Tekziptir (Ari'nin Duran Kalkan'a cevabı)

06-09-2014
Rûdaw
A+ A-

1 Eylül tarihli Yeni ÖzgürPolitika Gazetesi’nde Selahattin Erdem imzasıyla “KDP’nin JİTEM’i” başlıklı bir makale yayınlandı. Selahattin Erdem bu yazısında, şahsıma yönelik iftiraya dayalı suçlamalarda bulunmuştur.

Selahattin Erdem, Abbas Kod adlı Duran Kalkan’ın Almanya’da bulunduğu 1988-1993 yılları arasında kullandığı isimdir. Ve Duran Kalkan şimdi PKK/KCK başkanlık Konseyinde yer alan örgütün  önemli ismlerinden biridir. Örgütün en üst düzeyden ismimi anarak iftira ve suçlamalarda bulunması, sadece bir kara propaganda değil, aynı zamanda can güvenliğime yönelik bir tehdittir de.  

Daha önce bu organizasyonun emir ve talimatları çerçevesinde faaliyet gösteren Firat news ve lekolin.org adı verilen ajanslarda hakkımda çıkan benzer nitelikte haber ve yazılara“Mazlum Kürd halkının haklı mücadelesi zarar görür” kaygısıyla cevaplamadım. Ancak benim şahsımda 100 yıllık bir mücadele geçmişi bulunan Barzani hareketi ve KDP’ye yönelik saldırıların gerçekleştirilmesi, Kurd halk mucadelemize zarar veriyor ve beni haklarımı kullanmaya ve sizleri tekzip etmeye zorlamıştır.

Ben Mustafa Şefik (Ari) Güney Kürdistan’ın Barzan Bölgesi Edilbi köyünde doğdum. Bu Bölge  Melle Mustafa Barzani’nin ilk direniş tohumlarını attığı ve bu nedenle onlarca direniş, kahramanlık ve katliamların yaşandığı coğrafyanın adıdır. 

Böyle bir coğrafyada ve direniş kültürüyle büyüdüm. Bu coğrafya ve kültür şahsıma olduğu kadar Kürdistan’ın dört parçasına da ilham kaynağı olmuştur.

Barzan Bolgesı 1978 yılında  saddam rejimi tarafindan köyleri boşalttilarak, halkı   zorunlu kamplara dolduruldu. Iran- Irak savaşi sirasinda  halka baskilar artti, ardindan 1983 yılında , Barzani aşiretine mansup 8000 insan  bu kamplardan tutuklanarak Irak çöllerinde canlı olarak gömüldüler. Bu uygulama sonunda neredeyse erkeklerin  büyük  bir kismi  öldürüldü, Kurtulan kadın  ve çocuklar ise bu gune kadar bu  uygulamanin etkisinde kaldılar . Aşiretimden ve akrabalarımdan 8000 bin kişi hunharca katledildi. 

Enfal soykırımı yaşanınca, ben bir Tip ögrencisi olarak öğrenimimi yarıda keserek  Saddam Hüseyin diktatörlüğüne karşı savaşmak üzere Kürdistan dağlarına çıktım. Bir çok çevrenin “Avrupa’ya çık. Seni orda okuturuz” teklifine rağmen, Edilbili ve Berzani aşiretinin bir mensubu olarak Kürdistan dağlarına çıkmayı ve Kürdün düşmanıyla hesaplaşmayı seçtim.  

Elbette Saddam Huseyin rejiminin uygulamalari bu duzeyde durmadi Irak-Iran savaş yillari boyunca davam etti, taki  1988 de bu uygulamalar zirveye ulaşti, sadece 1988 de 182,000 Kurd insani katledildi. Neredeyse Guney Kurdistan bir butunen  yakılıp yıkıldı, gerıye kalanlarda  iran ve Turkiyeye göçertildiler.  Aynı sürçlerde KDP’nin örgütsel dağınıklık yaşaması nedeniyle Kürdistan direnişini PKK saflarında yürütebilirim inancıyla 14 arkadaşımla beraber  PKK saflarına katıldım.

