Aynu’l Kudat Hemedani: İlmi Kişiliği, Yetişme Tarzı, İdamın Arka Planı ve Eserleri
“…Ey Güzel, yaralıyım senin aşkından, artık sustur beni… Biz ölüm ve şehâdet isteriz Huda’dan. Ve O’ndan üç kıymetsiz şey isteriz…”
Tam adı, Ebü’l-Me’âli Abdullah İbn Ebu Bekr Muhammed b. Ali b. Hasan b. Ali el-Miyâncî’dir. Babası ve dedeleri Miyânec kasabasından oldukları için Meyancî nisbesini kullandılar. Aynü’l-Kudât’ın babası ve dedesi de tanınmış kadılardandı. Dedesi Ebü’l-Hüseyin, Miyânec kasabasında şehit edilmiştir (1). Aynul Kudat, adeta dedesini yaşadığı kaderi paylaşmıştır.
Aynü’l-Kudât sûfî, şâir ve hekimdi. Aynı zamanda fıkıhçı ve kelâmcıydı. Yetenek ve zekâda dönemin nadir kişilerindendi. Gençlik yıllarında güçlü bir eğitim aldı. Bütün ilimleri, sarf, nahiv, edebiyat, mantık, fıkıh, hadis, tefsir, ulûm-u insan, kelâm ve hikmet okudu. Olağanüstü kabiliyetleri sonucu bu ilimlerde genç yaşında derinleşti. Öyle ki dönemin âlimleri tarafından kıskanılır oldu. Şekvâ’da dönemin âlimlerinin kendisine olan kıskançlıklarından ve garazlarından bahseder. Hatta dönemin fıkıh âlimleri, Aynü’l-Kudât’ın katli için fetvâ verirler. Aynü’l-Kudât, bu yetişme döneminde birçok âlimden dersler aldı. Ömer Hayyâm ve Şeyh Hameveyh’ten kelâm, matematik, astronomi, felsefe ve edebiyat dersleri okudu. Tasavvuf ilmine de alakası vardı ve babasıyla meşâyihin sohbetlerine gider ve kendi deyimiyle raks ederdi. Tasavvufta da iki önemli şeyhinden bahsetmek mümkündür. Biri ümmî olan Şeyh Bereke ve diğeri ise onu buhranlardan kurtaran İmam Gazzâlî’nin kardeşi Ahmed Gazzâlî’dir (2).
Aynü’l-Kudât Hemedânî yaşadığı asrın, kendi iç imkân ya da imkânsızlıklarından kaynaklanan güç ve enerji dolu bir ürünüydü. Yaşadığı dönemin siyasi olaylarının içinde yer alarak düşünme ve yazma alanında yetkin bir noktaya yükseldi. Felsefe alanında uzmanlaştı ve daha sonra da akılcılığı reddetti. Ayrıca hem teorik hem de pratik fıkıh/hukuk alanında uzmanlaştı ancak sonradan dinin sadece fıkhî bir yoruma hapsedilmesinin yanlış olduğunu söyledi. Zamanındaki sûfî duyarlılığa ve uygulamalara iştirak etti ve güç temeline dayalı sadece rasyonel ve fıkhi olan bilgilere muhalefet etmek için sahip olduğu “Dini-sevgisel” öğretilerin kendisine sağladığı avantajlardan tam olarak yararlandı. Onun ironik bir biçimde ortaya koyduğu dönüştürücü tutkuları, tüm bu farklı söylemleri aşarak bir anlatım edimine, düşünceye karşı sunduğu ve hikâye dışı bir alana taşıdığı “hakikati anlatma”nın gizemli arzusuna, has kılan üstadâne bir ironik yazı biçimine ulaştı (3). Burada Hamid Debaşi’nin “akılcılığı reddetti” yaklaşımı Aynu’l Kudat’ın gerek takip ettiği felsefi izlek gerekse kendi eserlerindeki irfani-felsefi tarzına uygun değildir. “Akıl Ötesi Tavır” başlığında bu konuya değineceğiz.
