Kürt sorununu 'marjinal' bagajlardan kurtarmak

Nurettin Aydın 

Türkiye’nin siyasi tarihi, “Kürt sorunu”nun ne olduğu ve ne olmadığına dair tartışmalarla doludur. Ancak bugün gelinen noktada, en azından bir konuda sis perdesi aralanmıştır. Kürtlerin eşit yurttaşlık, demokratik katılım ve ana dil gibi temel hak taleplerinin üzerindeki “silahın gölgesi” kalkmıştır. Siyasetin meşru zemininde ifade edilen bu taleplerin artık “bölücülük” parantezine sıkıştırılamayacağı bir eşikteyiz. Bu açıdan yürümekte olan süreç ve gelinen seviye çok kıymetlidir. Ancak meşru taleplerin üzerindeki bu gölge kalkarken, Kürt siyasetinin sırtındaki başka “yüklerin” de kalkması, en azından sorgulanması gerekmektedir. Zira Kürt sorunu, özünden kopuk ideolojik bagajlarla ve marjinalleştirici eklemelerle, asıl odak noktasını kaybetme riskiyle karşı karşıyadır.

Tarihin çöplüğündeki ideolojilerin hamallığı

İlk ve en ağır yük, Soğuk Savaş döneminden kalma ideolojik saplantılardır. Kürtler, solun, 20. yüzyıl sosyalizminin veya köhnemiş komünist pratiklerin “hamalı” olmak zorunda değildir. 1989’da Berlin Duvarı’nın yıkılmasıyla birlikte, en büyük uygulayıcıları tarafından dahi terk edilen ve pratik başarısızlığı tarihsel olarak tescillenmiş bir ideolojinin taşeronluğunu yapmak, Kürt halkına bir haksızlıktır. Sosyalist ütopyanın terk edilmesi, vahşi kapitalizmin veya sosyal Darwinizmin kucağına düşmek anlamına gelmez. Anlam dünyası sadece siyah ve beyazdan, iki kutuplu bir şablondan ibaret değildir. Düşünen zihinler için bu iki seçenekten birine hapsolmak, fikrî bir tembellik ve körlüktür. Kürt sorunu, 1970’lerin ideolojik kalıplarına sığmayacak kadar hakiki, yerel ve hayati bir meseledir.

Odak kayması ve marjinalleştirme tuzağı

Bir diğer hayati sorun, Kürtlerin meşru taleplerinin; LGBTİ, radikal feminist akımlar veya çeşitli marjinal grup kimlikleriyle aynı torbaya doldurulmasıdır. Burada mesele, söz konusu grupların hak taleplerinin haklılığı veya haksızlığı değildir; mesele stratejik bir “odak sapması”dır. Kürtlerin talepleri; tarihsel, sosyolojik, coğrafi ve demografik temellere dayanan bir halkın kimlik ve statü talepleridir. Bu devasa meseleyi, Batı’daki sol teorisyenlerin ideolojik krizlerini aşmak için 30–40 yıl önce ürettikleri “mikro kimlik politikaları” ile harmanlamak, Kürt sorununun ciddiyetini sulandırmaktır. Kürtlerin ana dil, eşit temsil ve ekonomik kalkınma gibi kitlesel taleplerini marjinal tartışmaların seviyesine indirgemek, kasıtlı değilse bile büyük bir stratejik akıl tutulmasıdır. Bu konuların her biri (ekoloji, toplumsal cinsiyet vb.) elbette kendi başlıklarında değerlidir ve tartışılmalıdır. Ancak bunları Kürt sorununun içine bir “sos” gibi boca etmek, ana yemeğin tadını bozmakta; meselenin ağırlığını hafifletmekte ve toplumsal rıza üretimini zorlaştırmaktadır.

Kürt sorunu, ekolojik duyarlılıktan veya küresel cinsiyet tartışmalarından bağımsız; doğrudan bir “iş, aş, adalet ve temsil” sorunudur. Bölgesel demokrasi sorunu elbette önemlidir; ancak Kürt sorunu bundan bağımsız, kendine has dinamikleri olan bir kimlik ve eşitsizlik sorunudur. Sorunu sürekli başka başlıklarla seyreltmenin, çözüme katkı sunmadığı açıktır.

Romantizmden rasyonaliteye: liyakat ihtiyacı

İdeolojik bir temel aranıyorsa, bu temel ithal kavramlarda değil; yoksullukta, bölgesel geri kalmışlıkta ve bürokrasideki “cam tavanlarda” aranmalıdır. Devletin yönetim kademelerinde neden yeterince Kürt ve Alevi bürokratın yer alamadığı sorusu, marjinal kimlik tartışmalarından çok daha hayati ve gerçektir.

Mademki Kürt sorunu artık demokratik mecralarda konuşulacak, o hâlde bu konuşmayı yapacak olanların “slogan atanlar” değil, “çözüm üretenler” olması gerekir. Kamu diplomasisini bilen, rasyonel argümanlarla sadece kendi tabanını değil, tüm Türkiye’yi ikna edebilen siyasi temsilcilere ihtiyaç vardır.

Yerel yönetimlerde hamaset değil, hizmet beklenmektedir. Altyapıyı nasıl kuracağına, istihdamı nasıl yaratacağına dair projesi olmayan; sadece ideolojik sadakati olan yöneticilerle bir halkın kalkınması mümkün değildir. Nasıl ki bilgisiz bir doktor hastayı canından ederse, liyakatsiz ve ideolojik körlük içindeki siyasetçiler de bir halkı geleceğinden eder.

Simurg gibi küllerinden doğmak

Kürt sorunu; ne başkalarının ideolojik laboratuvarı ne de bölgesel güçlerin kullanışlı bir aparatıdır. Bu mesele, bu toprakların kadim bir adalet arayışıdır.

Artık romantik ve ütopik bagajları bir kenara bırakma vaktidir. Kürt siyaseti, sırtındaki bu yapay yüklerden kurtulmalı; rasyonel akıl ve liyakatle donanarak, tıpkı efsanevi Simurg (Zümrüdüanka) kuşu gibi kendi küllerinden yeniden doğmalıdır. Hedef; marjinal tartışmaların gölgesinde kalmış bir kimlik mücadelesi değil, refah, huzur ve eşitlik temelinde yükselen onurlu bir gelecek inşası olmalıdır.

(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)