet Ertaş Kürt mü?” başlıklı haberinden aldım. Haberde Ahmet Aras’ın ağzından böyle bir beyan olduğu bildiriliyor. İnternette de mevcuttur. Asılsız bir haber ise taraflardan özür dilerim.

 

 

(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)