Bağımsız Birleşik bir Kürdistan için ölmeye yemin ettik. Ancak bu süreçte Hogır denilen bir tasfiyecinin haşmetine uğradık. “Bu kadar genç, dinamik ve aydın bir grup nasıl olur da gelip PKK’ye katılır?” denilerek inanılmaz işkencelere ve uygulamalara tabi tutulduk. İnfaza götürülürken son anda bir tesadüf eseri kurtulduk. Ancak yine de partiye ve mücadeleye olan inancımızı yitirmedik. PKK saflarında mücadeleye devam ettik.

PKK saflarında iken her türlu zorluklari göze alarak,  Kürdistan’ın neredeyse her bölgesinde her mevki ve düzeyde görevlerde bulundum. İnsanlığın, halkımın ve yurtseverlik bilincimin bana yüklediği görevleri yerine getirmenin hazzını ve sevincini yaşadım. Bunun için hiçbir partiye, örgüte ve devlete minnetim ve borcum yoktur

PKK saflarında 12 yıl aktif gerilla mücadelesi yürüttüm. Çalışma yürüttüğüm bütün yıllarda vicdanımı yaralayacak tek bir söz ve eylemin sahibi olmadım. Devrimci-yurtsever bir militan yoldaşlarına, halkına ve düşmanına nasıl bir duruş içinde olması gerekiyorsa ben de aynen öyle bir duruş sergilemeye çaliştim. Bu yılların benim için bir kayıp değil, değerli ve anlamlı olduğunu düşünüyorum.

İmralı süreciyle birlikte PKK’nin Kürdistan’i amaç ve hedeflerinden vazgeçerek Türkiye Demokratik Cumhuriyet Partisine dönüşmesi ile birlikte ayrılmaya karar verdim. Bir parti, hedef ve programını değiştirebilir. Bu onun en doğal hakkı. Ancak bu yeni programda benim yerim yoktu. Bununla birlikte Halkimin mucalesine  zarar verebilirim, düşüncesiyle sessiz kalmayi tercih ettim. Ancak hiç bir zaman halkımdan ve ülkemden kopmadim. Bagimsiz bir Kürd olarak her zaman halkimin mücadelesinin yaninda kaldim. Kısa bir süre  Avrupada kaldiktan sonra,  bizim gibi insanlarin atıl  kalmalarını  asla uygun görmedim, ne olursa olsun mutlaka halkima bir hizmet vermem gerektigine inandim ve buna göre Guney Kurdistanda tekrar mücadeleyi sürdürmeye karar verdim.

Yıllarca mücadele içinde kazandığım deneyimimi bu aşamada değerlendirmeyecek idiysem ne zaman değerlendirecektim? Bu duygularla KDP yapılanması içinde çalışmalara başladım. Bu bir yurtseverlik görevimdir. Benim için önemli olan ülkeme ve halkıma yapabileceğim hizmetti. Geçmişte 12 yıl bu hizmeti PKK içinde vermeye çalıştım. Şimdi de bu çabamı KDP içinde sürdürmeye devam edecektim. Bunda ayıplanacak ve kınanacak bir durum yoktur.

Şimdi Duran Kalkan bu çalışmamızı bir JİTEM yapılanması olarak değerlendiriyor? Bu nasıl bir mantık, nasıl bir anlayış? Bu söylem hangi mantığa, hafsılaya ve vicdana sığdırılıyor? Duran Kalkanin mantigile Peşmerge olmak  Jitem olmak, hain olmaktır, bizim mantıgımızda Peşmerge olmak  Kurdistanin en Kutsal görevini  yerine getirmektir.

Açık ki bu bir iftiradır. Ülkemize, halkımıza, yoldaşlarımıza hizmet dışında ne yaptık da JİTEM yapılanması olduk? Düşman ağzı ile neden bize saldırılıyor? Dürüst ve yüreklice bunları açıklamalarını istiyorum.  

