Trump haksız da, Hameney haklı mı?

17-05-2018
Selahedîn Çelîk
Etiketler ABD Türkiye İran
A+ A-

Amerikalı yazar James L. Gelvin “Modern Ortadoğu Tarihi” kitabında globalizmin iyi bir özetini veriyor. Hikaye, 1944’te 44 ülke temsilcisinin ABD’nin New Hampshire eyaletinin Bretton Woods kasabasında “Dünya Ekonomik Konferansı”nı toplamasıyla başlıyor.

 

Konferansın mimarı ABD temsilcisi Harry Dexter White, Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası’nın da kurucularından. Yazarın vurgusuyla: Dünyanın en büyük sermayesinin beyni (ve globalizmin başlatıcısı), Sovyet ajanıdır.

 

White, “Abstergo Industries’in sırlarını Sovyetlere aktardığı, casusluk birimi yönettiği” suçlamasıyla, 16 Ağustos 1948’de evinde “Templer Order” silahşörleri tarafından öldürülür. “Abstergo -Templer” ilişkisi, endüstriyle gelen egemenlik hırsı ile suikastçi dini fanatizm bağlantısını ele veriyor.

 

İngiliz yazar Christopher Catherwood, “Churchill’in Budalalığı, Emperyalizm ve Modern Irak’ın Yaratılması” kitabında, olayın aktörleri David Lloyd George, Winston Churchill, Gertrude Bell, T.E. Lawrence ve diğerlerinin, “Kutsal Kitap” hikayelerinden etkilendiklerini yazar, hem de hiçbiri düzenli kilise ziyaretçisi olmamasına rağmen. Benzer dürtü, Bush’un “neoconlar” politikasında da vardı.

 

Bu tarikatçı bakışın, Trump’ın santajcı-militarist politikası ve Hamaney’in milliyetçi Şii fanatizmiyle pek çok benzerliğini bulmak mümkün. Buna Erdoğan Osmanlı hevesini de ekleyebiliriz. Bu sapık yorumların halklara faturasını hiç düşündünüz mü?

 

Yeni dünya ekonomik düzeni

 

Bretton Woods Konferansı’nın ürünü küresel ekonomi sistemde, devletler karşılıklı mutabakatla ticari ilişkilerini düzenliyor, ekonomilerine müdahalede özgürdüler. “IMF ve Dünya Bankası kredi vererek kalkınma projelerini destekleyecek, genel istikrarı sağlayacaklardı”.

 

Soğuk Savaş dönemiydi. SSCB aktifti. Ulusal toplumsal devrimler oluyordu. Komünizmi önlemek ABD’nin baş hedefiydi. Ekonomik milliyetçilik, üçüncü dünya ülkelerinin tercihiydi, ama otokrat yönetimlerle. Sanayici ülkeler ile üçüncü dünya arasındaki uçurum derinleşti. Hammadde onlarındı ama ucuzdu, sanayi pahalı idi. Hammadde fiyatını da sanayiciler belirliyordu.

 

Üçüncü dünyanın 77 ülkesi, 1973’te korunma önlemleriyle yeni bir ekonomik sistem istediler. Kaderini tayin hakkı da istemler içindeydi. Ama dikkat, Kürtler için değil! 77’ler içinde Arap devletleri etkindi.

1945-1960 arasında ABD rakipsizdi. Global ekonomik sistem, 1960’la inişe geçti. ABD’nin toparladığı Alman ve Japon ekonomileri, 1970’le onu zorlamaya başladılar. Ülkeler, ABD’deki altın karşılığı dolar alıp veriyorlardı. İlk defa ticaret açığı veren ABD, 1971’te dolar-altın ilişkişi kesti. Dolar altını aştı. Uluslararası piyasa çöktü. 1973-1974 petrol şoku, petrol fiyatını %300 artırdı.

 

Neo-liberalizm ve bitmeyen krizi

 

Neo-liberalizm, ekonomik milliyetçiliğe karşı önlemdi. “Devlet işletmeleri aza inmeli, siyaset ekonomiye karışmamalı, piyasa kendi kendini yönetmeliydi”.

