9.01.2013 tarihinde Paris’te Kürdistan Enformasyon Bürosu’nda üç Kürt kadını Sakine Cansız, Fidan Dogan ve Leyla Şaylemez’in hunharca katledilmesinin üzerinden iki sene geçti. Dava şimdi hangi aşamada seyrediyor?
Kuşkuları üzerinde toplayan Ömer Güney, cinayetten birkaç gün sonra “kendiliğinden” Fransız polisine gitmiş ve tutuklanmıştı. O, Cansız’ı adı geçen büroya bırakmış, üç kadınla çay içmiş, unuttuğu bazı öteberiyi almak için arabasına geri gitmiş, dönüşünde o korkunç cinayet meydana gelmişti.
Peugeot marka otomobilinde radyo-teybin arkasında saklı şekilde pasaportu bulunmuş, Türkiye’ye dokuz defa gidip geldiği açığa çıkmıştı. Son üç seyahatini 22-31.08.2012, 1-3.10.2012, 19-21.12.2013 tarihlerinde yapmıştı. İlginçtir, hükümetle PKK arasındaki “Oslo Görüşmeleri”nin basına yansıtıldığı günlerde, Güney Türkiye’ye gitmişti. Son seyahati ise Paris cinayetinden sadece üç hafta önce idi.
Güney’de ele geçirilen bir kupondan, elbiselerini cinayetten sonra temizlemeye verdiği açığa çıkmıştı. Palto ve bir ayakkabısında, hayatını kaybeden kadınlardan birinin kanı ve biyometrik izleri bulunmuştu.
Güney her defasında İstanbul üzerinden Ankara’ya geçmişti. Son defasında Çankaya semtinde BestWestern otelinde kalmış, aralarında muhtelemen Kürtler’in de olduğu bazı kişilerle görüşmüştü. “Nefes” takma isimli bir hayat kadınını otele götürmüş, “büyük projelerim var. Yakında herkes benden bahsedecek”, diyerek kendini övmüştü.
Fransa’da sosyal yardımla geçinen birinin bu kadar çok seyahat etmesi kendi başına kuşku nedenidir. Ancak nedense Güney’in Türkiye’deki asıl ilişkileri es geçiliyordu.
Polisler Güney’in Paris’te Kürtler’le paylaştığı evde bıçak, göz yaşartıcı silah ve askeri elbiseler bulmuştu. O, nedenini şöyle açıklıyordu; “Kültürümüz böyledir, en fazla otomobil, kadın ve silahtan hoşlanıyorum”. Bu üç sözcük, Türk ırkçısı “Bozkurtlar”ın kullandığı “at, avrat, silah” sözcükleridir. Eşyaları arasında Bozkurtlar’ın üç hilalinin işlendiği bir yüzük de vardı. Güney, ırkçılığını hiç de gizlemiyordu.
Polis cinayetten evvelki gece (8-9.01.2013) saat 02.00-03.00 arasında Paris’teki Kürt derneğine girdiğini ve telefon kamerasıyla üyelik kartlarının fotoğraflarını çektiğini tespit ediyor. Onları bir yerlere göndermiş olabilir. Muhtemelen şifreli gönderim konusunda da eğitim görmüştü.
Güney’in anne - babası Paris’te oturuyordu. Fakat o, 2003-2009 arasında Almanya’nın Bayern eyaletinde kalmıştı. Onu tanıyanlar “ırkçı, provokatif ve kendine gizemli bir hava veren biri” olarak tanımlıyor. Adı ırkçılık ve mafya ile içiçe anılan Türkspor kulübünde bir ara çalışıyor. Güney 2011’de sözde, anne-babasının istemi üzerine Paris’e taşınıyordu.
Saflık mı? Alıklık mı?
Aynı sene Güney PKK’ye yakın Kürt derneğine üye oluyor. Almanya’nın Münih şehrindeki bir Kürt derneğini referans verdiği ileri sürülüyor. Ancak öyle görünüyor ki kimse referansın peşine düşmüyor, ki bahsedilen Kürt derneğinin o dönemde kapalı olduğu sanılıyor.