Partiden ayrılmak hangi hukuka göre suçtur? Bunlar hangi çağda yaşıyor? PKK’den ayrılmak zorunda kalanların kaçmak zorunda kalması, üyelerine ayrılma hakkı tanımayan örgütün bir ayıbı ve utancıdır. Demokratik ve özgürlükçü bir hareketten kaçmak zorunda kalmak, o örgüt için bir utanç vesilesidir. PKK’nin  lider kadrosu olan Duran Kalkan’ın en başta düzeltmek zorunda olduğu en büyük hukuki ayıp budur.  Burda sormak istyorum acaba Türk Jiteminin tasfiye ettigi PKK Lider Kadrolarının sayısımı  çok yada Abbasin,  uyguladigi bu tasfiyeci tarzından tasfiyeye uğramiş Kadrolarin sayısı mi daha fazla ? PKK nın  hatalı ve tasfiyeci tarzindan kaçan kadroların sayısı  daha fazladır. .

Kuşkusuz bu gayrı meşru uygulamanın ve söylemlerin bir amacı vardır. Verdiği emek neticesinde deneyim ve tecrübe kazanmış yurtsever bireylerin enerjilerini, yeteneklerini Güney Kürdistan’ın yeniden inşasında değerlendirilmesini önlemeye yönelik bir çaba olduğunu düşünüyorum.  

Gerilla saflarında edindiğimiz tecrübelerle vahşi bir yapılanma olan IŞID’a karşı açık bir savaşım içine girdiğimiz böylesi kritik bir süreçte şahsımı hedef alan böyle bir açıklamanın yapılmasına anlam vermekte zorlanıyorum. Geçmişte JİTEM’e karşı savaştım. Bu gün de IŞID’a karşı savaşıyorum.

Peki o zaman bu yalan beyan ve iftiraların amacı ne? Eminim Duran Kalkan’ın yazdığı bu yazıdan en çok IŞID memnun olmuştur.

Kanaatimce örgüt işleyişi içinde “kült” haline gelmiş başka bir tasfiye hareketi çıkarılamadığından Duran Kalkan bu sefer de ayrılanları hedef tahtasına koymayı gerekli görmüştür. Aslında sormak gerekiyor nasıl olurda başarısızlıklarınızi örtmek için örgüt içinde bir tasfiye hareketi yaratamadınız? Yaratamadıysanız, sorumlusu biz miyiz?

Bu kadar fedakâr, ölümü hiçe sayan her türlü zorluğa göğüs gerebilen nitelikli bunca militanı örgütten, mücadeleden, kopartmayı, uzaklaştırmayı nasıl başardınız? Kendinize dönmeniz ve sormanız gereken asıl soru budur? Sakın asıl tasfiye ve tasfiye hareketi sizin uygulamalarınız olmasın?

Çok açık söylüyorum. Geçmişte Türk sömürgeciliğine karşı PKK saflarında savaştım. Bu gün de ülkeme saldıran IŞID’a karşı savaşıyorum. Geçmişte de yaptığım bir hata yoktur, bu gün de bir hata içinde değilim. Hata, sizin karalama ve iftira kampanyanızdır. Devrimci bir Kürd yurtseveri olarak bu tür çirkin plan, iftira, karalama ve komplo teorilerini üretme hastalığından vazgeçmenizi diliyorum.  

IŞID vahşetine karşı direnişe geçtiğimiz için bizi iftiralarla boğuyorsunuz. Daha da ötesi bu gün IŞID çetelerine karşı direnen en büyük askeri ve politik güç olmasına rağmen “yardım yapılmasın, silah verilmesin” diye KDP’yi uluslararası arenada şikayet ettiniz. Belki de asıl JİTEM böylesi davranışlar içinde bulunmaktır. Utanılması gereken davranış budur.

Söyleminize dayanak yaptığınız ana materyal YPG güçleri tarafından esir alınan veya ajanlık faaliyeti için YPG’ye gelerek teslim olan şahısların ifadeleridir.

Hukuku bilmediğinizi, tanımadığınızı biliyordum. Ancak savaş tarihinden ve taktiklerinizden de bu kadar bi haber olduğunuzu bilmiyordum. Kürtler arasında askeri ve politik birlik zemininin oluştuğu böyle bir dönemde düşman bizi içimizden vurmak için eğitilmiş elamanlarını göndermiş olmasın? Savaş tarihi sayfalarına bir kez daha göz gezdirmenizi diliyorum.

