Van Yüzüncü Yıl Rektörü ile Rojin Kabaiş görüşmesi
‘Kadın Cinayetleri Politiktir’ gibi sarsıcı, güçlü ve aynı zamanda tüyler ürpertici söylem ilgili mercilerin ilgisini ürpertemiyor olmalı ki, bu söylem giderek daha da güçleniyor.
Kadın cinayetlerinde faili, yöntemi vs’si belli ya da kısa sürede açığa çıkarılan örneklerin günlük rutinin normali haline gelmesi bir yana, son bir yıl içinde yaşanan Narin Güran ve Rojin Kabaiş gibi örneklerdeki uzayan belirsizlik, söylemin güçlenme halini yeni bir aşamaya taşımaya başladı.
Elbette Gülistan Doku ve daha birçok vakada da failler aslında belli iken üzerine gidilmedi. Ama Rojin ve Narin meseleleri bize yeni şeyler söylüyor.
Gizem dolu, karmaşık ve bir türlü mesafe alın-a-mayan iki örnekte toplumun tamamının da katılma biçimi deyim yerindeyse hepimizi bir akıl tutulmasına maruz bırakıyor. Olay bir yandan magazin düzeye indirgenerek iyice bulamaç haline getiriliyor, öte yandan reytingi yüksek bir platform dizisi modunda ne yazık ki toplumun bir ihtiyacını karşılama argümanı haline gelmiş bulunuyor. Durum neredeyse talebin arzı şeklinde korkunçluğuna yeni boyutlar ekleyerek ilerliyor.
Her birimiz kendi içimizdeki katilin, maktulün, şahidin, koruyanın, teşvik edenin, soruşturmayanın, cezalandırmayanın kapasitesiyle senaryolar yazarak, kendi sonuçlarımızı çıkarsamaya duralım, her iki meselede de ne soruşturma ne de kovuşturma bir arpa boyu yol alamıyor ve bu sonuçsuzluk sonsuza kadar sürüp gidecekmiş gibi görünüyor.Narin Güran dosyası sulandırılabileceği kadar sulandırıldıktan sonra belki katilin bile tatmin olmadığı bir ceza ile bir aşamasını geride bıraktı. Rojin Kabaiş dosyası ise adeta daha yeni başlıyormuş gibi sinyaller vererek daha kozmik bir hal almaya başladı.
Narin olayında cinayetin kesinliği ile birlikte olası fail bolluğu her birimiz açısında bir senaryo oluşturmaya yeterken, Rojin meselesinde her şey akıl kaçırtan bir bulanıklıkta ilerliyor. Elde herhangi bir odağa ilerleyebilecek yeterlilikte done olmayışı senaryolarımızın da şimdilik boş sayfadan ibaret kalmasını getiriyor beraberinde.
27 Eylül 2024’te kaybolduktan 18 gün sonra cansız bedeni Van Gölü kıyısında bulunan Kabaiş, şehre iki gün önce gitmişti. Cenazesi kaybolduğu yerden 20 kilometreden fazla bir mesafede bulunmuştu ve iki nokta arası irili ufaklı onlarca koy, girinti ve uzunca bir burundan oluşuyor. Buna Van Gölü’ndeki dip ve yüzey akıntı yönleri eklendiğinde, Rojin’in cansız bedeninin bulunduğu yere gitmesinin pek akıl alır bir yanı yok.
Cenaze bulunduğunda ve öncesinde geldiğimiz şehirde kapsamlı bir haber hazırlamaya çalışırken, akıntı mevzuunu konuşabileceğimiz iki kaynak vardı. Gölde balıkçılık yapanlar ve Yüzüncü Yıl Fakültesi Su Ürünleri Fakültesi öğretim görevlileri. Her iki kaynak ile de temasa geçtikten sonra cenazenin bulunduğu noktaya ilerlemesinin pek mümkün olmadığını gördük. Van Gölü’nün kuzeye, yani cenazenin bulunduğu yere akıntısı bulunmuyor.
