Bir CIA Casusunun Kürdistan Fantezisi!

Farzedin ki uzun bir yolculuğa çıkmak üzeresiniz ama yanınıza yolda okuyacak bir kitap almayı unutmuşsunuz.


Havaalanındaki gazete bayiine bakıyorsunuz ve “Türkiye ve Arap Baharı, Orta Doğu’da Liderlik” adında bir kitap buluyorsunuz.


Başlık gayet ilginç ama kitabın yazarının adını hiç duymamışsınız ve kitabı alıp almama konusunda tereddüt ediyorsunuz—ta ki bir arkadaşınız size kitabı okuduğunu ve hatta yazarını da tanıdığını söyleyene kadar. Haliyle, soruyorsunuz:


Kitabın konusu ne?


Türkiye’nin Orta Doğu’daki sözde “liderlik” rolüyle; yani o kargaşa denizindeki sözde “istikrar adası” olmasıyla ilgili. Dünya adeta nefesini tutmuş Türkiye’yi izliyor ve Orta Doğu öyle “kıskanıyor” ki!


Peki, yazar Kürtler için ne diyor?


Kürtler, Arap baharından yayılan mevcut kargaşanın “bir numaralı” kazananlarıymış. Ve Kürtlerin kazanımlarından en çok faydalanan da Türklermiş! İki halk, bir çeşit karar ortaklığı kurmuşlar. Bir “Romeo ve Juliet”, bir “Mem u Zin”, bir  “Leyla ve Mecnun” misali.


Vay canına! Amma çarpıcı bir konusu varmış. Yazar, Türk mü yoksa Türklere kara sevdayla tutulmuş bir Kürt mü?


Ne Türk, ne de Kürt. Harvard’da eğitim almış bir Amerikalı. Hatta neredeyse “Keşke Türk olsaydım” demeye getiren biri—aynen Atatürk’ün “Keşke Hristiyan olsaydım” demesi gibi. Fakat kendi kimlikleriyle mutlu olmayanlara ihtiyatlı yaklaşmamız gerekir. Bu arada, kitabı okurken birkaç kadeh viski içesin de gelebilir.


Yazar, CIA (Amerika Merkezi İstihbarat Teşkilatı) bünyesinde 27 yıl çalışmış ve bir müddet Ankara’da görev yapmış; hatta kızına da Türklerin başkentinin adını vermiş.  Artık emekli olduğu için, şöyle diyor: “Benim Türkiye’yle ilişkimin CIA ile ilişkimden çok daha uzun ve derin kökleri var.”


Kitabında, Türkleri demokrasi abidesi; Kürtleri ise Avrupa ve Amerikalıların meşhur piyonları olarak tasvir ediyor. Türk arkadaşları gibi o da Kürdistan’ı boş bir hayal olarak görüyor ve “Kürdistan” kelimesini—yine aynen Türk arkadaşlarının yaptığı gibi—tırnak içinde yazıyor.


Yani, statüko yanlısı mı?


Aslında değil. Sadece Kürtler söz konusu ise statükodan yana. İş Filistinlilere gelince, hızlı bir devrimci kesiliyor!  İsrail’in işgalci bir devlet olduğunu buyuruyor ve bu düşüncesini kanıtlamak için uluslararası hukukun çiğnendiğine dair iddialar ileri sürüyor. Türkiye’nin ise işlevsiz Orta Doğu’ya aklıselim aşılamak için Filistinlileri desteklemesi gerektiğini söylüyor.


İsraillilerin Kürt ve Kürdistan davasıyla ilgilenmeye başlamasına ne diyor peki?


Bunun “ters tepeceğini” ve Türkiye’nin bir “kıvılcım” misali çok sert bir tepki vereceğini düşünüyor. İsrail Dışişleri Bakanı Avigdor Lieberman’ı “faşist” ve “ırkçı” olarak yaftalıyor. Bütün hatalarına rağmen İsraillilerin, Arapların dilini hiçbir zaman yasaklamadığı ama Türkiye’nin insanlık tarihinde hükümet kavramı icat edildiğinden beri görülmüş en büyük baskılarla Kürt dilini adeta boğduğu, demek ki kafasına dank etmiyor.