Daha da ötesi “Her gün bize makattan tecavüz ediyorlardı” diye yalvar yakaran bu esirlerin söylediklerine bir budala bile değer vermezken, bu basitliğe düşen Duran Kalkan ve PKK yöneticilerinin bulundukları makamı işgal etme kabiliyetleri sorgulanmalıdır.

Bu yazımın gazetenizde yayınlanmasını, iddialarınızda ciddi ve ısrarlı iseniz sahip olduğunuz televizyonlara ve açık oturumlara çıkarak bu konuyu alenen ve açıkça sizlerle tartışmaya hazırım.

Aksi halde sizleri yurtsever Kürdistan halkının vicdanına şikâyet edeceğimi ve hukuki yollara başvuracağımı bilmenizi istiyorum.

Duran Kalkan'ın "Selahattin Erdem" imzasıyla özgür Politika gazetesinde yayınlanan yazısı ise şöyle:


KDP’nin JİTEM’i

Yekiniyên Parastına Gel-YPG’nin Irak Şam İslam Devleti-IŞİD adlı örgütten esir aldığı kişilerin basında yayınlanan itirafları inkar edilen birçok gerçeği net bir biçimde ortaya koymuş bulunuyor. Bir yandan AKP’nin IŞİD’e devam eden desteği netleşirken, diğer yandan da KDP’nin PKK’den kaçan hainlerden JİTEM benzeri bir örgüt oluşturduğu netleşmiş oluyor. Faşist çete örgütü IŞİD’in her türlü kire bulaştırılmış olan mensuplarının yaptığı korkutucu itirafların daha uzun süre tartışılacağı anlaşılıyor.

Hiç kuşku yok ki, söz konusu itirafları TV ekranlarında izleyenlerin hepsi şaşkınlık geçirmiştir. Çünkü söylenenler “Bu kadar mı olur?” dedirtecek türdendir. AKP’nin eski Dışişleri Bakanı ve yeni Başbakanı Ahmet Davutoğlu istediği kadar “Biz IŞİD’e yardım etmiyoruz, ÖSO’ya ediyoruz” desin, YPG’nin esir almış olduğu IŞİD mensuplarının canlı itirafları gerçekleri net bir biçimde ortaya koymaktadır. Hem de hiçbir gerekçeyle farklı gösterilemeyecek bir biçimde.

Denilebilir ki, bu gerçek zaten önceden biliniyordu. Bu konuda değişik basın organlarında sayısız belge yayınlanmıştı. IŞİD’in ele geçirdiği sınır bölgelerinde Türkiye-Suriye sınırı ortadan kalkmış, iki taraflı geçişler çok rahat hale gelmişti. Eğer IŞİD, Rojava Devrimine yönelik bu kadar saldırı yürütebilmiş ve ÖSO’yu bu denli geriletebilmişse, bunların hepsini AKP’nin ve özellikle de MİT’in desteği sayesinde yapmıştı.

Fakat gerçek böyle olmasına rağmen, özellikle son dönemlerde AKP Hükümeti IŞİD’e verdiği bu açık desteği gizlemeye çalışıyordu. IŞİD’in faşist katliamcı yüzü daha çok açığa çıktıkça ve başta ABD olmak üzere Avrupa devletleri tarafından açık destek verilemez hale geldikçe, AKP Hükümeti de IŞİD’e verdiği yoğun desteği gizlemek zorunda kalıyordu. Birçok AKP sözcüsünün bu temelde yapılmış açıklaması vardır. Özellikle çiçeği burnunda başbakan olan Ahmet Davutoğlu bu yönlü sayısız açıklama yapmıştır.

Peki şimdi ne olacak? Daha başbakanlığa adım atmadan yalancılığı açığa çıkıyor. Böyle birinin Türkiye’ye doğru hizmet etmesi mümkün mü? Böyle birinin söz ve icraatlarına inanılabilir mi? 19 Temmuz 2012 Rojava Özgürlük Devrimi birçok gerçeği açığa çıkarmış ve güçlü bir aydınlanma yaratmıştı. Şimdi söz konusu itiraflarla birçok gerçek daha açığa çıkmış oldu. Hem de hiç kimsenin inkar edemeyeceği ve üzerini örtemeyeceği bir biçimde.

