Vandallar ve Cizre

19-09-2015
İbrahim Halil Baran
Etiketler Vandallar Cizre Türkler Kürtler
A+ A-

İnsan, iki tümsek arasındaki soru işaretidir. Anne karnı yaşanacak olanın evi, mezarlar ise yaşanmış olmanın işaretidir. Nesebin devamı ve hafızanın cismî göstergesi olan bu ikisinin arası, muhtaç insandan mağrur medeniyete kadar olan seyrin sahasıdır. Ve bu ikisine ancak, barbarlığı bir ahlak haline getirmiş olanlar kasteder; karşısındaki varlığı tümüyle yok etmek isteyenler.  

Roma’da Damnatio Memoriae olarak kavramsallaşmış ünlü bir gelenek vardır. Hatıraların lanetlenmesi / hafızadan çıkarma olarak çevrilebilecek olan bu âdet, basit bir ilkeye dayanır: Sevilmeyen biri ölmüşse ona ait heykel ve eşyalar kırılır, cesedi ve mezarı parçalanarak kişi hatırasız bırakılır. 

Büyük ihtimalle bu uygulamadan sonradan haberdar olan Vandallar; göç, talan ve saldırılarıyla Roma’yı sarstığında sadece baskın yapmanın işe yaramadığını anlamışlardı. Zira yerliler, öldürüleceklerini bile bile onlara “burası bizim” diye bağırınca buna karşı ne yapacaklarını bilmiyorlardı ve onları öldürmek bile bu cümle karşısındaki öfke ve sorgulamayı dindirmiyordu.

Neticede bir çözüm bulundu. Saldırılardan önce köye sızıp mezarları tahrip ederek içini boşaltıyor ve ardından da “burası bizim” diyenlere “haydi bize bunu ispatla” diye soruyorlardı. Oranın geçmişiyle tek kanıtı atalarının mezarı olanlar, ellerinden ispat nesnesi alındığı için daha çaresiz bir şekilde ölüme boyun eğiyorlardı. Neticede yerliler öldürülmeye tümüyle alıştılar ve barbarlara boyun eğmek zorunda kalarak içine çöken bir mezara döndüler. Öyle ki Batı Roma İmparatorluğu, Vandallar’ın talanı ile yıkıldı ve aşiretlere bölündü.

Urfa’da, geçen yüzyılın başlarında iki aşiret arasında yaşanmış bir olay, Kürtler içinde, hala büyük bir utanç ve kahırla anlatılır. Meralarda kimin hayvanlarının otlayacağı üzerine başlayan çekişmeler, biri Kürt diğeri Türk olan iki aşireti neticede büyük ve uzun yıllar sürecek bir kan davasına sürükler. Çok ölümlü kavga ve talanların sonuncusu da diğerlerinden pek farklı değildir. Yirmi adam ölmüştür; Türk aşiretinden 6, Kürt aşiretinden ise 14 kişi.

Örfe göre ilk yedi günde intikam alınmaz; zira yas tutma hakkı, öç alma arzunuz ve öfkeniz ne kadar büyük olursa olsun hürmet edilen bir şeydir o zamanlar. Taraflar mıntıkalarına çekilir ve bastıran yağmur eşliğinde kazdıkları mezarlara ölülerini gömerler. Ertesi sabah taziye için bir araya gelen ahali, köy içerisinde hızla yayılan korkunç bir haber ile sarsılır: Kürt köyünün mezarlığında 14 çıplak ceset vardır. Koşa koşa mezara doluşanlar gözlerine inanamazlar çünkü önceki akşam gömdükleri ölüler dışarıya çıkarılmış ve üst üste bindirilmiştir. Daha korkuncu ise tümseklerinden dolu olduğu anlaşılan mezarlar kazılınca ortaya çıkar: On dört mezarın her birine bir köpek ölüsü konulmuştur.

Haber hızla yayılır ve aşiretin binlerce mensubu köyün mezarlığında toplanır. Hep bir ağızdan intikam yeminleri ederler ama aşiretin reisi buna itiraz eder. Herkesten acilen evlerini toplamalarını ister ve 26 köyden oluşan topraklarını terk edeceklerini söyler. Gençler intikam izni için ayaklarına sarılır reisin, kadınların zılgıt çığlıkları yeri göğü inletir ama karar değişmez. Göç edilecektir.

