Irak’ta ABD işgalinden geriye ne kaldı?

Irak’ta ABD işgalinin 19. yılı geride kalırken, Irak’ta bıraktığı izler hale varlığını koruyor. 20 Mart 2003 tarihinde başlatılan ABD işgalinin ülkenin sosyolojik yapısından devlet yönetimine kültüründen ekonomisine verdiği zarar ve ortaya çıkardığı etki uzun yıllar telafi edilemeyecek boyutta olduğu görülüyor. Zira ABD işgali net bir biçimde toplumda bozulmaya yol açtığını söylemek mümkün. Bugün Irak toplumunun güvensizlik olgusu ülkenin en zayıf noktası olarak görülebilir. Nitekim 10 Ekim 2021’de yapılan seçimlerin ardından yaklaşık 7 ay geçmesine rağmen halen hükümetin kurulamamasını, bu güvensizliğin bir yansıması olarak değerlendirilebilir. Irak toplumunun etnik, dini ve mezhepsel boyutta paralize olan siyasi ve sosyal yapısı, bugün her grubun kendi içerisindeki bölünmeye de şahit oluyor. Bu nedenle Irak halkındaki özgüven kaybının yanı sıra, toplumun tüm kesimlerinde birbirine güven azaldığını söylemek mümkün. devlete ve ülkenin geleceğini yönelik güven ise neredeyse yok olmuş durumunda. Bu anlamıyla Irak halkının toplumsal bir tükenmişlik sendromu içerisinde olduğunu söylemek yanlış olmayacak. Bu durum toplumu ve ülkeyi yozlaştırıyor, toplumsal ve ülkesel önceliklerini yerini bireysel ve grupsal çıkarlar alıyor. Ancak Irak’ın bu hale gelmesinde ABD’nin işgal yönetimi ve yeni devlet düzeninin de büyük payı olduğunu söylenebilir.

ABD’nin oluşturduğu yönetim düzeni ve siyasetin doğasının etnik ve mezhepsel temele dayanmasının yanı sıra, on yıllarca güçlü merkezi otoriteler tarafından yönetilmiş Irak halkının hiç alışık olmadığı bir biçimde federalizm gibi bir uygulamaya yönlendirilmesi de toplumsal kimliğin minimalize olmasına sebep oldu. Irak toplumundaki aşiret bağları, coğrafi bağlılık ve toplumsal muhafazakarlık varlığını güçlü bir biçimde koruyor. Irak toplumunun bu dinamiklerinin, son 30 yılı bir diktatöryal yönetimin altında baskıcı bir süreçten geçtiği düşünüldüğünde, Irak toplumunun güçlü, otoriter yönetim şeklini içselleştirdiğini söylemek yanlış olmaz. Bu içsel durum, ABD işgali sonrası güçlenen etnik, dini ya da mezhepsel alt kimliklerin yanı sıra, aşiretçilik, bölgeselcilik gibi yan etkenler federal yapıyla birlikte yerelleşmeyi beraberinde getirdi. İşgalin ortaya çıkardığı zayıf merkezi devletin yanında, yerelleşmenin güçlenmesi, kaotik bir devlet yapısının oluşmasına sebep oldu.

Zira ülkedeki hizipleşme üst seviyeye çıkmış durumda. Bu olgunun ortak yönetim kültürü neredeyse bitirdiği görülüyor. Her ne kadar ABD işgalinden bu yana kurulan hükümetlerde Irak’taki bütün kesimlerin temsil edilmesini sağlayacağı düşünülen ve parlamentoya girmeye hak kazanan bütün kesimlerin yer aldığı “ulusal birlik hükümetleri” kurulmuş olsa da uzlaşı ve ortak yönetim bilincine ulaşılabildiğini söylemek yanlış olmaz. Nitekim mevcut hükümet pazarlıklarında seçimlerin galibi Mukteda es-Sadr “ulusal çoğunluk hükümeti” üzerine yoğunlaştı. Ancak bu konuda da net bir ilerleme sağlanabildiğini söylemek zor.

Mevcut döneme kurulan bütün hükümetlerde parlamentoda yer alan bütün gruplar hükümet içerisinde yer almasıyla hükümetin işlerini denetleyecek bir mekanizmanın ortaya çıkmadı. Diğer bir deyişle, Irak’ta kurulan yönetimsel yapı muhalefetsiz bir yönetim şekline büründü. Ancak hükümet içerisindeki pozisyonundan memnun olmayan ya da istediklerini alamayan gruplar hükümet içi muhalefete yaptı ve böylece hükümet işlemez hale getirdi. Öte yandan yönetimsel yapı içerisinde kota sisteminin uygulanarak, belirli görevler belirli gruplara tahsis edildi. Bu durum anayasal bir kural olmamakla birlikte teamüle dönüştü. Cumhurbaşkanı Kürtlerden, parlamento başkanı Sünni Araplardan ve başbakan Şiilerden seçildi. Her bir makamın iki yardımcısı makamı alan etnik grubun dışındaki diğer iki gruptan oldu. Ancak mevcut durum itibariyle hem cumhurbaşkanı konusunda Kürtler arasından hem de başbakan konusunda Şiiler arasında anlaşmazlık var.

