Cırcır böceklerinin feryadı

Aslında bu yazı için çok fazla başlık geldi aklıma. Ama sanırım benim için, geride bıraktığım on günü özetleyen en iyi başlık buydu. Peki cırcır böcekleri feryat eder mi?  Sorduğum sorunun cevabını yine ben vereyim; evet cırcır böcekleri de feryat eder. Hem de insanı bütün acziyeti ile yüz yüze bırakan bir feryattır bu. Tahmin edeceğiniz gibi bu yazının konusu orman yangınları...

Temmuz’un 29’unda; 1998 yılında yani bundan tam  23 yıl önce acılarla dolu bir yıl geçirdiğim Antalya’ya yolumuz düştü. Ben ve kameraman arkadaşım Esat, Antalya ve çevresinde devam eden yangınları takip etmek için bölgeye gittik.

Sakin geçen ilk günümüzde yani 30 Temmuz’da çoğunlukla yangın sahalarını ve oralara giden güzergahları tespit etmekle mesai yaptık. Akşam 20:00 sularında kaldığımız otele döndük ve başka bir yerde bir Kürdün evine  çok daha acı bir yangının düştüğünü öğrendik. Beklemeksizin yönümüzü Konya’ya çevirdik. Olayı da kurbanları da tanıyorduk. İçimiz yanarak  geceyi yardık ve sabaha Konya’ya vardık. Daha önce  çaylarını, ayranlarını  içtiğimiz, yemek yediğimiz Yaşar Amca , hanımı İpek, kızları Serap, Serpil , Sibel ve oğulları Metin’in bedenleri toprakla buluştu.

Cenaze merasimi sonra oradaki yangını bırakıp tekrar Antalya Manavgat’a döndük. Cırcırların, kuşların ve cümle tabiatın feryat ettiği şehre.  Bu şehirde acı dolu bir yıl geçirmiştim yıllar sonra şimdi başkalarının acılarına şahit oluyorum.

Yönümüz Manavgat’tan kuzeye, sanırım burası Güneybatı Toroslar, dağların en tepesi boş ama yamaçlar yanıyor. Her tarafta duman ve o ses… Cırcır böcekleri ve kuşlar feryat ediyor. Bir yerden sonra asfalttan çıkıp bir orman yolundan siyah dumanların yükseldiği yöne doğru ilerledik. Aracın gidebileceği kadar. Benzinli bir araç kullanıyorsanız yangınla aranızda mesafe bırakmak zorundasınız. Durduk bir  yol kenarında. Karşımızda devasa bir siyah duman kütlesi ve yine o acı sesler..

Tek bir saniye bile ne ben ne de arkadaşım tereddüt etmedik. Birimizde kamera birimizde gerekli malzemeler hızlı tepeye koştuk. Tepeden aşağı doğru sarp sayılabilecek bir kayalıktan indik.  10 dakikadan az bir süre içinde kendimizi devasa bir yangının içinde bulduk. Aklımda onlarca soru; ya buradan çıkamazsak Esat!

Girdiğimiz ormanda  önümüzden yukarı doğru gelen bir yangın sağımız solumuz yangın, ağaçlar feryat ederek yanıyor. Tarifi olmayan bir uğultu var.  Maalesef kameraman arkadaşım Esat yaralandı bacakları ve kafası yandı.  Panik yok!!! daha önce 15 Temmuz Gecesi ikimiz Azrail’in sesini duymuştuk yine. O gece Esat’ın  “vuruldum Şevket vuruldum” deyişini hiç unutmadım. Bu sefer de,  “bu cırcır böceğinin değil Azrail’in sesi “ dedi Esat. 12 dakikalık bir hengame, kamera kayıtta an be an, öksüre öksüre çıktık cehennemden.. Azrail’in elleri bizden yana boş.

Çok hikaye gördüm bu 10 günde, köylerden kaçıp şehre gelen kediler mesela. Manavgat merkezde kediler yangın söndürme aracı görünce dükkanlara kaçıyor. Gözlerim yaşlı… içim buruk... Hayattaki tek varlığı iki kuzuyu kaybeden kadını gördüm.

Antalya dediysek hemen öyle aklınıza şezlongda uzanan turistler, sahiller, kumsallar, romantik Akdeniz akşamları gelmesin. Çıkın kuzeye Torosların eteklerinde deniz görmemiş Yörükler var. Bize, bana benziyorlar. Bu Köylerden biri Karabul.  Manavgat- Gündoğmuş arasında . Köyün içindeyiz. Yangın bütün hızıyla köye geliyor, köylüler telaşlı. Hemen yanında  Narlı, Karaisa ve Senir köyleri var. “Bu yangın her şeyi yutar” dedim yutkunarak. Sonra Karabul köylüleri.. Söz verdim onlara yazacağım bunu diye. Gökyüzünde ne bir uçak ne bir helikopter, ufukta görünen bir ekip de yok. Ama bu köyün kahraman kadınları ve erkekleri var. Gözlerimle gördüm diyorum. Bir kadın yaşı var 50- 55, elinde bir damacana su ile daldı ormana, “dur abla yanacaksın” dedim. “Benim canım bu yanan kuşlardan aziz mi, onu da Allah can virmedî mi?“ dedi ve gitti. Karabul köylüleri 3 köyü kurtardı. Durmadılar, korkmadılar.. An geldi isyan ettiler gelmeyen uçağa helikoptere.. Ama durmadılar; kazmalarla, küreklerle yürüdüler ve BAŞARDILAR..

Orman kimin diye sordum tepeden bakarken son gün.. Aklıma bir anekdot geldi. Sanırım Yunanistan eski Başbakanı Çipras Ege Denizi için söylemişti “Ege Denizi balıklarındır” diye ve dönemin basiretsiz bir Türk siyasetçisi de cevap vermişti: “Evet Ege Denizi balıklarındır ama Türk balıklarınındır.” Cırcır böcekleri hanginizin diye soruyorum ben de? 

Bunları düşündüm yamaçlardan yükselen dumana bakarken. Kimindi ormanlarımız, Antalya’da Muğla’da, Dersim’de  Lice’de, Şemdinli’de yanan orman hangimizin babasının malıydı? Cırcır böcekleri mesela hangi millete mensuptu? Ağaçların ideolojisi neydi? Kuşlar hangi diplomatik krizin tarafıydı? Sustum yutkundum.. Z kuşağı tabiri ile aklımda deli sorular… 

Nihayet Ankara’dayım. On gün içinde çiçeklerim  susuz kalmış. Birinin yaprakları can çekişiyor, ben yine ağladım. Ama evdeyim artık kavuştum onlara bir çiçeğin dalına yandım, devasa ormanları yutan yangınları gördükten sonra. Sonra  nihayet günler sonra temiz bir pijama  giydim ve uyudum. Rüyamda biri siyah ikisi beyaz üç kurt üstüme saldırdı. Elimde mikrofon vardı. Savuşturdum onları kan ter içinde uyandım…