9.10.1998: Öcalan Suriye’yi terk ederek Yunanistan’a gitti. Rusya (9.10.1998-2.11.1998), İtalya (2.11.1998-16.01.1999), Rusya (16-28.01.1999), Yunanistan (29.01.1999), Beyaz Rusya (30.01.1999), Yunanistan (1.02.1999), Kenya (2.02.1999) duraklarından sonra, 15.02.1999’da Kenyalılar onu Türkler’e teslim etti. Öcalan nereye gittiyse, ABD’nin etkisiyle onu kovdular. Bugün öyle bir olay başımıza gelirse adı geçen güçlerin tutumu acaba ne olacaktır?
Mahkeme mi, ırkçı tiyatro mu?
1984-1999 dönemi savaş kurbanlarının sayısı 30 bin üstündeydi. Yakılan köyler, bombalanan şehirler ve yıllık 10 milyar doları aşan savaş giderleri.Devlet için suçlu Öcalan’dı. Ama 6 oturumla mahkeme sonuçlandırıldı (31.05.-08.06.1999).Dava “terör davası” olarak isimlendirildi. Öcalan’ın avukatları tepki olarak duruşmalardan çekilmişlerdi.
Öcalan’ın saçı ve bıyığı Anadolu’nun muhafazakar milliyetçi esnaflarınınki gibi kesilmişti. Söyleyeceği her söz ezberletilmiş, “özgür iradesiyle ifade verdiği” ona söyletiliyordu. Hakimler Öcalan’a verilen cezayı Şeyh Said ve arkadaşlarının idam edildiği günün yıldönümünde açıklayarak (29.06.1999) ırkçı kinlerini kustular.
Kürtler’e “ne zaman baş kaldırsanız, keseceğiz” mesajını veriyorlardı aslında. Diğer bir ilginçlik, “iradesinin çökertilmesinde” çelişki ve terslik görmeyen Öcalan’ın, “çocuk katili” denmesine itirazına izin veriyorlardı. 1925’te “İstiklal Mahkemeleri” vardı. 1999’da Devlet Güvenlik Mahkemeleri. Bugün Türk mahkemelerinin Kürtler’e karşı fonksiyonunda bir değişiklik olmuş mudur?
Öcalan’dan istenenler ve sonrası
Kürt davası ve hareketi, Türk devletini yıkacak potansiyele sahiptir. “Tehlikeyi” bertaraf için devletin eline emsalsiz bir fırsat geçmişti. PKK lideri ve PKK’nin kişiliğinde Kürt hareketinin önderi Öcalan, artık devlet için altın bir kozdu.
Türk Bayrağı’nın tekliği, Türk Devleti’nin bakiliği, toprağının bölünmezliği, Mustafa Kemal’in “ulu önderliği”, PKK’nın siyasal hedeflerden vazgeçmesi, devlete karşı savaşı bırakması,Kürt hareketinin uluslararası olanak ve ilişkilerden elini ayağını çekmesi. Öcalan’dan istenen temel istemlerdi.Öcalan’ın “Savunma Metni”, bu isteklerin kabul edildiğinin belgesidir.
Kürt direnişleri değil ama resmi söylemle devlete karşı “isyanlar” vardı. Mustafa Kemal’den çok, “Atatürk” vardı. Olanlardan dolayı suçlu olan “Atatürk” değil ama “başkaldıran ağa, şeyh ve aşiret reisleridir”. Kürt sorunu, bağımsızlık, federasyon ve özerklik sorunu değil ama dil ve kültürel özgürlükler sorunudur.
Kürtler’in asimilasyonu normal bir olaydır.Türk dilinin resmi olması doğal bir olaydır. Atatürk milliyetçiliği, ırksal değil, “kültürel” bir milliyetçiliktir. Özgürlük ve bağımsızlık sadece “Misaki Milli” sınırları içindeki demokrasi ile mümkündür. Bağımsız bir Kürdistan yabancı güçlerin piyonu olmaktan kurtulamaz. Kürtler hiçbir zaman ayrılık amacıyla ayaklamamışlardır.Kültürel ve demokratik hakların verilmesiyle birlikte, PKK silahları bırakmalıdır.
Öcalan, “ağaların isyanı Atatürk’ün demokrasi için adım atmasını önlemişti” diyor, PKK’den “ulusal kurtuluş” yerine “demokratik kurtuluş” ifadesini kullanmasını ve “demokratik cumhuriyet vatandaşlığı”nı stratejik hedef yapmasını istiyordu (PKK 7. Kongresi için 4.12.1999 tarihli mektup).