Irak’taki bu zayıf yönetimsel yapı ülkeyi dış müdahaleye de açık hale getirmiş durumda. Nitekim özellikle ABD ve İran Irak’taki her süreçte etkili başat aktörler konumuna geldiğini söylemek mümkün. İran’ın Erbil’e yönelik gerçekleştirdiği balistik füze saldırısı dış müdahaledeki “pervasızlığın” göstergesi.

Ancak bu durumun devleti yıkıma götürdüğü görülüyor. Nitekim devlet bürokrasisi çökmüş durumda. Güvenlik kurumları ve mekanizması çok parçalı bir hale geldi. Özellikle IŞİD sonrası süreçte milis grupların ortaya çıkması ve 2018 seçimleri ile birlikte bu milis gruplarla ilişkili siyasi grupların parlamentoya girmesi devleti de milisleşmeye götürüyor. Mevcut itibariyle Irak’ta en basit kamu hizmetlerinin dahi sağlanamadığı görülüyor.

Öte yandan Birleşmiş Milletler verilerine göre 25 yaş altı nüfusun yüzde 60’ını, 35 yaş altı nüfusun neredeyse yüzde 75’ini oluşturduğu Irak’ta, genç nüfus büyük bir potansiyele sahip olmakla birlikte, Irak devletinin bu genç nüfusu iyi yönetebildiğini söylemek mümkün değil. Irak adeta bir genç işsizler ordusuna sahip. Genç nüfusun yüzde 40’ı işsiz. Kamu sektörü Irak’taki en büyük iş kolu. Bu yüzden devlet büyük bir iş kapısı olarak görülüyor. Nitekim hizipler arasındaki mücadelenin temellerinden birini de bu oluşturuyor. Devlette elde edilecek pozisyon grup taraftarları ya da aşiret üyeleri için bir iş kapısı ve rantın devamının garantisi olarak bakılıyor.

Bu noktada Irak’taki devlet yapısındaki bozuk düzen, hizipçilik ve nepotizmin ülkeyi büyük bir çıkmaza sürüklediğini söylemek yanlış olmaz. Irak Uluslararası Şeffaflık Örgütü’ne göre yolsuzluk indeksi açısından 180 ülke arasında 23. sıradadır. Irak’ta yolsuzluk öyle bir duruma gelmiştir ki; din adamları dahi yolsuzlukla mücadele konusunda fetvalar yayınlamak zorunda kaldı.

Bununla birlikte ABD işgali ve yıllardır devam eden savaş ülke ekonomisini harap etmiş durumda. İşgal, savaş, iç çatışmalar, dış müdahale, yolsuzluk gibi nedenlerden dolayı, Irak’ta milli yatırım ve yapılanma neredeyse yok denecek kadar az.

Özellikle 2014’te IŞİD’in kontrolü altına giren ve 2017’ye kadar süren savaşın yaşandığı bölgelerdeki yıkım inanılmaz boyutlara ulaşmış durumda. 2017’de dönemin Irak Başbakanı Haydar El-Abadi IŞİD’e karşı zafer kazanıldığını açıklarken, IŞİD’den zarar görmüş bölgelerin yeniden yapılandırılması için 100 milyar dolardan fazla bir bütçeye ihtiyaç duyduklarını da dile getirmişti. Ancak mevcut durum itibariyle bu rakam neredeyse tüm Irak bütçesine yakın bir miktar. Her ne kadar Irak’ın yeniden yapılandırılması konusunda uluslararası girişimler olsa da kayda değer bir ilerleme sağlandığını söylemek zor. 2019’un yaz aylarından beri IŞİD’in Irak’taki eylemlerinde ciddi bir artış görülüyor. Irak’taki kaotik ortam IŞİD ve diğer terör örgütlerinin rahat eylem yapması için ciddi bir zemin hazırlıyor. Irak’ta kaotik ortam ve şiddet birbirini besliyor ve bu durum Irak’ta kısır bir döngüye dönüşüyor. Buradan hareketle Irak’ın bu kaotik ortamda çıkabilmesi için öncelikle devlet kurumsallaşmasını sağlamaya ihtiyacı olduğunu söylemek yanlış olmaz. Bununla birlikte Irak’ın dış müdahaleden uzak “yerli ve milli” çıkış stratejisi ortaya koyması da önemli. 1 Ekim 2019’da başlayan ve koronavirüs salgınına rağmen devam eden protesto gösterileri bunun bir göstergesi. Irak’taki genç nüfusun yönlendirdiği gösterilerde atılan “İran dışarı”, “ABD’yi istemiyoruz”, “özgür Irak”, “Irak Iraklılarındır”, “biz biriz”, “mezhepçiliğe, etnik ayrımcılığa, bölünmeye hayır” gibi sloganlar Irak’ın kurtuluş reçetesi olabileceği gibi, mevcut durumu ortaya koyması açısından net bir resim ortaya koyduğunu söylemek yanlış olmaz.

ORSAM Irak Çalışmaları Koordinatörü

(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)