Numan Efendi ve Celalî Konfederasyonu: Devlet, ihanet ve sürgün belleği üzerine bir inceleme
Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinden Cumhuriyet’in ilk yıllarına uzanan süreçte, Kürt toplumunun yaşadığı kırılmaların merkezinde iki temel olgu bulunur: devletin merkezîleşme politikaları ve yerel Kürt önderlerinin bu politikalara verdikleri tepkiler.
Bu olgular, bireylerin yaşam öykülerinde trajik biçimde iç içe geçmiştir. Erciş doğumlu, Celalî aşiret konfederasyonu içinde yer alan Geloî aşiretinden, çok dilli ve yüksek eğitimli bir Kürt bürokrat olan Numan Efendi’nin hikâyesi, bu tarihsel çelişkinin simgesel örneklerinden biridir.
1885 yılında Erciş’te Hoca Yusuf’un oğlu olarak dünyaya gelen Numan Efendi, Mülkiye Mektebi’ni (bugünkü Siyasal Bilgiler Fakültesi) birincilikle bitiren ilk Kürt aydınlardan biridir. Osmanlı idari sistemine üstün başarıyla giren Numan Efendi, mezuniyetinin ardından Bayazid Vilayeti’ne vali muavini olarak atanır.
Ancak ...
I. Dünya Savaşı sırasında Rus ordusunun Bayazid’e girmesiyle tutuklanarak Sibirya’ya sürülür. Sürgün yılları onun yaşamında derin bir zihinsel ve siyasal dönüşüm yaratır. Kaçmayı başararak memleketine döner; savaşın ardından görevine yeniden atanır ve bölgesindeki Kürt topluluklarıyla bağını korumaya devam eder.
Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında yürürlüğe konulan sert merkezîleşme politikaları, özellikle Kürt bölgelerinde yoğun bir baskı ve kimlik inkârını beraberinde getirmiştir. Bu dönemde Numan Efendi, bir yandan devletin bürokratik yapısı içinde görev yaparken, diğer yandan Kürt milletinin maruz kaldığı haksızlıkları yakından gözlemler. Bu ikili durum, dönemin birçok Kürt aydını gibi onun da kimliğinde derin bir çatışmaya neden olur: devlet sadakati ile ulusal vicdan arasındaki gerilim.
1927 yılında, Kürt milliyetçi çevrelerle ilişki içinde olduğu gerekçesiyle tutuklanır. Önce Bursa’ya, ardından Balıkesir’e sürülür. Ancak oradan kaçarak Ağrı Dağı’ndaki direniş kampına ulaşır. Bu dönem, onun bürokrat kimliğinden ziyade yurtsever yönünün öne çıktığı bir evre olur.
Çok dilli, çok kültürlü ve diplomatik nitelikleriyle Ağrı hareketinin entelektüel damarını güçlendiren figürlerden biri haline gelir. Arapça, Farsça, Türkçe, Fransızca, Rusça, Kürtçe ve Osmanlıcaya hâkim olması, onu hem Osmanlı hem de Cumhuriyet dönemi Kürt aydınları arasında istisnai bir konuma taşır.
Bazı kaynaklarda Numan Efendi’nin adı, Biroyê Heskê Têlî adlı direnişçi figürün ölümüyle ilişkilendirilmiştir. Ancak yakın dönemde yapılan sözlü tarih araştırmaları, bu bilginin yanlış olduğunu ortaya koymuştur. Sahada uzun süreli araştırmalar yürüten yerel tarihçiler ve aşiret mensuplarına göre, Numan Efendi Biro’dan yaklaşık bir yıl önce hayatını kaybetmiştir. Dolayısıyla iki olay arasında herhangi bir nedensel veya kronolojik bağ yoktur. Bu yanlış atıflar, erken dönem Cumhuriyet arşivlerinin eksikliği ve kimi ikincil kaynakların yerel verilerden kopuk oluşuyla açıklanabilir.
Yakın zamanda ortaya çıkan İran arşiv belgeleri ve Rojhılat’ın yerli halkının ortak hafızasına işlenen hikâyeler, Ağrı başkaldırısının yenilgisinin ardından bazı Kürt savaşçıların Türkiye’ye teslim olmamak için İran’a geçmeye çalıştığını doğrulamaktadır.
Türkiye hükümetinin talebiyle İran Şahlığı, ağır silahlarla donatılmış 2.500 kişilik bir kuvvetle sınırı geçmelerini engellemek ister. Çatışma sırasında, sınırı geçip Urmiye’ye ulaşan savaşçılardan Hasanalı Ferzende Bey ağır yaralı olarak ele geçirilir; Bıro ve kardeşi Emin bir mağaraya sığınarak çarpışmaya devam eder. Kurşunları bitince, Urmiye’li bir aşiret reisi olan Hesikê Hınare tarafından mağarada öldürülürler.
