KYB'nin KDP'ye yönelik eleştirilerini anlayışla karşılamak mümkün. Ancak devletleşme sorununda takındığı olumsuz tutum, tüm eleştirilerini anlamsız kılıyor.
Kaldı ki KYB'nin kendisi, yaptığı eleştirilerden bağışık değil. Bildiğim kadarıyla resmi petrol gelirlerinin %40'ından fazlası onların tasarrufunda. Ama örgüt egemeni aristokrat grupların onu nasıl değerlendirdiklerini bir tanrı bilir.
KYB de başına buyruk. Tahran ve Bağdat ile kendi başına anlaşmalar yapabiliyor.
KYB kendini Güney'in demokrasi sözcüsü gibi görüyor. İnsanı güldürüyor sadece. Çünkü yönetim tarzı, aristokratik ve otokratik. Demokrasiye yakışıyor mu bu?
Sosyal yaşamı karartan dini tutuculuk, KYB bölgesinde de bir gerçek değil midir?
Demokrasi istemi, devlet isteminin önüne konabilir mi? Demogoji değil midir bu?
Halen gündemde olan Süleymaniye ve Halepçe valiliklerinin değiş tokuşu, demokrasi ayıbı değil midir?
KYB, Batı Kurdistan'ı savunmada "öncü"(?) Neden bir defa da Doğu Kürdistan'ı ağzına almıyor?
Neden, Tahran etkisi midir? Yoksa partilerin tarihi eskilere giden çelişkileri midir? Ne olursa olsun, KYB'nin isteksizliği, ulusal birlik ve devletleşme yürüyüşü önünde temel bir engeldir.
KYB içinden tepki seslerinin çıkması kaçınılmazdı. Umarım barışçıl bir süreç olur, sonunda bağımsızlık ve birlik istemi üstün gelir. Güney'in bu müjdeye acil ihtiyacı var.
KDP de sorunlarda pay sahibi
Devlet istemi yüce ama herşey anlamına gelmemektedir. Çünkü ortak yürütme sistemi her yerinden dökülüyor. Örneğin parlamento. Ne anlamı kalmış ki?
Siyasi ve ekonomik karmaşıklık, olumsuz etkisini doğrudan üniversiteler, okullar, hastaneler gibi toplumsal kurumlar ve sıradan halk üzerinde gösteriyor. Eğitmenler, aydınlar, doktorlar gidiyorlar. Yoksulluk almış başını gidiyor. Geleceğe umut inişte.
DAIŞ'le savaş, göçmenlerin yükü, Bağdat kaynaklı sorunlar, tabii ki nedenler. Ama tümü de mevcut bunalımda yürütmeci partilerin payını gizleyemez.
KDP, KYB bölgesindeki İran askeri faaliyetini ve Heşdi Şabi'nin varlığını haklı olarak eleştirmeli. Ama KYB de, KDP bölgelerinde Türk askeri varlığını eleştirmek hakkına sahiptir.
Bir halk varlığını korumak için tümden silahlanabilir. Ama askerlik halkın egemen geçim aracı olmuşsa, bu yönetenlerin ayıbı değil midir?
Devletleşme en önde, ama onun iç sorunlarla doğrudan bağlantısı da ortada. Ortak inisiyatifin aciliyeti ortada. Diyeceğim şu ki, sadece sloganlarla olmaz.
Tarihten ders almak
Kürt tarihinde kader yılları vardır, 1830'lar gibi. Konum Güney olduğu için, o dönemi bugün ile karşılaştırmak istiyorum.
Güney'de yarı devlet gücünde Baban (Süleymaniye), Behdinan (Amadiye) ve Soran (Revanduz) beylikleri vardı. Özellikle Soran Beyliği, Mir Muhammed'le bağımsızlık yolundaydı.
Osmanlılar, 1833-1839 sürecinde Kürdistan'a "diz çöktürme" seferleri yaparlar. Sivas ve Malatya'dan iki koldan Muş, Van, Siirt, Botan üzerinden Şengal ve Süleymaniye'ye kadar önlerine gelen herşeyi yıkar yakarlar, talan eder, onbinlerce Kürdü öldürürler, o kadarını da ülkelerinden sürerler.
Son hedef Revanduz Kalesi ve Mir Muhammed'tir. Kaleyi yıkar, Mir'i tutsak alır, İstanbul'a götürürler. Sultan güya affeder. Ama dönüş yolunda Trabzon'da onu katlederler. İşte Türk egemeninin sözü!
Süreçle ilgili bir ilginçlik şuydu: İngiliz, Fransız ve Ruslar, Osmanlıları destekler. İngilizler, Pers-Türk ordu ittifakını kurmak isterler. Osmanlı ordusunda İngiliz ve Fransız subayları ile Alman askeri danışmanları yer alırlar. Ruslar, Perslere silah verirler.
Mir Muhammed'in yenilgisinde öne çıkan nedenler: Egemenlik alanını iyi örgütleyemez. İslam bağnazlığı olumsuz etki yapar. Yerel ve aşiretsel çelişkiler içten kemirir.
Dönemin kahramanlıkları, övünç mirasıdır. Dersleri, geleceği aydınlatıyor. Türk egemenlerinin soykırımcılığı, hesaplaşma sorunudur. Yaşananların mesajı, bağımsızlığın mutlaka gerekliliğidir. Ama eğer mirasçılar kavramışsa!
Beylikler bu ödev ve mesajlarla, çoktan tarih sahnesini terketmişler. Ancak Güney partilerimizin bugünkü çelişkilerine baktığımızda, şunu sormaktan kendimizi alamıyoruz: O dönemin derslerini ve mesajlarını gerçekten kavramışlar mı? Yoksa kendilerini beyliklerin o kahredici çelişkilerinin mirasçısı mı görüyorlar?
Su uyur, İran uyumaz
Güney'de devletleşme konusunda Ankara ve Tahran'ın ahlaki açıdan diyecek bir sözleri olmamalıdır.
Bağdat ise şunu söyleyebilir: "Kürtlerle birlikte yaşamak istiyorum. Ama buna ancak Kürtler karar verebilir". Yok eğer, "Kürtlerin ayrılmasına asla izin vermeyeceğim" derse, bu tehdittir, işgalciliktir, sömürgeciliktir.
Oklarım Tahran'ı gösteriyor. Diyelim ki KYB'nin (ve de Goran'ın) eğilimi, bağımsızlık yönünde değişti. Diyelim ki devreye sokulan Bağdat ve Heşdi Şabi yetmedi...
Tahran pes mi edecek? Asla!
Ankara'nın Suriye'de yaptığı, onu cesaretlendirmesin?
Sakın olamaz demeyin. Bir ay öncesine kadar Suriye'de Türk devletinin öyle birşey yapabileceğini söyleyene deli demezler miydi?
İşte acele etmemizin ve bir an önce birliğe gitmemizin zarureti.
Ne olursa olsun; bağımsızlık/devletleşme, her bedeli göze almaya değer. Sıralanan tehlikeleri bertaraf edecek yegane güç, Güney'in birliğidir.
Yorumlar
Misafir olarak yorum yazın ya da daha etkili bir deneyim için oturum açın
Yorum yazın