Olayın duyulması üzerine çevredeki bütün Kürt aşiretlerinin liderleri gelir ve karşı tarafı ezeceklerini, tek bir fertlerini dahi hayatta bırakmayacaklarını bildirirler. Ama aşiretin reisi onlara engel olduğu gibi kendi kararını da değiştirmez ve neticede topraklarını satmayı bile beklemeden göç eder. Bu soylu adam bütün olay boyunca ısrarlar üzerine tek bir cümleye sığınmıştır: Ölülere hürmeti olmayanlar bizim düşmanlığımızı dahi hak edemeyecek kadar alçalmıştır.

Kürtlerin hafızası; Arap, Fars ve Türkler’in bize uyguladığı vahşet hikâyeleriyle doludur ve biz kalbiyle yaşamış olanlar, sadece aklını yitirme hakkını elinde tutuyor. Tarihimiz, biz Kürdistan’ın yerlilerine karşı işlenmiş onlarca katliamla doludur. Bu hikâyeleri dinleyerek büyüyenler, şimdi artık daha şiddetli hikâyelerin içinden geçiyorlar.

Hatırlayalım:

Kürdistan’ın bir parçasındaki savaşta şehit düşen ve defnedilmek için memleketlerine götürülmek istenen 13 Kürt gencinin cenazesi iki tarafında da Kürt olan sınırları aşamadı ve gümrük kapısında iki hafta bekletildi. Bir tırın dorsesinde çürüyen ve kokan cesetler toplumsal bir infiale sebep olmadı. Hatta Kürtler sindi ve yine 12 gencin cenazesini, Kobani-Suruç sınırından geçiremedikleri için, Kobani’de defnetmek zorunda kaldılar. Eşme Ruhu’yla 800 yıl önce ölmüş Süleyman Şah’ın kemiklerinin Kürtler’in izniyle taşındığı bir zaman diliminde Kürtler’in payına tuz ruhu düştü. 

Türk devletinin Cizre’de öldürdüğü 35 günlük bir bebek dahil sivillerin hepsi bir kenarda dursun. Sokağa çıkma yasağının ilan edildiği gün evinin kapısında vurularak öldürülen 10 yaşındaki Kürt kızı Cemile, cansız bedeniyle ilk gecesini annesinin koynunda geçirdi. Ertesi gün cenazeyi defnedemeyen aile, sıcak havadan dolayı önce cesedin etrafına buz koyuyor, ardından da kızlarını bir buzdolabında saklayarak günlerce beklemek zorunda kalıyorlar. Sadece bu olaydaki trajedi bile onuruna düşkün bir halkın bağımsızlaşmasının önünü açabilecek kadar büyük bir olay iken Kürtler, üç gün sonra bu konuyu neredeyse unutuyorlar.

Derken Dersim’de gencecik bir Kürt gerillası, işgalci güçler tarafından güpegündüz sokak ortasında vuruluyor ve cenaze kaldırılırken, ayakları öpülecek bir adam, uzanıp şehit gerillanın alnından öpüyor. Dalgalar Alan Kurdî adlı bir Kürt çocuğunun cesedini kıyılara vuruyor aynı günlerde. Dünya ayağa kalkıyor onun görüntüsü üzerine. Bir Kürt çocuğunun bedeni bütün mültecilere vatan oluyor ama Kürdistan, buna rağmen bile bir vatan olduğunu hatırlayamıyor. Yutkunuyor sadece Kürtler. Halkını düşürdüğü bu durum için intihar etmesi gereken liderler, hatalarını aralarındaki ihtilaflar ve devletsizlikleriyle örtmeye devam ediyorlar.

Ve Türk gazeteleri şu haberi manşete taşıyarak çıkıyor birkaç gün sonra: Ağrı Dağı’nda sabah saatlerinden itibaren havadan ve karadan başlayan operasyon sırasında sözde PKK şehitliği dümdüz edildi.

İnsan, iki tümsek arasındaki soru işaretidir ve içimdeki soru giderek büyüyor. Kardeş olmadığımızı biliyorum ama şunu gerçekten merak ediyorum: Biz gerçekten bu Vandallarla düşman olabilir miyiz?



(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)

Yorumlar

Misafir olarak yorum yazın ya da daha etkili bir deneyim için oturum açın

Yorum yazın

Gerekli
Gerekli