Aydın neden sevilmez?

21-01-2016
A+ A-

Egemenler, örgütlü yığından, sanatçıdan ve bir de aydından korkarlar. Örgütlülüğe saldırır, aydın ve sanatçıyı satın almak ister, korkutur, tutuklar, olmadı öldürürler. Hangi yolla mı? Devlet gücüyle; savcısı ve hakimiyle, polisi, askeri ve istihbaratçısıyla, olmadı kontrgerillası ve mafyasıyla. İşin sırı zekada değil, ama iktidar olma ayrıcalığında yatmaktadır.

 

Abdulhamit’in mirası

 

Osmanlı Sultanı 2. Abdulhamit (1842-1918), hilebazlığı ve komploculuğuyla ünlüydü. Ama kendine muhalif ‘aydınları’ (Jön-Türkler), Avrupa ülkelerinde parasıyla besleyecek kadar da ‘cömertti’. İstanbul’a döndüklerinde ise onları sarayında ağırlıyor, yanına oturtuyor, kadehlerini eliyle dolduruyordu, ceplerini de parayla. O “yaramaz çocuklar”, artık Sultan’ın adamlarıydılar.Aydınların alınıp satılması, bugüne kadar devam eden bir geleneğe dönüşmüştür. Kuşkusuz milliyetçilik, bu pazarlamada temel bir rol oynuyor: “Devlet, eni sonunda eli öpülen ve sığınılan babaydı!”

 

Mustafa Kemal’in katkısı

 

Onun için iki çeşit aydın vardı: Ondan olanlar ve olmayanlar. Birinci grup, alınıp satılanlardı. İkincilerin kaderi, zindan ve ölümdü. Tek parti dönemi (1923-1946), o ölümlerle doludur. Mustafa Kemal, “derin devlet/özel örgüt” (Teşkilatı Mahsusa, 1911) geleneğini muhafaza etmiş, çeşit çeşit öldürme türleriyle iyice geliştirmişti. Çoğu sol/komünist gelenekten gelme satılık kalemlerin görevi (“Kadro” gibi), Kemalist politikaya meşrulaştırmak, onu cinayetlerden aklamak, ona “uygar”, “ilerici”, laik”, “demokrat” gibi payeler vermekti. Bir ideolojik zehir oluştu, hem de bırakalım Türkleri, Kürtler üzerinde bile büyük tahribatı olan bir zehir.

 

Her dönemin kurbanları

 

Bazen dini yönelimliler ama daha çok sol aydınlar, Kemalizmin hedefindeydiler. Yine de olağanüstü yasalar, tutuklama, göç, sürgün ve katliamlarla, zulümden Kürtler “aslan payını” alıyordu hep. 1980’lerde OHAL Bölge Valisi Hayri Kozakçıoğlu, gazetecilerden (ve aydınlardan), “terör” konusunda (Kürt sorununda) milli maçlardaki gibi taraf tutmalarını istiyordu.


Yine de aydınların hakkını yememek gerekir. Tehlikelere rağmen her dönemde Kürt halkının acıylarıyla dayanışma onurlu tutumu içinde olan Türk aydınlarının sayısı hiç de az olmamıştır. Sayı az ya da çok, zulme karşı çıkarılan ses, her zaman anlamlı olmuştur. Cezayir ve Vietnam savaşlarında Fransız ve Amerikalı aydınların çıkardığı ses, o savaşların bitmesine ve çözüme katkısı büyük olmuştu.

