Kuzey Kürdistan kördüğümü
Kendini ve toplumu ırkçı-militarist bir temelde yeniden örgütlemek isteyen Türk devleti, konsept dışı gördüğü güçlerin, özellikle de Kürt karşıtlarının üstüne gitmeyi sürdüreceğe benziyor. 1920-1930’ların muhalefetsiz karanlık dönemiyle karşı karşıyayız.
Dayanışma ve ittifak zorunluluğu
İttifakın iki yüzü var: Kürtlerin kendi aralarındaki birliği ve Kürtlerin Türkiyeli güçlerle ittifakı. Konu PKK ve HDP ise, onlar kendilerini çoktandır Türkiye bütünlüğü içinde ifade ediyorlar. Haliyle Türkiyeli müttefiklere mahkumlar.
Bir gelenek sanki, Güney ve Batı Kürdistan’da olduğu gibi Kuzey’de de Kürt güçleri birleşemiyor.
Devletin ölçüsüz zoru sonuçta belirleyici ama toplum gücünün “Demokratik Cumhuriyet” gibi saçmalıklarla heder edilmesiyle de Kürdistan şehirlerinde kitlesel tepki şansı oldukça azalmış. Kürtler gösteriler için yönlerini Türkiye şehirlerine çeviriyorlar. Sanki bilinçli yaratılan bir sonuç bu.
Avrupa “dayanışması” da Kürt hareketininin yönünü Türkiye’ye çeviriyor.
Dayanışma ya da ittifak zorunlu ama bu engel ve parametrelere mahkum.
Yanlışların payı ve direnmenin soyluluğu
Şehirlerdeki barikat savaşının isabetsizliği Kürtler içinde egemen görüş. Ama sorumluları halen bildiklerini okuyorlar. Toplum kazanımlarının önemini kavrayamadıklarını, toplumun istem ve şikayetlerini gözönüne almadıklarını halen görmek istemiyorlar. Halen toplumu kendilerine mahkum görüyorlar.
Yine de yanlışı vurgularken, mevcut durumu asıl yaratanın devlet olduğunu net söylemeliyiz. Devlet Kürt gerçeğini kabul etmiyor, Kürtler talepçi olduğunda onları vuruyor. Bugün olan tam da budur.
Devletin istediği Kürtler mi olacağız? “Boyun eğersek, devlet vurmaz” mı diyeceğiz? Böyle düşünen, suçu Kürtlerin direnmesine bağlayan Kürtlerin hiç de az olmadığını biliyorum. Onlara şunu sormak istiyorum: O halde neden Koçgiri, Şeyh Said, Ağrı-Zilan ve Dersim direnişlerini övüyor, onları sahipleniyoruz? Onların da dünya kadar yanlışları yok muydu?
O direnişler bize şunu miras bıraktı: Ölüm pahasına da olsa uğruna direnilmesi gereken değerler vardır. Onlar sadece ulusal değil, insanlık değerleridir de.
Yanlışları bahane ederek, direnmenin meşruluğu ve onur olduğu gerçeği yadsınmamalıdır. Bugün halk olarak öyle bir baskı rejimiyle yüzyüzeyiz ki herbirimizin tepki göstermesi, tepki gösterenlerle dayanışmada bulunması insan olmanın bir gereğidir.
Bu CHP’ye güvenilir mi?
15.07.2016 olayından sonra CHP, Kürt hareketini kasdederek, “terör” olayında hükümete “sonuna kadar desteğini” açıkladı.
HDP’e olan saldırıya başta sessiz kalan CHP, bugün tutuklamalara sözde karşı. İnanalım mı? Kürtlerin oyuna gözünü dikmemiş mi? Kendini partileri kapatılmış Kürt için “zorunlu adres” yapmak istiyor. AKP konseptini tamamlamıyor mu bu?
CHP’nin çözüm formülü, “eksiksiz demokrasi”. Demokrasi toplum özgürlüklerinin ekmeği suyu, ama 90 yıllık CHP ve devlet deneyinden biliyoruz ki iddia kocaman bir yalan.
Diyelim ki yalan değil. Peki nerede Kürt sorunu? Kürt dili, kültürü, tarihi?... CHP’nin cevabı yok. Halen ırkçı zemin üzerinde varlığını sürdüren CHP için o haklar “milliyetçilik”tir.
CHP, süreçteki misyonunun “devleti böldürmeme” olduğunu ilan etti. Peki kendilerini inkar eden, katleden, süren, şehirlerini yerlebir eden devleti koruyan bir partiye Kürtler neden destek versinler ki?
Irkçı-militarist aygıtın başına her belanın gelmesi Kürtlerin daha çıkarına değil midir? Sanki Kürt olayında AKP+MHP ve CHP, “iyi polis - kötü polis”i oynuyorlar.
Kürtlerin ittifaklara ihtiyacı var. Ama Kürtlerin deneyimi de var. Tarih şahittir. Kürtler bu zorluğun da altından kalkacaklardır. Bu aşamadan sonra Kürtlerin, ulusal haklarını açıkça kabul etmeyen bir güce güvenme lüksü olmamalıdır.
Avrupa Birliği Türkiye’den vazgeçmez ama...
Erdoğan 15.07.16 olayından hemen sonra İstanbul’da Avrupa ekonomi devi şirketlerin sözcüleriyle toplantı yaptı. Siemens, Shell, Novartis, Carrefour temsilcilerinin Türkiye pazarına sadakat mesajları basına yansıdı.
Ortak anayasa ve kurumların inisiyatifine rağmen, AB, şirketlerin çıkar ve ağırlığını gözardı edemez.
AB başkentlerinde, Ankara-Moskova yakınlaşmasının rahatsızlığı da var. Eşzamanlı olarak eski sosyalist ülkelerden, AB sevdası tükenenlerin sayısı çoğalıyor. Yunanistan ve Macaristan, Rusya sorunu nedeniyle başağrısı oluşturduklarını, İtalya ve Almanya’nın Rusya ambargosundan rahatsızlıklarını da ekleyeyim.
AB’den kopan İngiltere, Türkiye pazarında AB’ye bir rakip. İngilizler kurnaz, Kürtler konusunda Ankara’ya hoşa giden mesajlar veriyorlar.
ABD de olayın içinde. Türkiye NATO üyesi, jeopolitik çıkarlar sözkonusu. Türkiye’yi AB sofrasına dayatan özellikle ABD’ydi.
Dünyadaki aktif totalitarizm eğilimi tümünün gündeminde. Avrupa içlerine sirayet eden bir tehlike bu. Bu nedenle de Türkiye AB için önemli.
Erdoğan tüm bu tehditleri AB’ye karşı kullanıyor, hem de hakaret edercesine, kendisini en fazla eleştirenlerin başında gelen Avrupa Parlamentosu Başkanı Martin Schulz’u ayağına kadar getirtmesi gibi.
Türkiye’nin derdi AB üyeliği olmayabilir ama şu kesin: Erdoğan yaptığı değişimleri, yönelimini ve ayrıcalıklarını, en azından Kürtler konusunda, onlara kabul ettirmek istiyor.
AB, temel prensipleri mi yoksa şirketlerin çıkarları mı önde tutacak? Sorun sadece Kürtler olsa kolay. Çünkü Avrupalılar için Kürtlere satmak sorun değil. Fakat olay daha karmaşık ve uzun süreceğe benziyor. Türkiye’den vazgeçemiyorlar ama böyle de olmuyor.
(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)