Olaydaki bir diğer mümkünsüz ise intihar ihtimali ki Rojin’in eşyalarının bulunduğu alan yani intihar ettiği varsayılan epey uzun sahil şeridi intihara imkanı tanımayacak fiziki şartlara sahip. Gölün çekilmesi nedeniyle oluşan düz kumsal alandan oluşan bu bölgede suyun boyu aşması için kimi yerlerde yüzlerce metre suya yürümek gerek. Yani, bu şeritte intihar etmek için insanın kendi kendisini suya zorlayarak bırakması sonucu intihar ne kadar mümkünse, Rojin’in bu alanda intihar etmiş olması da o kadar olası. Yüksek bir yerden çabalasa dahi karaya ulaşamayacağı şekilde atlayarak intihar edebilmesi için ise yürümesi gereken mesafe de bir önceki olasılık kadar uzak. Bir gazeteci olarak bu meseledeki diğer bütün belirsizliklerin içinde, hem Rojin aranıp, cenazesi bulunduğu günlerde, hem de bir yılını dolduran ve yeniden gündemin üst sıralarına yeni bazı gelişmelerle gelen bu günlerde yeniden Van’a gelerek konuya dair kamu görevimizi yerine getirmeye çalışıyoruz.
Rojin Kabaiş eylemi için geldiğimiz Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Kampusu’nda neredeyse tesadüfi bir şekilde Üniversite Röktörü Prof. Dr. Hamdullah Şevli ile bir görüşme gerçekleştirdik.
Öğrencilerin toplanıp yürüdüğü rektörlük binası önünden ayrılıp aracımıza doğru ilerlerken, Rektör Şevli ile görüşebilme ihtimalinin doğması üzerine bir grup yerel basın mensubu arkadaşımızla birlikte gerisin geri rektörlüğe döndük. Görüşme sırasında Profesör Şevli’ye onlarca soru sorma imkanı bulduk.
Göldeki akıntı konusunda üniversitenin kendi fakültesi imkanlarını da kullanarak neden bir araştırma yapmadığı şeklindeki sorumuza Şevli, böyle bir araştırma için yetkinin bakanlıkta olduğunu ve bakanlığın da Karadeniz Teknik Üniversitesi’nden araştırmacılar getirerek böyle bir araştırmayı yaptığını söyleyerek yanıtladı. Rapor içeriği ve sonucu ile ilgili ise herhangi bir bilgilerinin olmadığını dile getirdi Şevli.
Üniversitenin konuya dair kendi iç idari soruşturmasının kapsamlı şekilde yapıldığını, herhangi bir aksama bulunmadığını ifade eden Şevli, kameraların yetersizliği, teknik eksiklikler gibi başlıklara ise, üniversite kampusunun on bin dönüm kadar büyük bir araziden oluştuğunu ve her milimetrekareyi gözetleyebilecek bir imkanın olmadığını söyledi.
Cenaze morg aşamasındayken vali ve emniyet müdürü ile birlikte baba Nizamettin Kabaiş’e, ‘Kızınız intihar etti’ şeklinde telkinde bulunduğuna dair iddiaya, kendisinin o sıra ambulansta olmadığını, babaya asla böyle bir telkin ya da söylemde bulunmadığı şeklinde yanıt veren Şevli, ambulans içerisinde baba ile ne konuşulduğunu da bilmediğini dile getirdi. Yine otopsiye katıldığı iddia edilen rektöre bu soruyu da sorduk. Şevli bu iddiayı redderken, konuya ilişkin telefonla ulaştığım ve o dönem Tabibler Birliği Van Şube Başkanı Olan Dr. Hüseyin Yaviç de bu iddianın doğru olmadığını söyledi. Yaviç otopsiye giren ekiptendi.
Sorduğumuz bütün soruların yanıtlarını verirken son yılların klasik ve artık klişeleşen diplomatik diskur ile konuşmayı elden bırakmayan ve neredeyse bütün yanıtların sonunu şahsi ve kurumsal mağduriyetlerine bağlayan Şevli, görüşme boyunca üniversite olarak üzerlerine düşeni yaptıklarını, üniversitenin bu meselede herhangi bir sorumluluğu veya sorumsuzluğunun bulunmadığının altını ısrarlı şekilde çizerken, yine aile ile yakından ilgilendiklerini, baba Nizammetin Kabaiş’in de bütün açıklamalarında şahsını hep ayrı tuttuğunu ve kendisini sevdiğini söylediğinin ısrarla bildirmek istedi.