Biz, adeta patlarcasına hep bu gerçeğe dikkat çekmeye çalıştık. Sayısız kez AKP Hükümetinin IŞİD’e destek verdiğini yazdık. PKK ve KCK yetkilileri defalarca açıklamalar yaptılar, AKP Hükümetinin IŞİD’e verdiği desteği ortaya koyup bundan vazgeçilmesini istediler. Rojava Kürdistan halkına ve devrimine saldıran IŞİD’e destek vererek Kuzey’de çözüm sürecinin yürütülemeyeceğini ifade ettiler. Fakat tüm bunlara rağmen, AKP hem IŞİD’e destek vermeye ve hem de bu yaptığını gizlemeye çalıştı. Peki şimdi ne oldu? Açık ki takke düştü, kel göründü. Yani AKP’nin yalancı yüzü artık asla gizlenemeyecek bir biçimde açığa çıktı.

Bu vesileyle bir kez daha ifade edelim: Şimdiye kadar IŞİD adlı kara yüzlü örgüte en çok destek veren devletlerden biri Türkiye olmuştur. Diğerleri Suudi ve Katar’dır. ABD ile Avrupa’nın çeşitli devletleri de “ÖSO’ya destek veriyoruz” adı altında aslında IŞİD’i desteklemişlerdir. Dolaylı yoldan, yani savaşmayıp silahlarını IŞİD’e teslim ederek destekleyenler ise Maliki Yönetimi, Esat Yönetimi ve KDP Yönetimidir. İran ile İsrail’i de gizli destekleyenler arasında saymak gerekir. Yoksa IŞİD’in bu kadar güçlenmesi mümkün müydü? Bir günde Musul’dan girip Bağdat’tan çıkabilir miydi?

İtiraflar açıkça gösteriyor ki, mevcut destek durumu aynen devam ediyor. Yeni hükümet kuran AKP, aynı zamanda IŞİD’i desteklemeye de devam ediyor. KDP hala IŞİD ile ciddi bir çatışmaya girmeyerek, el altından IŞİD ile uzlaşma yolları arıyor. ABD’nin durumu da benzerdir. 29 Ağustos günü ABD Başkanı Obama’nın yaptığı şu açıklama ilginçtir: “Biz hala IŞİD ile bir çatışma stratejisi oluşturmadık.” Peki bu ne demektir? Çok açık ki, biz IŞİD ile savaşmıyoruz demektir. Oysa ABD’nin KDP ile birlikte IŞİD’e yönelik yoğun savaş yürüttüğünü belirten birçok TV kanalı var. Belli ki bu kanallar da yalancı ve kraldan daha fazla kralcılık yapıyorlar.

ABD’nin IŞİD’e karşı ciddi tavır almadığı ve yaptığı katliamlara karşı durmadığı çok açık bir gerçek. Eğer ABD karşı çıksa, o zaman IŞİD bu denli vahşi katliam yapabilir mi? Belli ki ABD ve benzeri güçler karşı çıkmadığı için söz konusu katliamları IŞİD yapıyor. ABD yönetiminin Şengal’de yardıma muhtaç kimsenin kalmadığı açıklamasına karşın, IŞİD Şengal’de katliam yapmaya devam ediyor. Peki bu neden böyle oluyor? Belli ki ABD politik olarak IŞİD saldırılarından fayda sağlıyor. ABD bekliyor ki, IŞİD tüm güçlerin burnunu sürtsün ve herkes kendine muhtaç kalsın! Herhalde o zaman Obama Yönetimi IŞİD’e karşı bir mücadele stratejisi oluşturacak!
KDP’ye gelince, açığa çıkıyor ki KDP’nin durumu çok daha vahim. KDP yönetimi IŞİD’e karşı ciddi bir mücadeleye girmediği gibi, Apocu çizgide mücadele eden güçlere karşı JİTEM benzeri örgütlemeler kurmaktan da geri kalmıyor. Geçmişte de PKK’den kaçan hainlerden hep tetikçiler çetesi örgütlenirdi. Bunun ilk örneği, 1981-1982 yılında Diyarbakır Zindanında örgütlenen “Genç Kemalistler” çetesiydi. Ardından 15 Ağustos 1984 gerilla atılımından sonra, gerilladan kaçan hainlerden JİTEM adlı tetikçi güruhu örgütlendi. Şimdi öyle anlaşılıyor ki, KDP de Rojava Devrimine ve Şengal Direnişine karşı benzer bir tetikçi güruhu örgütlemiş bulunuyor.