Aynu’l Kudat, içinde yaşadığı çağın siyasi ve fikri çalkantılarına karşı çok duyarlı ve hassas olan biridir. Keskin bir zekâya ve kıvrak bir diyalektik düşünüşe sahip olan Aynu’l Kudat’ın felsefi, itikadi, fikri bunalımlar yaşamsı kaçınılmazdı. Çok hassas bir zihne sahip olan birinin bu bunalımları yaşamaması düşünülemez. Bu fikri bunalımlardan kurtulmak için büyük bir arayışın içine girer; felsefe, kelam vb. alanlarında derin okumalar yaparak aynı zamanda çok genç yaşta yazmaya başlar. Gazali’nin eserlerini okumaya başlayınca bir nebze de olsa buhranlarına çare bulduğunu düşünür fakat kısa zaman sonra anlaşılan o ki bu buhranlar daha da derinleşir. Gazali’nin kardeşi olan Ahmed Gazzâlî’nin Hemedân’a gelmesi Aynü’l-Kudât için adeta bir dönüm noktası olur. Ahmed Gazzâlî ile yaklaşık yirmi gün görüşür. Bu buluşma ile Aynü’l-Kudât’a hakîkat perdeleri açılır. Artık bütün şüphelerden kurtulur. Hakîkat’in inceliklerine vakıf olur. Aynü’l-Kudât, daha sonra da Ahmed Gazzâlî ile beş yıl boyunca mektuplaştı. Ahmed Gazâli bazı vakitlerde Hemedân’a gidip Aynü’l-Kudât’la ilişkisini devam ettirmiştir. Mektuplarında da Ahmed Gazzâlî’ye “efendim, rehberim ve sultanım” diye hitap ederek ona olan bağlılığını ifade etmiştir. (4) Aynu’l Kudat’ın diğer iki şeyhi Muhammed b. Hameveyh ve Şeyh Bereke’dir. Aynülkudât, mektuplarında bu iki şahsa duyduğu hayranlığı dile getirmiştir. Hatta Şeyh Bereke 520’de (1126) vefat edince iki ay süreyle okumayı ve yazmayı terk ederek sessiz ve hareketsiz kalmayı tercih etmişti (5).
Fikirleri, keskin zekâsı ve üretkenliğiyle genç yaşta büyük bir şöhrete kavuştu. Sufi meclislerinde verdiği vaazlarla göz dolduruyor, günden güne dostları artar. Bu dostlarından en önemlisi de Selçuklu veziri Azizüddin Müstevfi’dir. Azizüddin Müstevfi, Aynü’l-Kudât’a bağlanarak onun müridi olmuştur. Azizüddin Müstevfi’nin rakibi olan diğer bir Selçuklu veziri Kıvâmüddin Dergezinî’dir. Hemedan sarayında bu iki vezir arasında amansız bir çekişme vardır. Aynü’l-Kudât gibi etki gücü çok yüksek olan birinin Azizüddin Müstevfi’nin yanında olması Kıvâmüddin Dergezinî’yi tedirgin eder.
Azîzüddîn-i Müstevfî, II. Mahmud’un hazineden sorumlu veziriydi. Müstevfî, Aynü’l-Kudât’ın yakın dostu olup ona çok bağlıydı. Aynü’l-Kudât’ın da şöhreti ve nüfuzu gittikçe artmaktaydı. Aynü’l-Kudât’ın şöhretinin artması ve Müstevfî ile ilişkilerinin son derece iyi olması Hemedân sarayında bulunan Müstevfî’nin rakibi olan Kıvâmüddin Dergezînî’yi korkutuyordu. Bundan dolayı Dergezînî, bir şekilde siyasi rakibini bertaraf etmek için fırsatlar kolluyordu. Dergezînî bu fırsatı Sultan Sencer ve II. Mahmud’un arasında çıkan finansal bir kriz nedeniyle yakalayacaktır (6). Sultan Sencer, yeğeni Mahmud ile olan politik hesaplar nedeniyle kızı Mahmâlik Hâtunu Mahmud ile evlendirir. Sencer, kızının peşine de yüklü çeyiz verir. Mahmud’un Mahmâlik Hâtun’dan bir erkek çocuğu olur ve Mahmâlik Hâtun vefateder. Sencer yine bir takım politik hesaplar nedeniyle ikinci kızını da Mahmud ile evlendirir. Fakat Sencer, ilk kızı için peşin verdiği yüklü miktardaki çeyizini Mahmud’dan geri ister. Mahmud bu paraları geri veremez çünkü bu paralar bir şekilde kullanılmıştır. Hazineden sorumlu olan Müstevfî de tabi bu paraların çarçur edildiğini bilir. Tam bu sırada Dergezînî devreye girer ve işin suçlusunun zorunlu olarak hazine işlerinden sorumlu olan Müstevfî olacağını söyler. Böylece Müstevfî tutuklanarak hapsedilir (7).