Bölgede etkili olan devlet görevlilerinden Hüsnü Bingöl, çoğu kez yanlış biçimde “Umum Müfettiş” olarak anılmıştır. Oysa Hüsnü Bingöl, Iğdır’da Milli Emniyet Müfettişi olarak görev yapmış ve bölgedeki istihbarat faaliyetlerinin yürütülmesinde kilit rol oynamıştır.
Iğdır, Sovyetler Birliği’ne yakınlığı ve Ağrı Kürt başkaldırısının merkezi Doğubayazıt’a komşuluğuyla stratejik bir konuma sahiptir. Hüsnü Bingöl, bölgedeki aşiretlerle kurduğu temas ve uyguladığı güvenlik siyaseti ile devletin Kürt bölgelerindeki kontrolünü sağlayan tipik bir örnektir.
Ağrı başkaldırısının ardından Suriye ve İran’a geçen bazı Kürtlerin, Şark Islahat Planı kapsamında uygulanacak sürgün ve cezai tedbirlerden korkmaları nedeniyle geri dönmemesi, Hüsnü Bingöl’ün müdahaleleriyle çözülmüştür.
Akrabaları ve yerel liderler aracılığıyla kendisine gönderilen listeler üzerinden, belirli kişilerin kısa süreli cezalardan sonra evlerine dönmesini sağlarken, diğerleri Şark Islahat Planı çerçevesinde sürgüne tabi tutulmuştur. Hüsnü Bingöl’ün sert ve otoriter tutumu, bölgedeki aşiretler üzerinde derin bir korku ve saygı yaratmıştır.
Celalî, Sîpikî, Heyderî ve Geloî aşiretlerinin bu dönemdeki politik tutumları, Kürt Ulusal Hareketleri’nin kaderini belirleyen unsurlardan biri olmuştur. Birçoğu Azadî hareketine destek sözü vermiş olsa da, isyanlar bastırılmaya başladığında bu desteği sürdürememiştir. Kimisi devletin vaatlerine kanmış, kimisi “henüz zamanı değil” düşüncesiyle geri çekilmiştir. Fakat tarih, bu geri çekilişi yalnızca politik bir tutum olarak değil; ihanet, korku ve pişmanlık duygularının iç içe geçtiği bir travmatik süreç olarak kaydetmiştir.
İsyanların bastırılmasının ardından gelen sürgünler, yalnızca bir siyasal yenilgi değil, aynı zamanda bir toplumsal yıkım ve bellek kopuşu anlamına gelmiştir.
Aşiret mensupları, kadınları ve çocuklarıyla birlikte karla kaplı yollarda Van’dan Erzurum üzerinden Artvin’e, oradan da Karadeniz limanlarına taşınarak Anadolu’nun farklı bölgelerine dağıtılmıştır.
Bu sürgünler, Kürt toplumunun hafızasında derin bir unutulmuşluk sancısı bırakmıştır; dillerini konuşamaz, geleneklerini sürdüremez hâle gelmişlerdir. Bu süreç, Kürt milletinin kolektif bilincinde bir bellek yitimi yaratmıştır.
Kürt milletinin dilinde hâlâ dolaşan bir söz, bu tarihsel deneyimin özünü yansıtır:
Heta serê kurdan li kevir nekeve, hişê wan nayê serê wan.
Kürtlerin başı taşa çarpmadan, akılları başlarına gelmez.
Numan Efendi ve kuşağı, bu sözün anlamını acı biçimde deneyimlemiştir. Devlete duyulan güven, aşiret içi çekişmeler ve korkular, Kürt milletine ağır bedeller ödetmiştir.
Ancak bu hikâyelerin unutulmaması, Kürt milletinin kendi tarihsel bilincini yeniden kurmasının en güçlü aracıdır.
Bugün Numan Efendi’nin adı belki resmi arşivlerde yer almıyor. Ancak sözlü tarih çalışmaları sayesinde onun hatırası yeniden canlanmaktadır.
Vicdanı, bilgeliği ve direniş ruhuyla Numan Efendi, sadakat ile ihanet arasındaki o ince çizgide, halkına dair sessiz ama onurlu bir miras bırakmıştır.
Tarih bazen kahramanları değil; vicdanıyla çatışan sessiz tanıkları hatırlayarak ilerler. Numan Efendi’nin hikâyesi, işte bu sessiz tanıklardan biridir.
Kaynaklar
Araştırmacı yazar Osman Aydın
Araştırmacı Said Muhlis Erdem
Ek olarak: Bölgedeki yerel araştırmacıların, aşiret ileri gelenlerinin ve Numan Efendi’nin yakın çevresine dair sözlü tarih verilerine dayalı saha çalışmaları (2020–2024) bu metnin hazırlanmasında başvurulan temel özgün kaynaklardan birini oluşturmuştur.
(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)