Üniversitenin bütün akademik kadrosuyla bu olayın aydınlatılması ve kurumlarına yöneltilen suçlamaları bertaraf etmek için neden aksiyon almadığını sorduğumuz Şevli, devlet memuru olduklarını ve böyle bir olanaklarının olmadığını savundu görüşmede.
Olayın en başından beri kamuoyunu bilgilendirmek ve bilgi vermek konusundaki yetersizlikleri ile ilgili soruya; yaptıkları açıklamaların görülmediğini, Rojin’in akıbetini soran kamuoyu baskısının ise ‘belli’ çevrelerce yönlendirildiğini sözlerine ekleyen Rektör Şevli, daha önce üniversite çalışanı olup görev süresi dolan ve geri alınmayan, eskiden üniversiteden ihale alan ve artık alamayanların ve siyasi bazı odakların bu meselede şahsını ve üniversiteyi zan altında bırakmak için çabaladığını iddia ederek yanıtladı.
Öğrencilerin kendileriyle görüşme ısrarları yönündeki soruya da kendisinin bu görüşmeye hazır olduğunu ancak öğrencilerin gelmediğini belirtti Rektör Şevli. DEM Parti Milletvekili Mehmet Kamaç da üniversitedeki bir eyleme katıldığı sırada bizzat arayarak rektörlüğe davet ettiğini ifade eden Şevli, ‘’Kendisi öğrencilerin de gelmesi gerektiğini söyledi. Ben de nasıl arzu ediyorlarsa ve ne kadar öğrenci katılacaksa ona göre salon hazırlatacağımı söyledim. O da tamam dedi. Ancak daha sonra aradığımda öğrenciler gelmek istemiyor dedi’’ şeklinde yanıtladı.
Üniversiteye giren çıkan vatandaşlar konusunda yeterli denetimin olmamasıyla ilgili soruya, “Üniversite kampusunun içinde iki tane hastane var. Her gün binlerce kişi bu hastanelere gelip gidiyor. Siz de gün için de gelseniz ve hastaneye gidiyorum deseniz rahatlıkla kampüse girebiliyorsunuz örneğin’’ diyerek yanıtlayan Şevli, kendisinin de bu şehrin bir ferdi olduğunu ve ne üniversitenin ne de Van’ın bu tür olaylarla anılmasından son derece üzüntü duyduğunu belirterek devam etti.
Görüşme boyunca bizler kamuoyunda merak edilen ve üniversite ile şahsına yöneltilen soruların tamamını sorarken, Şevli’nin bütün cevaplarını üniversitenin herhangi bir kusuru, ihmali ve sorumluluğu bulunmadığı yönündeki ısrarı üzerine kurması nedeniyle görüşmeden pek bir şey anlamadığımızı söylesek abartı olmasa gerek.
Şimdi dönelim en başa, söz konusu meseledeki haklı ve mantıkla bütün sorular cevabını bulmadan toplumun neredeyse tamamının hemfikir olduğu şüphe, yani Rojin Kabaiş meselesinde kolektif bir engelleme, gizleme, soruşturmama ve kamuoyuna doğru bilgi verilmemesi baskısı şüphesi de ortadan kalkmayacak.
Rektör’ün yanı sıra şehrin tüm mülki idare erkanının da ısrarla kabul etmemizi istediği şey, Rojin’in intihar ettiği. ATK neredeyse bir yıl sonra Rojin’in bedeninde iki erkeğe ait DNA bulunduğunu açıklayarak olayı iyice içinden çıkmaz hale getirdiği görülüyor. DNA’nın dışarıdan bulaş yoluyla geçmiş olabileceğini belirten ATK, mahrem bölgelerde bulunan bu belirtilerin kime ait olduğunu ise yanıtsız bırakıyor. İşin özü, üniversiteden valiliğe, emniyetten savcılığa tam anlamıyla soğuk, duymaz, ‘kuruma’ toz kondurmaz, ‘devlet ne diyorsa doğrusu odur’ ifadeli bir surat ile karşı karşıyayız. Kamuoyu ve ailenin aklındaki, kalbindeki cevapsız sorular mı? O soruların yanıtı Narin olayında nasıl milyonlarca insanın gözünün içine baka baka yanıtsız bırakıldıysa, Rojin meselesinde de ne yazık ki değirmen, aynı yöne dönüyor.
(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)