Türk ama Fransızca biliyor, şehri tanıyor, neticede üzerinde ciddi bir kontrol yok. O da bu “özgürlük” ya da gevşekliği ustaca kullanıyor. Hatta Paris’te kitle çalışmalarından sorumlu bir Kürt kadınıyla aşk değil, ama dostluk ilişkisi yaşıyor. İlişki bazı Kürtler’in dikkatini çekiyor, tepkilerini dernek ortamında bile getiriyorlar.
2012’nin Eylül ayında, Almanya’nın Mannheim şehrinde Kürt festivali gerçekleşir. Güney üzerinde bıçak ve gaz silahıyla gider. Festival görevlileri onu geri çevirir, kimbilir, herhalde davranışını “gözüpekliğe” yormuşlardır!
Aralık 2012’de Güney, Hollanda’da Kürtler’in bir eğitim devresine girer. Hollanda polisi eğitim yerini basar. Güney kendini tuvalete atar, kafasındaki bir hastalığı bahane ederek, haplara sarılır. Tutuklanmasından sonra da o ve avukatı bu “hastalığı” sürekli ileri süreceklerdir.
Böylece Sakine Cansız’ı bürokratik işlemlerini halletmede yardımcı olsun diye Güney’e teslim ederler. Güney, Cansız’ın kartıyla hesabından para çekecek kadar güven verir. Güney çok mu profesyoneldi? Elbette hayır, bizim “uyanıklarımız” alıktı, hepsi o kadar. Ki yazdıklarımı halen gizliyorlar.
Cemaat-AKP kavgasında Paris olayı
11.01.2014 tarihinde Türk gazeteleri, “görev emri” ismiyle “Kasım 2012” tarihli bir belge yayımladı. Güney “Lejyoner” ismiyle görevlendirilir ve kendisine 6 bin Euro verilir. Belgenin altında dört MİT yetkilisinin; O. Yüret, Uğur Kaan Ayık, H. Özcan ve S. Asal’ın imzaları bulunuyordu.
Eşzamanlı olarak Güney’in iki kişi ile beraber olan konuşması internete düşer. Yanındakilerin MİT kadroları olduğu ileri sürülüyordu. Paris’te bazı Kürt politikacılarına yapılacak suikasti aralarında konuşuyorlardı.
Belgeleri yayımlatan Gülen Cemaati idi. Cemaat’e yakın Taraf gazetesi, PYD Eşbaşkanı Salih Müslim Türkiye’yi ziyaret ettiğinde kendisiyle görüşen heyet içinde MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın yanısıra Uğur Kaan Ayık’ın da olduğunu ileri sürüyordu. İmralı’ya Öcalan’ın yanına giden MİT heyetinde de Ayık yer alıyordu.
Tabii ki hükümet ve MİT iddiaları reddetti, “çözüm süreci”ni baltalamak için Gülen Cemaati’nin sahte belgeleri komplo amaçlı basına sızdırdığını ileri sürdüler.
Her zamanki gibi Erdoğan da karmaşaya dahil oldu, Urfa’da yaptığı konuşmada Paris cinayetinin sorumluluğunu Cemaat’in üzerine atmaktan çekinmedi (10.03.2014). Ki Aralık 2014’te de aynı suçlamayı yineledi.
Sözkonusu belge ve açıklamalardan insan doğruya ulaşabilir mi? Bu kurtlanmış peynirden sağlam tanecikleri ayıklamaktan çok daha zor bir iş.
Peki cinayetin sahibi kim?
Önceden bildiğimiz şeyler, açığa çıkanlar ve yukarıdaki belge ile tutumlardan hareketle bazı öngörülerde bulunabiliriz. Bilindiği gibi 2012 kanlı çatışma yılının sonunda Erdoğan, Öcalan’la tekrar konuşmalara başladıklarını açıkladı. Ama bazılarını çıldırttı, öyle ki cinayetler için düğmeye bastılar.
Geçmiş pratiklerden iyi biliyoruz ki MİT askeri, ırkçı ve operasyonel bir örgüttür. Diyeceksiniz ki MİT Müsteşarı Erdoğan’ın adamı değil midir? Olabilir ama MİT tabanda bahsettiğim özelliğini koruyor ve örgüt içinde tepedeki değişimden özellikle rahatsız olanlar çoktu. Hükümet sözcülerinin (Mehmet Ali Şahin) açıklamalarından çıkardığımız kadarıyla Almanya’da da benzeni eylemler planlanmışlardı.