Petrol fiyatı arttı, üretici ülkelerin eline bol para geçti. Para, Batı bankalarına aktı. Onlar da üçüncü ülkelere kredi verdiler. Kredi alanlar, pahalı sanayici ülke ürünlerine saldırdılar. Dolarla iş yapan ABD iç pazarı olumsuz etkilendi. ABD Merkez Bankası, Dolar alımını zorlaştırmak için faiz oranlarını yükseltti. Üçüncü dünyada 1979-1981 krizi patlak verdi.

 

Üçüncü dünya ülkelerinin “yeni dünya ekonomik düzeni” beklentisini boşa çıktı. IMF ülkelere “acil durum kredisi” veriyor, neo-liberal düzenlemeler istiyordu. Bunu, dünyanın dört bir yanındaki kitlesel tepkilerden, kanlı darbelerden tanıyoruz.

 

İran’ın IMF ve Dünya Bankası politikalarına saha olan ilk ülkelerden olduğunu hatırlatayım. John Perkins’in “Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları”nın olayı iyi izah ediyor. Ünlü “1953 Mussadık Darbesi”, izleyen 1979 Mollalar Hareketi ve artık gelenekselleşen İran’ın ABD kini, zincirin halkası olaylar.

 

Trumpizm mi?

 

Ekonomiler, toplumlar, yaşayan organizmalar gibidirler, değişiyorlar. Çoktandır artık Çin dünyanın üretim motorudur ve askeri olarak da benzer devleşme yolunda. Artık ABD’nin çok ciddi rakipleri var.

 

“Önce Amerika” sloganında ifadesini bulan, “Trumpizm” de diyebileceğimiz ABD’nin yeni önleminde, “askeri güç tehditi ile ayrıcalıklarını sürdürme istemi” öne çıkıyor. Merkantilizmi çağrıştırıyor, ama milliyetçi korunma ve gelişme istemi değildir. Korkutmayla şantajla haraç almaya benziyor. Kötü. Blöfse, daha kötü.

 

İran gerginliğinin Ortadoğu ayağına bakalım. İsrail’in endişesi ve Suudi parası, neredeyse belirleyici değil midir? Ama her bir yönelimin, bölgesel ve uluslararası yansımaları kaçınılmaz. Kuzey Kore olayında, Güney Kore, Japonya, Çin ve Rusya doğrudan işin içindeler. İran olayında da, bölge devletleri ve Rusya işin içinde olacaklardır, haliyle gerginlik bölgesel kapsamdadır ve daha da fazlası.

 

 

Kolektif haklar-bireysel haklar

 

Bir bütün olan evrensel nitelikteki bu haklar, devletler tarafından iki yönden suistimal edildiğinden, karşı karşıya getirildiler. Üçüncü dünya kolektif haklar isterken, sanayici ülkeler bireysel hakları uluslararası gündeme oturttular. Konu hassastır, tartışılmalıdır, özellikle bugün.

Sanayici devletler, bireysel hakları müdahale aracı olarak kullandılar. Ama o hakkı çiğneyenler müttefikleriyse, ses çıkarmıyorlar. Üçüncü dünyanın otokratları da, kollektif haklara milliyetçi kılıf geçdiler, diğerlerinin dayatmasıdır diyerek bireysel özgürlükleri reddettiler.

Ekonomik-siyasal düzenin değişmesiyle, insan hakları kavramları ve kurumları da derin bir krize girdi. İran gibi ülkelerde hakların zaten ismi yok. Türkiye’de insan hakları savunuculuğu, casuslukla eşdeğer. Batılı devletler, çemberleri dışındaki ülkelerden insan haklarıyla ilgili istemlerde bulunmuyorlar artık. Bırakın onu, Avrupa örneği alınırsa, çoktandır içlerinde bile sorunlular.

