Kobani Kürdistan'ı sarsıyor
Kobani sadece biz Kürtler'in değil, aynı zamanda insanlığın onurudur, o tüm dünyayı şoka sokan bir vahşete karşı direniyor. Dünya iki çılgınlık tanıyor; biri faşist ırkçılık, diğeri dini sapkınlıktır. DAIŞ’in kişiliğinde Arap ırkçılığı ve dini delilik bütünleşmiştir. Kobani bu senteze karşı koyuyor.
Sonuç ne olursa olsun şimdiden Kobani, Kürdistan ve insanlık tarihinde istisnai yerini almıştır, fakat kalıcı acılarıyla. Şengal yolu açmıştı, şimdi Kobani Kurdistan toplumu ve siyasetinde deprem düzeyinde değiştirici etkisini yapıyor. Sorun şudur: Bizler bu etki ve değişimi, doğru ve olayların hızına yetişecek tarzda okuyabiliyor muyuz? Çünkü gelecek büyük olay ve gelişmelere gebedir.
Barış ve çözüm sürecinin akıbeti
PKK/KCK û HDP yöneticileri, (haklı olarak) süreci Kobani ile ilişkilendiriyorlar ve hükümeti tehdit ediyorlar. Bu tavırları yerinde midir?
Önce kısaca “barış ve çözüm süreci”:
Öcalan Türk devletinin eline geçince (15.02.1999), önüne “Türkiye’nin birliği”, “devletin ebediliği”, “Türk dili ve bayrağının kutsallığı”, “Mustafa Kemal’i sevmek” ve diğerlerini koydular. “Demokratik Cumhuriyet”, “Demokratik Özerklik”, ateşkes, Kuzey Kürdistan’dan gerillaları Güney’e çekmek (5.08.1999), en az 400 gerillanın yolda tek taraflı saldırılarda katledilmesi, Güney Kurdistan ve Avrupa’dan iki PKK gerilla ve kadro grubunun “barışa katkı” adı altında Türkiye’ye teslim olmaları (1.10.1999/29.10.1999), bu sürecin göstergeleridir...
2005’le İmralı’nın kontrolünü AKP hükümeti devraldı. Hükümet önceki politikayı sürdürdü, sadece kemalist söylemin yerine islami söylemi koydu. 2009’la “Ulusal birlik ve kardeşlik” adı altında PKK ile görüşme konseptini başlattı. Güney’den 8 kişilik gerilla grubu ve Maxmur’dan kadın çoçuk 30 kişilik grup, sürece katkı anlamında Silopi’den giriş yaptılar (19.10.2009). Binlerce Kürt'ün onları karşılama gösterileri hükümette korku yarattı. Farqîn (Silvan) kırsalında 14 askerin PKK tarafından öldürülmesi (14.07.2009), hükümete görüşmeleri kesme fırsatını verdi. Böylece 2012’nin sonuna kadar devam eden kanlı sürece ve "KCK’li" adı altında binlerce Kürt'ün tutuklanmasına şahit olduk.
2013’ün başıyla hükümet görüşmelerin yolunu tekrar açtı, ama sadece Öcalan üzerinden. 2013 Amed Newroz mitinginde Öcalan’ın mektubu okundu. Mektup gerçekte Misak-ı Milli’nin propagandasıydı. Gaflet ya da çatışmasız bir ortamın hatırına mıdır, yüzbinlerce Newroz katılımcısı devlet talimatı olan mektubu alkışlarla onadı!
AKP “Demokrasi Paketi”ni topluma sundu (30.09.2013). Ki paket beklentilerin çok gerisindeydi. Hükümet “Çözüm Paketi”nde değişiklikler yaptı (26.06.2014). Görüşmelerden sorumlu “Kamu Huzuru ve Güvenliği Müsteşarlığı” kuruldu. Sürecin ve görüşmelerin temel amacı; “terörün sona erdirilmesi ve ulusal birlik ve birlikte yaşamın pekiştirilmesi” olarak belirlendi. Türk hükümetinin temel amacı, Kürt sorununu çözmek değil, PKK ve Kürt hareketini silahsızlandırmak ve dağıtmak oldu.
Diyeceksiniz ki sürecin Kürtler'e hiç mi yararı olmadı? Oldu, huzur değilse de çatışmazlık egemen oldu. Legal Kürt hareketi ve kurumları gelişti. Demokrasi bilinci güçlendi. Topluma güven geldi. Bunların tümü Güney Kürdistan’daki ortamla iyi uyumluluk gösterdi.
Ancak bu arada nereden ve neden kaynaklandığı belli olmayan Gülen Cemaati Operasyonu başladı (17.12.2013). Erdoğan iktidarını korumak için ordunun desteğini almaya yöneldi. Neticede generaller istediklerini aldılar. Erdoğan Kürt sorununda ordunun istediği noktaya geldi. Artık sözde görüşmelerden birşeyler umut etmenin hiçbir anlamı kalmamıştı.
PKK’nin de koşullarında değişmeler oldu, Batı Kürdistan’da güç oldu. Artık PKK’nin silahsızlandırılması imkansız sayılırdı. Buna DAIŞ (ISIS) faktörünü ve Güney Kürdistan’da değişen durumu da eklemek gerekir.