Müstevfi’nin tutuklanmasıyla Aynu’l Kudat için o korkunç süreç başlar. Dergezini, Aynu’l Kudat’ı yargılayabilmek ve hapse attırmak için fikirlerini bahane ederek dönemin ulemasından fetva alır.
Dergezini, durumu Sultan Mahmut’a iletir ve tutuklanması için ondan izin alır. Aynu’l Kudat, tutuklanarak Dergezini tarafından Bağdat’a gönderilip hapse attırılır. Aynu’l Kudat, burada kendisine yapılan ithamlara cevap vermek için Şekva’l Garib’i yazar ve kendisini suçlayan âlimlere gönderir. Nasıl yalnız bırakıldığını bu risalesinde şöyle dile getirir: “Ben, ilmin hukukunu heder eden, hilm sahiplerini ahlakıyla uyuşmayan, hemen sultana haber yetiştiren, bana büyük bühtan atan bu topluluğu Allah’a şikâyet ediyorum. Bir kısmıyla dost, bir kısmıyla düşman olduğum fırak/mezhep alimleri ile eski-püskü giyen (derviş)ler hakkımı gereği gibi savunmadılar ve beni hasımlara teslim ettiler (8). Sübkî’nin ifadesiyle, “şayet risâle taşa okunsa, taşı bile çatlatacak ve eritip su haline getirecek kadar acı bir dille yazılmıştı” (9). Fakat bu yazdıkları işe yaramaz ve Dergezini tarafından Hemedan’a geri götürülerek burada 525 yılında 7 Cemaziyelâhir/16 Mayıs 1131 günü yakılarak öldürülür. Cesedi medresenin kapısında birkaç gün asılır (10). Bu şekilde şehit edildiğinde otuz üç yaşındaydı. Yine Aynü’l-Kudât katledilmeden önce bir kâğıda öleceği günü yazar ve kâğıdı mühürletir. Dostlarına kâğıdı filan tarihte açmalarını söyler. Filan tarih dediği, ölüm tarihiyle aynı güne gelir ve kâğıtta ölümüne işaret eden şu şiiri yazar:
Üç değersiz şeyi de
Dostun elinden gelse bile,
Biz ateş, neft ve kamış istedik.
Aynü’l-Kudât asılmak için darağacına götürünce dudaklarında şu âyet-i kerîme dökülüyordu: “Zulmedenler de nasıl bir inkılâp ile döndürüleceklerini (devrileceklerini) bileceklerdir (11) (Şu'arâ Suresi 227. Ayet). Aynu’l Kudat’ın şehit edilmesinde Hallac-ı Mansur’a olan sevgisinin de etkisi vardır. Çok sevdiği Hallâc-ı Mansûr’un katline sebep olan şathiyelerini çeşitli şekillerde te’vil ve tefsir etmesi, aleyhinde faaliyet gösteren geniş bir zümrenin meydana gelmesine imkân hazırlamıştır (12).