Öcalan’ın yukarıdaki görüşlerinin tersini savundukları için yüzlerce PKK kadrosu hayatını kaybetti ve ağır hapis cezalarına çarptırıldılar. Hem de bizzat Öcalan’ın görüş ve talimatlarını yerine getirdikleri için.
Bugün kim o canlardan bahsediyor?
2.08.1999: Öcalan PKK’den silahlı mücadeleyi bırakmasını istedi. 23-29.07.1999: PKK talimatı yerine getirdi, güçlerini Güney Kürdistan’a çekme kararı aldı. Geri çekilme çabasında tahminen 400’ün üstünde savaşçı hayatını kaybetti (infaz) edildi.
Öcalan “Pişmanlık Yasası”nı övdü (5.09.1999 tarihli mektup). Halbuki yüzlerce Kürd’ü katleden tetikçiler bu yasanın ürünü idiler ve Öcalan bunu çok iyi biliyordu.
Öcalan, “barış elçileri” adı altında iki grubun teslim olmasını istedi (5.09.1999 tarihli mektup). Dağdan bir savaşçı grubu (1.10.1999) ve Avrupa’dan bir kadro grubu (29.10.1999) teslim oldular. Bugün onların akibetini yargılayan var mıdır? Olaylar PKK saflarında dalgalanmaya yol açtı. Yeni çizgiye karşı, yönetici ve komutanlar da dahil olmak üzere yüzlerce savaşçı ve kadro PKK’den ayrıldı. Çok sayıda saldırı ve ölüm olayları oldu ve halen de o gerginlik aşılmış değil.
Güney konusunda Öcalan’dan istenenler
Öcalan Devlet Başkanı Süleyman Demirel’e hitaben bir mektup yazdı. Güney Kürdistan’ın durumunu 1925, “Şeyh Sait Ayaklanması” şartlarıyla kıyasladı. KDP’yi işbirlikçilikle suçladı. Türkiye’nin adım atmaması durumunda, İngiliz, Amerikalı ve İsrailliler’in onları kullanacağını ileri sürdü. Türkiye’yi önlem için politika ve plan oluşturmaya davet etti ve kendisi ile PKK için rol talep etti (20.06.1999 tarihli mektup, 5.07.1999’da avukatlarına verildi, 6.07.1999’da da kamuoyuna ulaştı).
Öcalan, PKK’ye “Güney’de iktidara ortak olma hakkının olduğunu” hatırlattı (3.10.1999 tarihli mektup) ve ondan “Türkiye’nin hassasiyet ve tepkilerini gözönünde bulundurmasını” istedi. Yazıyı uzatmamak için Güney’li güç ve şahsiyetlere yönelik hakaret ve kötü kelimeleri bir yana bırakıyorum. Bugün, Türk yetkililerin izni ve olabilir ki talimatıyla İmralı’nın “kardeşlik” mektuplarını Güney’e götürenler, aktardığım mektup ve açıklamalardan ne kadar haberdarlar?
İktidarın iki dönemi
AK Parti iktidarı (2003), İmralı’nın yönetimini adım adım ele geçirdi. Kendini önceki yönetimlerden farklı göstermeye çalıştı, olanları diğerlerine yükledi. İslami kavramlara ağırlık verdi. Gerçekte ise öz değişmemişti. AK Parti’de ulusal içerikte haklar vermeyi kabul etmiyordu. Böylece İmralı olayı daha karmaşık bir hal aldı.
Kim zaman tehdit ve şiddet, kimi zaman “İslami kardeşlik” ve barış kavramları öne çıktı. Ateşkes ve göreceli bir huzur ile çatışmalar, tutuklama ve ölümler birbirini izledi. PKK birkaç defa ad değiştirdi (KADEK: Özgürlük ve Demokrasi Partisi/2002, Halk Kongresi/2003), (KCK: Kürdistan Halk Toplulukları/2007) ama sorun çözülme yerine gittikçe büyüdü.
13.09.2011’de, AK Parti Hükümeti ile PKK’nin görüşmeler yürüttükleri basına yansıdı. İlişki, “Oslo Görüşmeleri” adını aldı. Hükümet “PKK’nin oyalamasından” şikayetçiydi, PKK da ondan. Ki daha Ekim 2009’da PKK’nin savaşçı ve destekçilerinden iki grup “görüşmelere katkı amacıyla” Habur Sınır Kapısı’ndan Silopi’ye geçmiş, halk büyük kalabalık halinde onları karşılamış, görüntü hükümeti ürkütmüştü.
