12 Eylül 1980 darbesinin eli kulağındaydı. Provakasyonlar birbirini izliyordu. Ağustos ayıydı. İzmir’de fuar dönemiydi. Aile gazinoları gözdeydi. Seçme sanatçılar sahne alırdı. Bülent Ersoy başı çekenlerdendi. Kadın olmuş, plastikten iri gögüsleri olmuştu. Sesi yanıktı ama nedense toplum silikonlu yanına sarılmıştı.
Kaza mı, derin abilerin işi miydi? Sahnede Ersoy’un sentetik memelerinden biri meydan okurcasına elbisesinden dışarı fırladı. Herkes nefesini tutmuş malumun plastiğini konuşuyordu. Pusudaki generaller için bulunmaz gündem!
Gazeteler provakatif başlık yarışındaydılar. Televizyonlar ana haber yapıyor. Prof lakaplı hukukçular, hararetle meme şovu tartışıyorlardı; “Sentetik gögüs müstehcen olur muydu?”
Bu arada generaller işlerini görmüş, yasakladıklarını yasaklamış, tutukladıklarını tutuklamış, ortalık kan gölüne dönüşmüştü. Bülent hanım cezaevine girdi, yıllarca sahne yasaklandı. Olsun. Silikonuyla büyük vatan hizmeti yapmıştı o!
Silikon yetmez, pompalısı balonlusu olsun
24 Hazirandaki için ben de “seçim” tabirini kullandım. Şimdi artık net olduğu için, planlı eylemler silsilesinin bir aşaması demek daha doğru değil miydi? Kendini toplumsal direniş şansından mahrum bırakan, sonucu belli oyunun figüranı zavallı muhalefet! Diyeceksiniz ki iktidarın toplumu oyalamaya ihtiyacı yok, zira herşeyi açıktan yapıyor. Demek varmış ki, tam da kazandığı dönemde Adnan Oktar ve “kedicikleri” operasyonunu sürdü piyasaya.
Plastik meme, 12 Eylül rejiminin simgesi. Pompayla balon yapılan gögüs ve kalçalar da, mevcut egemenlerin simgesi. Günlerce bizi onlarla oyalar, öfkemizi onlara kusar, bize linç ettirirler onları. Oyunun rejisörleri, bu arada işlerini bitirir, bir sonrakine hazırlık yaparlar.
Değişmez kural
Pekçok Türk ve onların peşine takılan Kürtler, Kemalist lügatla, tarikatlara gerici der, devletin onlara karşı eylemine ilericilik payesi verir, meşruluk kazandırırlar. Olabilir. Peki Kürdistan’daki dini kurumların Kürt dili ve kültürünün yuvaları olduğu, yasaklarla özellikle bunların hedeflendiği akıllarına geliyor mu hiç?
İkinci yanılgı, mezhep-tarikat-devlet ilişkilerindedir. Buna “Türk-devlet-din bağı” da denebilir. Türk halkı için hep ulu olan devlettir, din talidir, devlete tabidir.
Oluşumundan bugüne kadar Türk devleti dini yönetmiştir, en yobaz, en tehlikeli tarikat, dini oluşum bile devlet kontrolünden kaçamaz. Bu kimin, Mustafa Kemal ya da Erdoğan’ın iktidar olduğuna bağlı olmayan bir kuraldır.
Kaldı ki derin devlet bildiğimiz Özel Harp Dairesi talimatlarında, faaliyetlerinde bu bağ nettir. MİT, Kürdistan’daki tarikatları yönetiyor, yönlendiriyor(du). Menzil Şeyhinin karargahı, JİTEM’ci Ahmet Cem Ersever’in bir adresiydi. Emekli OHAL generali Hasan Kundakçı’dan ve daha birçok itiraftan, Hizbullah üzerindeki devlet gölgesi kesindir.
Bugünkü iktidarın tarikatlarla bağını sıralamak fazlalık olacaktır. AKP kuran elit, Fethullah Gülen Cemaati’nin bir parçasıydı. Şimdikinin öncekinden farkı: Öncekinde mutlak egemenci bir kontrol vardı. Mevcut iktidar döneminde ise, tarikatlar devletle aleni bütünleşmiş, devleti oluşturan öğelere dönüşmüşlerdir.
Saflık mı ahmaklık mı?
Tarikat ya da dini sapkınlık, lazım oldukça iktidar/devlet ileri sürüyor onları. Tüm oyun, bizi oyalamak, anamızı ağlatmak içindir. Psikolojik bir oyun. Uzman psikologlar, hukukçular, onuru çamur değerinde gazeteciler, beynimize saldırırlar. Biz bize sunulanı tekrarladıkça, oyunun bir parçası oluruz, kendi çıkarımıza karşı konumlanmış oluruz.
Sorun karmaşık. Günlük yaşamın zorlukları ve de o kadar dezinformasyon içinde doğruyu yakalamak, doğruda durmak tabi ki zor. Ama belki de bu birkaç basit soru, ipin ucunu kaçırmamızı önler.
O pompayla şişirilmiş zavallı kadınlar mı tehlikeli, yoksa onları bir sektöre dönüştüren iktidardakiler ve onların pahalı elbiseler, makyaj ve mücevherat ağırlığından yürümeyen zevceleri, metresleri mi?
Adnan Oktar, bir piyon. O mu daha tehlikeli, yoksa şehir bombalayan, yüzlerce binlerce aydını, emekçiyi işinden atan, tutuklayan yönetim politikacıları mı?
Oktar bir şarlatan. Peki sanatçı kılığındaki şuraya buraya koşan asalaklar, din alimi pozlarında televizyonlarda endam gösteren üç kağıtçılar, insan öldürmeye, işgala fetva veren dini kurum yöneticileri nedir?
Oktar hırsız olabilir, peki birkaç sene içinde çalışmadan milyarder olanlar nedir?
Sanki beynimizin formatı bozulmuş. Eğer bu, bilinçsizliğin, saflığın ürünüyse zararı yok, giderilebilir. Ama eğer iktidar/devlet komploculuğunun ürünüyse, bizi daha çok silikon ve balon uzuvlarla kandırırlar.
Belki bir noktada birleşebiliriz. Silikon ya da balon olan, Türk egemeninin ahlakının aynasıdır. Bu ahlakta iktidarla/devletle boğuşuyor, ondan beklentiler içinde oluyoruz. Muhatabın ahlaki yapısını çözmüşsek, iş kolay. Yoksa akıntıya kürek çekeriz.
(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)
Yorumlar
Misafir olarak yorum yazın ya da daha etkili bir deneyim için oturum açın
Yorum yazın