 

Atom antlaşması

 

14.07.2015 tarihli antlaşma, ABD ile İran arasındaki 13 yıllık “atom kavgası”nın bittiği şeklinde yorumlandı. İran, Atom Enerji Kurumunun (IAEA) denetiminde atom bombası çalışmasını durduracak, ticari ve mali ambargo adım adım kalkacaktı.

 

Tarafların anlaşmadan beklentileri farklıydı, ama genel bir memnuniyet vardı, İsrail ve Suudi Arabistan hariç. İsrail, İran’ın Suriye ve Lübnan’daki komşuluğundan rahatsız. Suudi’nin İran’la ırksal, mezhepsel, jeopolitik düşmanlığı var. Suriye, Irak, Lübnan ve Yemen’de İran, Suudi’ye darbe vurdu.

 

Trump ikisi için fırsat oldu. İsrail-Suudi yakınlaşması aşikar. Zavallı Filistin halkı, bu çelişkilerin büyük kurbanı. İsrail Başbakanı Netanyahu’nun “yeni belgeleri” alıcı bulmadı, ABD’nin kontrolündeki IAEA’da bile. Yine de Trump, 12 Mayısta anlaşmadan çekildiğini açıkladı. İran roketlerini gerekçe yaptı. Anlaşma yenilenmeli diyor.

 

1980-1988 Irak’la savaş deneyinden ürken İran, roketlerini ülke savunması için zorunlu görüyor. Irak roketleri İran şehirlerini vurmuştu, hem de kimyasal yükle. İran, Kuzey Kore desteğiyle roketlerini geliştirdi. Kısa ve orta menzilli roketler katı yakıtla bile etkiliyken, uzun menzilliler ancak atom başlığı taşıyabildiklerinde etkili olabiliyorlar. İran’da atom silahı yok ve roketlerinin isabetlilikte hata payı yüksek (1.2-3 km). SIPRI de İran roketlerini global tehlike sınıfına sokmuyor. Halbuki İsrail’in daha uzun menzilli, daha isabetli ve atom başlığı da monte edebilen roketleri var. Suudi roketleri bile İran’ınkilerden daha modern ve etkililer.

 

 

İran ekonomisi baskıyı kaldırır mı?

 

Lübnan’dan Yemen’e kadar olan savaş, %80’i petrole bağımlı İran ekonomisini tüketiyor ve petrol satışı da ambargolu. İran’ın GSYH 432 milyar Dolar, kişi başına 5300 Dolar. İşsizlik % 11,5, gençler arasında %27.

 

Ambargo petrol üretimini ve gelirini kısıyor, fiyatını yükseltiyor, bu da Tahran’ın baş rakibi Riyad’a yarıyor. İran’ın dışla para transferi tam bir problem. Bu işi Katar, Uman ve Türkiye üzerinden yapıyor. Bu ülke bankaları uluslararası güvene tam sahip değiller. Tahran mafya türü üçüncü kişilere gebe. Türk yönetimi şimdi çoktandır onlarca Reza Zarrabı hazırlamış.

 

İran en büyük ithalatını 25.5 milyar Dolarla Birleşik Arap Emirlikleri üzerinden yapıyor. Şimdi bu tümden tehdit altında. Almanya’dan yaptığı 3 milyarlık ithalat da. Sadece Çin (9 milyar) ve Türkiye’den yaptığı (3 milyar) ithalata güvenebilir. Çin (17.5 milyar Dolar), Hindistan (9.5 milyar), Güney Kore (7 milyar), Türkiye (7 milyar), İtalya (3.6 milyar), İran petrolünün en büyük alıcıları. Bu satış sürebilir, ama çoğu ürünle ve kendi para birimleriyle ödeme yapıyor. İran’a yetmiyor, Dolara, Batı teknolojisine ihtiyacı var.

 

İran’ın askeri donanımı da demode. Bütçesinin %5’ini savunmaya ayırabiliyor. Suudilerde bu oran %12. Suudi silahlanmaya yılda 70-80 milyar Dolar harcarken, İran sadece 15 milyar harcayabiliyor. İran’ın savaş uçakları, helikopterleri, diğer hava savunma araçları, tankları eskimişler. Suudi’ninkiler ise yeni ve modernler. İran’ın, savaşı neden başkalarının toprağında ve başkalarının kanıyla tercih ettiğinin sebebi çok iyi anlaşılıyor.