Aynu’l Kudat’a yöneltilen suçlamalar şunlardır:
1. Allah’ın Sıfatları Meselesi: Aynu’l Kudat’a göre aklın, Allah’ı idrak etmesi mümkün değildir. Çünkü akıl, maddi fenomenler dünyasıyla var olan bir cevherdir. Allah “Bâtınken zâhir, zâhirken bâtındır. Nurunun yoğun işrakından dolayı insanlara gizlidir… Hiçbir bakış, ne işrakinin kemaline ne de ilkelerine güç yetirir… Tam olarak O’nu kavramayı arzulayan, ancak O’nun hazretinden gelen akislerle yetinir.” (13). Aynu’l Kudat’ın düşünce sistemi iki temel kavram etrafında döner: tavır ve işrak. O, bu anlamda Sühreverdi’yi hazırlamıştır. Baba Tahir’in deryasından beslenen Aynu’l Kudat’ın bu felsefesi, İşraki felsefenin Sühreverdi ile inşa edilmesinde temel bir yaklaşımdır. Aynı coğrafyanın dini, felsefi, irfani havzanın insanları olan bu büyük şahsiyetlerin her biri, İşraki düşünce serüveninin Kürt belleğindeki ilk kaynaklarıdır. Baba Tahir’le başlayan bu serüven, Aynu’l Kudat ile bir sıçrama daha yaparak Sühreverdi’de zirve noktasına ulaşmıştır. Bu zirveden sonra bayrağı Şemseddin Şehrezori, Seyfüddin Amidi, Siraceddin Urmevi ve Hasan el Kurdi gibi simalar devralarak sürdürmüş ve yirminci yüzyılda Said Nursi bu bayrağı tekrar dalgalandırmıştır. İran coğrafyasında ise Molla Sadra ve Celaleddin Devvani bu bayraktarlığı yapmış; günümüzde ise İbrahim Dinani, bu bayrağı dalgalandırmaya devam etmektedir.
2.Nübüvvete İman: Aynu’l Kudat’a yöneltilen ilk itham, nübüvvetin akıl yoluyla anlaşılamayacağı iddiasıdır. Onun bu konudaki görüşü şudur: Hz. Muhammed (s.a.), Arap olsun, Acem olsun, siyah olsun, kızıl olsun tüm insanlara elçi olarak gönderilmiştir ve o, Allah tarafından mucizelerle, açık ayetlerle Allah tarafından desteklenmiştir. “Nübüvvet, peygamberlerde hâsıl olan yetkinliklerden ibarettir. Kıt akılla ona erişmek tasavvur edilemez. Akıl, onu ancak açık ve seçik delil ve burhanları düşünerek tasdik eder. Akıllı kimsenin kıt aklıyla bu yetkinliklere erişmesine gelince bu, asla mümkün değildir. Nübüvvet tavrı, velayet tavrından sonradır. Evliyanın sonu, enbiyanın başıdır. Velayet tavrı da akıl tavrından sonradır. Akılların sonu, evliyanın başlangıcıdır.” (14).
Burada tasavvuf literatüre ait olan “velayet, evliya ve enbiya” kavramları her ne kadar irfani/işraki anlamda derinleşen kimseleri imleyen kavramlar olsa da öncelik bakımından asıl olarak bu kavramlar epistemolojik bir alana işaret ederler. “Tavır” kavramı, Aynu’l Kudat’ın düşüncesinde merkezi bir yer alır. Orijinal metinlerinde yer alan bu kavram, Aynu’l Kudat’ın felsefi ve irfani epistemolojisini, ontolojisini üzerine bina ettiği bir kavramdır. Nübüvvet, akıl ötesi bir alan olup gayb âlemine aittir. Akıl Ötesi Tavır başlığında bu konuyu işleyeceğiz.
3. Ahirete İman: Akıl ötesi tavır, aklın sınırlarının dışına taşan içsel bir aydınlanmadır. Dolayısıyla akıl, maddi olgular dünyasıyla hareket ettiği için ahiretin hakikatleri akılla değil, nübüvvet nuruyla idrak edilir. Bu konuda şöyle der: Bilmen gerekir ki kabir, ahiret duraklarından biridir. Münker ve Nekir’in sorgularına dair haberler varit olmuştur. Kıt aklımızla bu konuda bir tasarrufta bulunamayız. Ahiret hallerinin çoğu nübüvvet nuruyla idrak edilir (15).
Temelde Aynu’l Kudat’a yöneltilen üç büyük itham bunlardır ve kendisi de Şekva’l Garib’te bu ithamları ele alarak cevaplar. Bunların dışında onun Şii propagandası yaptığı, Hallac’ın, Beyazid i Bistami’nin ve Şibli’nin şatahatlarını savunduğu ithamları yapılmıştır. Meselenin özü politik olunca her türlü bahaneye başvuran dönemin fakihleri ve politikacılarının ona karşı olan hazımsızlıkları, kıskançlıkları bu zulmü, din kılıfıyla meşrulaştırmıştırmış ve idamına neden olmuştur.