 

İktidar olma “sanatı”

 

Bi tarafta yöneticiler, diğer tarafta onların karanlık işlerini yapan güçler. Diyelim ki yönetici, hedefini tehdit etti. Satılık gazeteciler, hedefi toplumda teşhir etmek için hemen seferberlik başlatır. Polis, istihbaratçı ve özel birimler, yöneticinin tehditini emir olarak algılar ve yerine getirirler. Sistem böyle çalışıyor. Teşkilatı Mahsusa, artık Özel Harp Dairesi’dir (ÖHD). 1990’larda JİTEM, Mehmet Ağar’a bağlı “Özel Birim” ve daha birçok militer ve para-militer birim ve mafya tetikçileri vardı. Bugün aygıt, yeni eklemelerle iyice zenginleştirilmiştir.O birimler, çoğunlukla siyasi yöneticilerin direktiflerini de beklemezler. Kendi emir komuta zinciri içinde cinayet işlerler. Siyasiler, o eylemleri sahiplenmek zorundalar. Biri diğerini asla terkedemez. Onlar, kanla beslenen ikiz gibiler. 1990’lardan iki örnek:

 

1.09.1993’te Devlet Başkanı Süleyman Demirel, TBMM’de yaptığı konuşmada, Kürt legal partisi DEP’i PKK’yi desteklemek ve cinayetlere ortak olmakla suçlayarak hedef gösterdi.Aradan sadece üç gün geçmişti. 4.09.1993, Batman’da DEP heyeti, devlet tetikçilerinin saldırısına maruz kaldı. DEP milletvekili Mehmet Sincar ve partili Metin Özdemir hayatlarını kaybettiler.Mehmet Ağar’ın talebi üzerine dönemin Başbakanı (ve kontrgerilla sekreteri) Tansu Çiller, 9.11.1994 tarihli “Gizli Tamimi”ni çıkardı. Onu talimat olarak değerlendiren “Özel Birim”, Özgür Ülke gazetesinin İstanbul Kadırga’daki ana binasını bombayla yıktı. Gazeteci Ersin Aydın hayatını kaybetti. Gelenek bozulmuş mudur? Tahir Elçi, yöneticisi, basını, polisi ve özel elemanlarının ortaklığıyla devlet tarafından katledilmedi mi (28.11.2015, Diyarbakır)? İktidarlar değişmiş ama aygıt bütün dehşetiyle iş başındadır.

 

Peki Kürt aydınları nerede?

 

Çünkü bizler sadece Türk aydınlarının tepkisinden bahsediyoruz. Bin ya da ikibin aydının içinde Kürtlerin de olduğunu, olayımızda aydının etnik kimliğinin önemli olmadığını söyleyeceksiniz. Doğrudur, ama yine de şu önemli farka dikkat çekmek istiyorum: Kürt aydını örgütsüzdür ve ağırlığı yoktur. Tabii ki en önemli nedeninin devletin baskısı olduğunu vurgulayarak. Diğer bir neden, Kürt aydınlarının siyasal kimlik sorunudur. 


Büyük çoğunluğu siyasi partiler arasında paylaşılmış, örgüt aydını olmuş ya da buna zorlanmışlardır. Zaten Kürt partileri, bağımsız aydını sevmezler, özellikle de Kürt sahasında egemen olanı. O da, devlet gibi aydını satın almayı, etkisizleştirmeyi ve hatta yaşamına kastetmeyi neredeyse geleneğe dönüştürmüştür. Kürt aydınlarının durumu aslında tam bir dram. Hem de alabildiğince cesur, çalışkan, yetenekli, üretici ve bilimsel birikim sahibi oldukları ve büyük bedel ödedikleri halde. İradelerini teslim etmedikleri için, dıştalanıyor, inançlarına, bilgilerine ve deneylerine her yol kapatılıyor.Bir diğer konu: Türk aydınlarına o kadar sevdalanmamızın bir nedeni, Türk egemenlik sisteminin etkisi değil midir?

 

O egemenlik bizi öyle bir etkilemiş ki, kendimizi ondan bir türlü kurtaramıyoruz. Kendi aydınlarımızı küçük görüyor, egemen sistem ve kültürün aydınlarını kutsuyoruz. Kendi hikayemizi bile onlardan öğrenmeyi alışkanlık haline getirmişiz. Daha korkuncu; bunun, zihin köleliğinin bir şekli olduğunu görmekten çok çok uzağız.

 

Dramımız ne kadar da karmaşık değil mi?

 

(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)

Yorumlar

Misafir olarak yorum yazın ya da daha etkili bir deneyim için oturum açın

Yorum yazın

Gerekli
Gerekli