 

Atlantik’in iki yakası kavgalı

 

Trump’un başına buyruk, sadece ABD’yi düşünen, demokrasiyi hor gören tutumu, gümrük vergisi gibi ekonomik uygulamaları, iyi yakanın birlikteliğini sarsıyor. İran’la olan yeni gerginlik de işin tuzu biberi. Avrupa için sorun hayati. İran pazarına başta dalan onlar. Milyarlık beklentileri var. Savaş yeni bir göç dalgası demektir. Trump’ın horlayıcılığı da kaldırılacak cinsten değil. ABD’nin ceza sistemi, Avrupa’nın başına bela. Yasalarını çiğneyenden, sınırları dışında da olsa hesap sorabiliyor. Fransız Total, Alman Siemens, Mercedes, İran’la iş yapan şirketlerin çoğu, ABD’de de faaller. Sadece Mercedes, ABD’de 24 bin kişi çalıştırıyor, milyarlar değerinde yatırımı var.

 

Alman kaynaklarına göre, 10 bin kadar Alman İran’la ticari ilişkiler içinde. 120 Alman firması İran’da temsilcilik/büro sahibi. İngiltere ve Fransa da benzer durumdalar. Airbus ve Boing’in, 38,3 milyar Dolar değerindeki 200 uçak siparisi de yatıyor. Büyük bir ekonomik sorunla yüzyüzeler, ciddi politik sonuçları da olabilir.

 

İran çıkmazda

 

Ambargonun yükü halkın omuzunda. Mollaların umurunda değil. Gerginliği içte iktidarlarını güçlendirmek için kullanıyorlar. Muhalefetin durumdan yararlanma şansı konusunda yorum yapmak zor.

 

İran atom anlaşmasını muhafaza etmek istiyor. Başka şansı da yok. Avrupalı muhataplarını zorluyor. Avrupalılar, insan haklarını, demokrasiyi diretecekler mi? Sanmıyorum.

 

Mevcutta Trump’in girişimi tepki alıyor. Buna karşın, DAIŞ belasından, Sunni gericiliğinden dolayı, İran sempatiden yararlanıyor. Ama bu, Tahran’ın bölge sorunlarının yaratıcılarından biri olduğu gerçeğini değiştirmiyor.

 

İran bir nevi Şii enternasyonalizminin peşinde. Gericiliği, çağdışılığı, suikastçiliği ihraç ediyor. Girdiği her yerde demokrasi, kadın hakları ölüyor. Kürtler açısından Tahran’ın olumsuz rolü daha nettir. Doğu Kürdistan hapishaneye dönüşmüş. Demokratik hakların zerresi yok. Tüm tahribatıyla ırkçı asimilasyon iş başında. Kürtler hergün idam ediliyor. İran, Kürt politikacıları Güney Kürdistan’da da izliyor, katlediyor.

 

İran’ın Güney Kürdistan’daki rolü yıkıcıdır. Demokratik referandumu, Kürt partilerinin birliğini boşa çıkardı. Kürtlerin denetimini Arap Şiilerine teslim etti. Kürtlere karşı Türk devleti ile statükocu anlaşma imzaladı. Batı Kürdistan’da Moskovayla birlikte Afrin’i Türk ordusuna teslim etti. Ankara ile birlikte Kürt haklarına karşı blok oluşturmuş durumdadır.

 

Gönlümüz yoksul İran halklarından yana. Ancak mevcut bunalımda payı net molla rejiminin karşılacağı sorunlar Kürdü hiç üzmemeli. Boş beklentilere kapılmaktan bıktık. O fanatiklerin kapışmasını keyifle izlemek en doğrusu değil midir?

 

(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)

 

Yorumlar

Misafir olarak yorum yazın ya da daha etkili bir deneyim için oturum açın

Yorum yazın

Gerekli
Gerekli