Peki, bu adam Erdoğan’ı cidden seviyor mu?


Evet ve bunu teyit etmek için de resmen bütün dünyayı dolaşmış. Bir zamanlar Mahmud Ahmedinejad’ın resimleriyle süslenen kafeler şimdi Recep Tayyip Erdoğan’ın resimleriyle gösteriş yapıyormuş! Erdoğan’ın sözlerini onaylıyor; kitabında da yer veriyor. Mesela, Mısır’da ettiği laflardan bahsediyor: “Dünya, halkın iradesinin yönetime geleceği bir sisteme doğru kayıyor.   Niye sadece Avrupalılar ve Amerikalılar onurlarıyla yaşasın ki? Onurlu bir hayat yaşamak, Mısırlı ve Somalililerin de hakkı değil mi? “


Hintliler ve Çinliler yıldızlara uzay mekiği göndermekten bahsediyorlar. Türklerin, Somali ve Somalililere duyduğu bu saplantı da nedir böyle?


Sorma. Somali’yi sömürgeleştirmeye çalışıyorlar. Ama oraya ilk varan Avrupalılar gibi, Somali’yi “medenileştirme” girişiminde bulunduklarını iddia ediyorlar. Başkent Mogadişu’nin en büyük camisi Türk yapımı ve Recep Tayyip Erdoğan’ın annesinin adını taşıyor. Yüzlerce Somalili öğrenci çeşitli rüşvetlerle ayartılıyor ve Türk dilini öğrenmeleri için onlara burs veriliyor. Bense yıllar önce terk ettiğim Türkiye’de büyürken, Türkçe yüzünden dayak yemiş; baskılara maruz kalmıştım.


Yazarı tanıdığını söyledin? İnsan olarak nasıl biri?


Aslında düzgün biri ve ihtiyaç sahibi bazı Kürtlere de yardımları olmuş. Ama maalesef Türklerle öyle çok zaman geçirmiş ki artık tam bir (Türkiye) yerlisine dönmüş. Türklerin önyargılarını benimsemiş ve artık bir Türk gibi düşünüyor, konuşuyor ve hayal kuruyor.


Örneğin Türkler, Kürtlerin Türk yönetimi altında yaşamaktan mutluluk duyduklarını söyler. Türkiye’nin o “merhametli” yasalarına karşı isyan etmelerinin sebebi, hep başkalarıdır; yani Avrupalılardır. Ne yazık ki yazarımız da bu görüşte ve yabancıların, kendi komşularından çok Kürtlerle oynadığını söylüyor.


Neredeyse Avrupalı ve Amerikalıların köpek;  Türk, Fars ve Arapların kedi; bahtsız Kürtlerin de fare olduğunu söylüyor. Hatta Kürt farelere, Avrupalı ve İsrailli köpekleri Orta Doğu’dan uzak tutmak için Türk kedilere katılmalarını öneriyor.


Peki, sen kitabı nasıl buldun?


Ben Kürdistan’ın boş bir hayal olduğuna inanmıyorum—tam tersi, gerçek olabilecek ve 40 milyon Kürd’e özgürlük getirebilecek, hayatın ta kendisi bir hayal olduğuna inanıyorum. Aynen, Sovyetler Birliği’nin bir iç patlama yaşayıp 15 ulusa özgürlük yolunu açması gibi. Şimdi de Orta Doğu bir patlama yaşıyor ve iyi niyetli yazarımız Graham Fuller ve onun sevgili Türk arkadaşları hüsrana uğrayacaklar ama özgür Kürdistan’ın kurulma ihtimali her zamankinden daha yüksek.


Ha, unutmadan—Kediler, fareler için her zaman dünyanın bütün köpeklerinden daha tehlikeli olmuştur!


Türkçeye çeviren: Uzay Bulut


Washington’da ikamet eden Kürt siyasi aktivist Kani Xulam, Amerikan-Kürt Bilgi Ağı’nın (American Kurdish Information Network) sözcüsüdür.

 

(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)