YPG’nin daha önce tutuklayıp sorguladığı bazı kişiler, KDP’nin bu yönlü örgütlenmelerinin olduğuna dair bilgiler vermişti. Rojava’nın değişik kentlerinde gerçekleştirilen terör olaylarını bunların yaptıklarını ifade etmişti. Fakat buna pek fazla ihtimal verilmemişti. Ancak yeni itiraf yapan kişilerin sözlerinden şimdi çok daha iyi anlaşılıyor ki, bu itiraflar gerçekmiş! Daha önce PKK içinde yer alıp sonradan kaçmış olan Ari ve Aziz Veysi gibi kişileri KDP, Rojava Devrimini ve Şengal Direnişini sabote etmek üzere çete kurup terör eylemleri yapmakla görevlendirmiş!

TC Yönetimi 1987’den itibaren bu tür hainleri “JİTEM” adı altında örgütlemiş ve sivil yurtseverlere yönelik binlerce katliamı bunların eliyle gerçekleştirmişti. Bu katil güruhunu örgütleyenler ise General Veli Küçük ve Binbaşı Cem Ersever gibi TC askerleriydi. Kürdistan’da kontrgerilla eylemlerini büyük ölçüde bu örgüt gerçekleştirdi. Belli ki KDP de TC’den öğrenmeye ve onu tekrarlamaya çalışıyor. Rojava ve Şengal için düzenlenen bu katil sürüsünü de Fazıl Mirani ve Abdulhakim Beşar gibi kişilerin örgütlediği belirtiliyor. Dahası bütün bunların KDP yönetiminin bilgisi ve katkısıyla yapıldığı ifade ediliyor.

Eğer IŞİD itirafçılarının söyledikleri doğruysa, o zaman KDP’nin çok tehlikeli politikalar peşinde olduğu açığa çıkar. Bu durum bırakalım Ulusal Kongre temelinde ulusal birlik yaratmayı, aslında yeni bir iç çatışma başlatmış olmak anlamına gelir. Eğer bunlar gerçekse, herkes için çok tehlike içerdiği açıktır ve KDP yönetimi bu tür tehlikeli politikalardan derhal vazgeçmelidir. Tüm yurtsever ve demokratik güçler ise bu tür tehlikeli girişimlere karşı uyanık olarak, KDP’nin tehlikeli ve zararlı politikaları terk etmesini sağlamak için aktif çaba harcamalıdır. Yok eğer IŞİD itirafçılarının tüm bu söyledikleri yalansa, o zaman da KDP yönetimi bu konuda herkesi inandırıcı ve güvence verici kuvvetli açıklamalar yapmalıdır.

Kürtler ve Kürt Özgürlük Hareketi AKP’den çözüm ve KDP’den de birlik adımı beklerken, bu tür tutumlarla karşılaşmanın Kürt halkında ve Özgürlük Hareketinde ne tür etkiler bırakacağını herkes az çok tahmin edebilir. Dolayısıyla çözüm ve birlik konularında yaşanan ve yaşanabilecek olan olumsuzlukların sorumlusunun Kürtler ve Kürt Özgürlük Hareketi olmadığı ve olamayacağı açıktır. Bunu PKK ve KCK yöneticileri kamuoyu önünde defalarca deklere etmişlerdir. Başta KDP olmak üzere diğer örgütler de üzerlerindeki şaibeyi silebilmek için açık deklarasyonda bulunmak durumundadırlar. Şimdi beklenen budur!

 

 

 

 

 

Yorumlar

Misafir olarak yorum yazın ya da daha etkili bir deneyim için oturum açın

Yorum yazın

Gerekli
Gerekli