Devletlerarası sömürge sisteminden Dersim jenosidine: 1920–1938 arasında Kürtlere yönelik iki çizgi
20. yüzyılın ilk çeyreği, Kürt milletinin tarihsel kaderini derinden etkileyen bir döneme işaret etmektedir. Bu dönemde şekillenen uluslararası ilişkiler, yalnızca Ortadoğu'nun değil, özellikle Kürdistan coğrafyasının siyasi ve toplumsal yapısını yeniden tanımlamıştır.
Birinci Dünya Savaşı'nın ardından imzalanan Sevr ve Lozan antlaşmaları, Kürtlerin ulusal varlığını tanımaktan imtina etmiş, onları bölgesel güçler arasında paylaştırılacak bir nüfuz alanı olarak görmüştür.
Bu bağlamda İsmail Beşikçi'nin kavramsallaştırdığı "devletlerarası sömürge sistemi", Kürdistan'ın statüsünü açıklamak için kritik bir kavram haline gelmiştir. Sömürge sisteminin bu biçimi, yalnızca yabancı devletlerin işgali anlamına gelmemekte, aynı zamanda dört parçaya bölünmüş Kürdistan üzerinde kurulan işbirlikçi ve uluslararası nitelikli denetim mekanizmasını tanımlamaktadır.
1920'li ve 1930'lu yıllarda Kürtlerin Güney ve Doğu Kürdistan'da giriştiği ulusal direnişler, çoğunlukla İngiliz desteğine sahip bölgesel devletler eliyle bastırılmıştır.
1925 Şeyh Sait İsyanı da aynı dinamiklerin sonucunda başarısızlığa uğratılmış, Ankara hükümeti bu süreci Fransız mandası altındaki Suriye üzerinden yürütülen askeri lojistikle güçlendirmiştir. Diyarbakır'a doğru sevk edilen birliklerin Fransız mandasından geçen demiryolu aracılığıyla taşınması, direnişin kaderini belirlemiştir.
Bu örnek, emperyal güçler arasındaki çıkar çatışmalarının çoğu zaman Kürtlerin aleyhine bir işbirliğine evrildiğini ve Kürdistan'ın uluslararası siyasetin merkezinde sürekli bir rekabet alanı olduğunu göstermektedir.
Sömürgeci işbirliği, 1930'ların ortalarına gelindiğinde daha da kurumsallaşmış ve bu kurumsallaşmanın en sert yüzü Dersim'de ortaya çıkmıştır.
25 Aralık 1935'te kabul edilip 2 Ocak 1936'da yürürlüğe giren Tunceli Kanunu, Dersim'in hukuki statüsünü özel bir askeri-idari rejim altına sokmuştur. Bu kanunun uygulanmaya başlamasıyla birlikte dönemin Kemalist yöneticileri ve onların düşünceyi şekillendiren kalemşörleri arasında iki farklı yaklaşım dikkat çekmektedir.
Birinci yaklaşım
Kürt kimliğini bütünüyle reddeden ve inkâr eden çizgidir. Bu çizgi, "herkes Türktür" anlayışını devlet ideolojisinin merkezine yerleştirerek, Kürt milletinin ulusal ve demokratik haklarını yok saymıştır.
Falih Rıfkı Atay'ın Ulus gazetesinde kaleme aldığı yazılar, bu çizginin en belirgin yansımalarıdır. Atay'ın söylemleri, doğrudan dönemin CHP Genel Sekreteri ve İçişleri Bakanı Şükrü Kaya'nın görüşleriyle örtüşmekteydi. Burada amaç, Dersimlileri "öz Türk" kategorisine dahil ederek etnik kimliği ortadan kaldırmak, kültürel asimilasyonu meşrulaştırmaktı.
İkinci yaklaşım ise...
Daha sert ve dışlayıcı bir çizgiyi temsil etmektedir. Cumhuriyet gazetesinde yazan Y. Mazhar Aren'in kaleminde ifadesini bulan bu anlayış, Dersim halkını "iptidai, ilkel, hayvani zekâya sahip bir topluluk" olarak tasvir etmiş ve onların asla Türkleştirilemeyeceğini ileri sürmüştür. Bu nedenle, Dersim'in boşaltılması ve gerekirse fiziki imha yoluyla temizlenmesi gerektiği savunulmuştur.
Bu söylem, yalnızca basının diliyle sınırlı kalmamış, dönemin devlet erkânı tarafından da paylaşılmıştır. Elazığ Valisi Fahri Bey (Deli Fahri) ve Dördüncü Umumi Müfettiş Abdullah Alpdoğan, bu düşünceleri idari uygulamalarla hayata geçiren aktörler olmuşlardır.
Benzer bir zihniyet, 1930'lu yıllarda Ağrı isyanının bastırılması sırasında da dile getirilmiştir. Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt'un "Bu memlekette Türk olmayanların bir tek hakkı vardır, o da Türk ulusuna hizmetçi olmak hakkıdır" ifadesi, dönemin resmi ideolojisinin etnik hiyerarşi ve dışlama mantığını açıkça ortaya koymaktadır.
Bu iki yaklaşım arasındaki fark, yalnızca yöntem ve üslupta kendini göstermiştir. İlki, inkâr ve asimilasyon yoluyla Dersim'i Türkleştirmeyi amaçlarken; ikincisi, imha ve tehcir yoluyla "sorunu" ortadan kaldırmayı hedeflemiştir.
Sonuç itibarıyla her iki çizgi de aynı devlet aklının farklı tezahürleri olarak birleşmiş ve Dersim'de 1937-1938 arasında yaşanan jenosit'in zeminini oluşturmuştur.
İsmail Beşikçi'nin Tunceli Kanunu (1935) ve Dersim Jenosidi adlı çalışmasında detaylı biçimde incelediği gibi, bu süreç yalnızca bir güvenlik operasyonu değil, Kürt milletinin varlığına yönelik planlı ve sistematik bir yok etme girişimidir.
Dolayısıyla 1930-38 arasındaki Dersim politikaları, Kürt milletine yönelik devlet aklının hem ideolojik hem de askeri düzeyde nasıl şekillendiğini göstermektedir. Emperyal güçlerle kurulan işbirliği, içerdeki inkâr ve imha politikalarıyla birleşmiş; ortaya çıkan sonuç ise modern ulus-devletin kuruluş sürecinde Kürtlerin varlığını yok sayan bir jenosit pratiği olmuştur.
Kaynaklar
İsmail Beşikçi, Tunceli Kanunu (1935) ve Dersim Jenosidi, Belge Yayınları, İstanbul.
Taner Akçam, Türkiye'nin İnsan Hakları Serüveni, İletişim Yayınları, İstanbul.
Ayşe Hür, Dersim 1938 ve Zorunlu İskân, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul.
Hüseyin Aygün, Dersim 1938 ve Zorunlu İskân, Dipnot Yayınları, Ankara.
Hasan Saltık (der.), Dersim 1937-38: Resmî Belgelerle, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul.
(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)