Bu sebeplerden diyebiliriz ki hükümet kendini “barış ve çözüm” sürecinin yenilgisine göre çoktan hazırlamıştır, hem de sert önlemler ve komplolarla. Kürtler de mi? Doğrudur, artık Batı ve Kürdistan sorun ve olaylarını Kuzey’dekilerden ayıramayız. Ve biliyoruz ki çoğu defa savaş, insanın istemi dışında kapıya dayanır. Tümü tamam, fakat Batı ve Güney Kürdistan’da savaş var. Oralardan gelen göçmenlere destek olmak adına bile olsa, Kuzey’in çatışmasızlığa ihtiyacı var. Şengal ve Kobani örneklerinden, Kuzey’in önemli rolü göz önündedir. Ayrıca unutmamalıyız ki Kürdistan parçaları arasında ana, Kuzey’dir. Ve o annelik görevini hep ve neye mal olursa olsun yapmak zorundadır.
Devlet provokasyonlara başvurabilir. Görevimiz İmralı’dan oynanan oyun da dahil, bunları teşhir etmektir. Buna rağmen biz toplulumuzun huzurunu korumakla yükümlüyüz. Ucuz ve çelişkili tehditlerden özellikle kaçınmalıyız.
Hizbullah/Hüda-Par çatışması
Yıllardır Hizbullah temasını çalışıyorum. Olayı iyi bildiğimi sanıyorum. Evet onlar bir Kürdistan fenomenidir, fakat Kürt halkının bir doğrusu değiller. Onlar devletin piçi ve devletin Kürt toplumunda yaptığı tahribatın ürünüdür. Bölgemizdeki dini ideoloji tandanslı bütün parti ve devletler, ulusal programlarla hareket ediyor, fakat Hizbullah değil. Onlar toplumumuzda meşru bir güç değildir, onlar hep provokasyon ve cinayet güruhudur.
Ancak sözlerim onlarla çatışmadan yana olduğum anlamına gelmiyor. Tersine, özellikle bu zor dönemde öyle bi çatışmadan kaçınılmalıdır. Toplumsal ve örgütsel tedbirlerle, ulusal bilinç ve davranışla kötülüklerinin önüne geçebilmeliyiz.
Kobani uluslararası kamuoyunun bakışını değiştirdi
Şengal dram ve acılarıyla kamuoyunun dikkatlerini üzerine çekti. Kobani direnişi ile günlük gündemlerine girdi. Haykırışını dünyanın dört bir yanına, sıradan insanlara ulaştırdı. Onlar artık Kürtler'in acılarını tanıyorlar, Kürt direnişini övüyorlar. Bu onur bütün Kürtler'indir. Hiçbir kişi ve partinin bu kan ve direnişle bezenmiş olumlu resmi, şahsi ve parti çıkarları için kirletmeye hakkı yoktur. Gereksiz tepki ve davranışlar artık Kürtler'e zarar verir. Hepimize düşen görev, uluslararası kamuoyunun bu sempatisini kaderimizi tayin etme mücadelesinde desteğe çevirmektir.
Dönem yapay farklılıkları terketme zamanıdır
Şengal göçmenleri Batı ve Kuzey Kürdistan’dadır. Batı Kürdistan’ın göçmenleri, Güney ve Kuzey’dedir. Acı ortak olmuş, bütün Kürdistan parçalarını gezmektedir. Çocuklardan yaşlılara kadar her gayret sahibi Kürt’ü etkilemektedir. Tümü kendi kendine soruyor: Neden tüm bunlar bizim başımıza geliyor? Devletimiz olmadığı için mi?
Devlet, kanton, demokratik özerklik ya da sadece demokrasi istemek, bu acıları yaşamak için yeterli sebeptir. Kürt olmak, Kürtlük adına birşey istemek, suç görülmektedir. Söyleyiniz, artık parti programlarının farklılığının ne anlamı kalmıştır? Madem ki varlık ve onurumuz tehdit altında, kişisel, parti, parça ve bölgesel çıkarların ne anlamı kalmıştır? Partilerin birbirini karalamasının ve parti yarışçılığının ne anlamı kalmıştır?
Maalesef halen gafletin örnekleri çoktur. İran Kudüs Birlikleri'nin komutanı Kasım Süleymani’nin Süleymaniye’de peşmergelerle çekilmiş fotoğrafını gördüm. Resimdeki peşmergeler neredeyse zevkten uçacaklar! Bu zor dönemde zorunlu ilişkileri yargılamıyorum, ama görüntü Smayil Axayê Simko (1930), Brahîmê Tellê (1931), Qazî Mihemed (1946), Abdilrehman Qasimlû (1989), Sadiq Şerefkendî (1992) û İran rejimi tarafından idam edilen onlarca Kürt gencini acıyla hatırlattı bana.
Heyhat, tarih bilincinden ne kadarda yoksunuz! Şunu unutuyoruz; İran’ın Bağdat üzerinde etkisi sürdükçe, Arap Şiileri isteklerimizi kabul etmeyecektir. İran generallerinin postalları Kürdistan toprağını kirlettikçe, Güney partileri arasında birlik oldukça zordur. Türkiye cömertlik gösterip gerçek niyetini sergiledi. Ya İran?