Eserleri
Daha gencecik yaşta çok üretken bir düşünür olan Aynu’l Kudat, yazdığı kitaplarını Şekva’l Garip’te belirtir ve yazmayı planladığı onar ciltlik projelerinin olduğunu dile getirir. Bu üst düzey üretkenliği ve kendisine olan güvenini şöyle açıklar: Ben gençken, yirmili yaşların üstündekiler için kitaplardan beslenerek birçok kitap yazdım ki onların telifi ve tasnif edilmesi bir yana, elli ve altmışın üstündekiler onları anlamaktan dahi acizdir (16).
Zübdetü’l-Hakâik, Aynülkudât’ın yirmi dört yaşındaki iken yazdığı, günümüze ulaşan ve düşünce yapısının temelini oluşturan eseridir. Eserin tam adı Zübdetü’l-Hakâik fî Keşfi’d-Dekâik’tir. Zübdetü'l-Hahaik Ayn el-Kudat'ın kaleme aldığı ve benimsediği müteal/aşkın hakikatin anlatım metafiziğinin klasik üslubunun zirvesi olarak kabul edildiği son eseridir.
Zübdetu'l-Hakaik (516/1 122), Mektubat (517/1123-525/1131), Temhidat, (521/1127) ve Şekva1-Garib (525/113l) olmak üzere bugün elimizde mevcut olan toplam dört eseri vardır.
Mehmet Emin Bener, Dicle Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Temel İslam Bilimleri Anabilim Dalı Tasavvuf Bilim Dalı Yüksek Lisans Tezi, Diyarbakır 2015, s.23.
Mehmet Emin Bener, s.27.
Seyyid Hüseyin Nasr-Oliver Leaman, İslam Felsefesi Tarihi, Açılım Kitap, İst. 2007, Cilt 2, s.29.
Mehmet Emin Bener, s.29.
SÜLEYMAN ULUDAĞ, NURETTİN BAYBURTLUGİL, "AYNÜLKUDÂT el-HEMEDÂNÎ", TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/aynulkudat-el-hemedani (08.07.2020).
Seyyid Hüseyin Nasr-Oliver Leaman, İslam Felsefesi Tarihi, Açılım Kitap, İst. 2007, Cilt 2, s.72-73.
Zübdetü’l Hakaik-Şekval Garib, Türkiye Yazma Eserler Kurumu, İst. 2016, s. 22-23.
Aynu’l Kudat, Zübdetü’l Hakaik-Şekval Garib, s. 312
SÜLEYMAN ULUDAĞ, NURETTİN BAYBURTLUGİL, "AYNÜLKUDÂT el-HEMEDÂNÎ", TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/aynulkudat-el-hemedani (08.07.2020).
A.ge. Cilt 2, s.23 vd..; Ag.e., s. 23.
Mehmet Emin Bener, s.32-33.
SÜLEYMAN ULUDAĞ, NURETTİN BAYBURTLUGİL, "AYNÜLKUDÂT el-HEMEDÂNÎ", TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/aynulkudat-el-hemedani (08.07.2020).
Aynu’l Kudat, Zübdetü’l Hakaik-Şekval Garib, s. 302
Aynu’l Kudat, Zübdetü’l Hakaik-Şekval Garib, s. 306
Aynu’l Kudat, Zübdetü’l Hakaik-Şekval Garib, s. 308
Aynu’l Kudat, Zübdetü’l Hakaik-Şekval Garib, s. 296
DÜZELTME VE ÖZÜR: Aynu’l Kudat’ın Kürt milletine aidiyeti ile ilgili olarak başvurduğumuz araştırmacı/yazar Sayın Hüseyin Siyabend Aytemur’un bu konuda aşağıdaki bilgileri bize vermiş ve önceki yazılarımızda bunu aktarmakta sehven hata yapılmıştı. Düzeltir ve özür dileriz.
“Aynu’l Kudat Hemedani, Kürdistan bölgesinde bir Kürt şahsiyetidir, tasavvuf ana akımın kurucularındandır, her ne kadar Farsların felsefeyi kendi hanelerine yazarken bu zatı da kendi hanelerine kaydetmeleri onun Kürt olduğu gerçeğini değiştirmez. Hemedan’da Fars yoktur, o dönemde de başkenttir.” (Hüseyin Siyabend Aytemur)
(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)