Ancak kesin olan şu: Hem AKP hükümeti, hem de Gülen Cemaati cinayetin detaylarından haberdarlar. Bir şekilde işin içinde parmakları var, ama gizliyorlar. Sonuç olarak diyebiliriz ki tüm izler Türk devletini gösteriyor. AKP hükümeti de gerçekleri gizlediği için bile olsa, olayın sorumluluğuna dahildir.
Fransızlar ne yapıyor?
Üç - dört servis ve ikiyüzün üzerinde memurla Fransa olaya büyük önem veriyor gözüküyor. Hükümet davanın yürütülüşü üzerinde siyasi etki olduğunu reddediyor, adalet sisteminin özerk olduğunu vurguluyor. (Ancak biliyoruz ki gerçek öyle değildir. Fransa’da yakın geçmişte işlenmiş onlarca cinayet var ve hemen hemen tümü karanlıkta kalmıştır.)
Yukarıdaki iki belgenin ifşasından sonra Soruşturma Hakimi Jeanne Duye bazı adımlar attı. Eğer Ömer Güney MİT çalışanı ise, Fransız istihbaratının bundan bilgisinin olabileceğini ve bu bilgilerin aktarılmasını istedi. Kurban yakınlarının avukatları bu durumu önemli bir ilerleme olarak değerlendirdiler. Ama o kadar. Çünkü Fransız hakim, adı geçen dört MİT’çi hakkında tutuklama kararı çıkarmayı kabul etmedi.
Kesin olan bir şey; Fransız tarafı, Türkler’e inanmıyor ve güvenmiyor. Ellerindeki bilgileri Türk tarafıyla paylaşmak istemiyorlar.
Türk tarafının da Fransızlar’a hiç yardımcı olmadığını ve istenen bilgileri vermediğini söylemeye gerek bile yoktur. Türkler, güvenlik bahanesiyle Güney’in ailesini kontrol altında tutuyorlar. Bir şekilde Güney’i de kontrol ettikleri söylenebilir. Öte yandan, 2011’den beridir Türkiye ile Fransa arasında “Güvenlik İşbirliği Antlaşması” mevcuttur. İki taraf, istihbarat örgütleri düzeyinde sürekli görüşüyorlar ve olabilir ki bu dava üzerinde de bir alışveriş içindedirler.
Günün birinde Fransa’nın (+AB’nin), davayı Türkiye’ye karşı kullanabileceğini ileri süren yorumlar da yok değildir, Mykonos davası gibi. Fakat biliyoruz ki bugünkü şartlar öyle bir adım atmaya uygun değildir.
Güney şimdiye kadar konuşmayı reddediyor(?) Olayda başka tetikçiler var mıdır? Ya da Güney’e yardımcı olanlar kimlerdir? Bunları daha bilmiyoruz. Söyleniyor ki Güney kullandığı silahı Belçika’dan bir Arap kaçakçıdan almış. Fransızlar’ın elinde daha fazla bilgi varsa da, onu basınla paylaşmıyorlar. Bu nedenle çoğu şey sadece iddia düzeyinde kalıyor.
Fransa’da bi dava en geç dört yıl içinde açılmak zorundadır. Eğer mevcut verilerle dava açılırsa, herhalde bir tek Güney yargılanacaktır. O da verilen cezanın yarısını yattıktan sonra Türkiye’nin yolunu tutabilecektir. Zaten Türkiye’nin Mehmet Ali Ağca, Abdullah Çatlı, Ogün Samast gibi “kahramanlara” ihtiyacı vardır.
Olay yılda bir anmaya mı dönüştü?
Hepimiz olayın bütün detaylarıyla aydınlanmasını ve suçluların cezalandırılmasını bekliyoruz. Ama acaba kendi kendimizi kandırmıyor muyuz? Roboski’yi alalım, katillerini bilmiyor muyuz? Ne yaptık ki, Paris için yapalım?
Kabul edelim, biz Kürtler’in kanı ucuzdur. Kanımızın değerini arttırmadıkça, daha çok suikast ve katliamla karşılaşabiliriz. Ama ağlamakta, yakınmakta ve haykırmakta çok becerikliyiz. Haksızlık mı ediyorum?
(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)
Yorumlar
Misafir olarak yorum yazın ya da daha etkili bir deneyim için oturum açın
Yorum yazın