14.07.2011’de Silvan bölgesinde 7 askerin öldürülmesini bahane eden hükümet, görüşmelerden çekildi. Öcalan’ın avukatları KCK davasından tutuklandılar ve Öcalan sıkı bir tecrit altına alındı. 2012 yılı çatışma, tutuklama ve ölümler yılı oldu. 2012 sonunda hükümet İmralı ile tekrar görüşmelerin başladığını açıkladı.
Durumu, Öcalan’ın “Misaki Milli” propagandası kokan 2013 “Newroz Mektubu” izledi. Hükümet 2014 yazında, ilişkilerden sorumlu “Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı”nın kuruluşunu parlamentoya onaylatarak, görüşmelere yasal bir şekil verdi.
16 yılın galibi kim?
Hükümet sorunu uluslararası alan ile aktörlerden, siyasi ve ulusal hedeflerden kopardığına inanıyor. Kürt sorununu içsel, toplumsal, idari ve kültürel bir olaya dönüştürdüğüne de inanıyor. Çatışmalar olmuyor. Hükümet, siyasi, ekonomik, güvenlik, kültürel, entegrasyon ve asimilasyon gibi stratejik amaçlarını başarı ile yürütüyor. Hükümet kendini sürecin galibi olarak adlandırabilir.
PKK kendini vareden temel çizgisini değiştirmiştir, fakat gücünü koruyor. Hatta parlamenterler, belediyeler, ekonomik, toplumsal ve kültürel kurumlarla yeni bir fenomene dönüşmüştür. Üstelik Güney ve özellikle de Batı Kürdistan’ın kazanımları var. Önceki dönemlerin aksine, PKK’nin uluslararası alandaki görünümü olumlu bir değişime uğramıştır.
AK Parti’nin imajı ise eriyor. PKK şimdi kendini hükümetle olan ilişkilerin tayin edici gücü gibi görüyor. O da kendini galip olarak görebilir. Burada PKK’nin çıkmazı, ne istediğinin net olmamasıdır. Koşullara göre istem değiştirmek, sorunun cevabı olmaya yeter mi?
Öcalan nerede kaldı diyeceksiniz
Öcalan korkak ve itirafçı mı yoksa direnişçi ve büyük bir taktiksiyen midir? 16 yıldır ağır fiziki psikolojik kuşatma altında olan birinin direnmesi mümkün müydü? Tutumunda bir utanç varsa bu milliyetinden dolayı onu tutan devlete ait değil midir? Ve gerçeği halka tahrif ederek aktaranlar, o utanca dahil değiller midir?
Öcalan’ın tutumu üzerine çok şey söylenebilir, farklı isimlendirebilir. Bu bir farklı bakış sorunudur. Ama kesin olan şu; o koşullardaki bir insanın özgür iradesiyle hareket etmesi sözkonusu değildir. Bundan varacağımız sonuç: Gardiyanlarının izni olmadan o tek bir kelime bile söyleyemez. Öyle görünüyor ki onunla grup çalışması yapıyorlar, hem de günler, aylar ve yıllar süren çalışmalarla ve ürünü bize proje olarak sunuyorlar. Zamanla kurban ve egemenlerinin düşüncesi aynılaşabiliyor.
Fakat nasıl oluyor da o durumdaki biri, gündemi doldurabiliyor? Savaşın iki partisinin yolu onda kesişiyor. İki taraf da bunu kabullenmişler. O artık bir marka, örneğine çok az rastlanır bir fenomendir, öyle ki düşmanının talimatlarıyla hareket ediyor ama onun yürüyüşünü tayin ediyor gibi sunuluyor. Onu “büyük yapan” da belki bu. Öte yandan, PKK de kendini ona öyle bir bağlamış ki, bırakın onsuz adım atmayı, nefes alması bile mümkün değildir. Ne diyorsunuz, 16 yılın asıl galibi Öcalan değil midir?
Öcalan neden tutukludur?
Soru manasız mı duruyor? Hele bir deşelim. Devlet, “Öcalan yasalarına karşı suç işlediği için tutuklanmıştır” diyor. Doğrudur diyelim. Peki ama Türk devlet başkanları, başbakanları ve generalleri de Kürtler’e karşı fazlasıyla suç işlemişlerdir, hem de “soykırım” suçları. Ya adalet? Ama olayımızda sözkonusu olan adalet değil, güçtür.
Türk Devleti bizden “güçlüdür”, bizi tutuklayabiliyor ve cezalandırabiliyor ama biz onu yapamıyoruz. Tüm hikayenin düğüm noktası bu değil midir?
(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)
Yorumlar
Misafir olarak yorum yazın ya da daha etkili bir deneyim için oturum açın
Yorum yazın