Algı duvarını yıkmak: Kürt sorununun çözümü neden sadece yasalarla olmaz?

Nurettin Aydın

Komisyonun İmralı’ya yaptığı ziyaret gibi kritik adımlar, çözüm sürecine yönelik toplumsal tepkinin ne kadar derin ve çetrefilli olduğunu bir kez daha gösterdi. Şehit aileleri ve ödenen bedeller üzerinden yükselen bu tepkiler, her ne kadar haklı gerekçelere dayansa da meselenin kökeninde yatan daha büyük bir olguya dikkat çekiyor: Algı.

Tepki gösteren kesimin bir kısmı, uzun yıllar boyunca milliyetçilik siyaseti üzerinden rant, statü ve makam elde eden, çatışmanın devam etmesinden nemalanan bir zümreydi. Ancak üzerinde asıl durmamız gereken, bu süreçten doğrudan siyasi veya ekonomik çıkar sağlamadığı halde, resmi ideolojinin, medyanın ve yankı odalarının etkisiyle hareket eden büyük kitlelerdir. Sokakta, sosyal medyada ve sandıkta büyük bir reaksiyona neden olabilen bu kitlenin tepkisi, çözüm için adım atmak isteyen siyasi aktörleri zorlamaktadır.

Peki bu reaksiyonun kaynağı nedir? Toplumsal algılar.

Olgu ve algı arasındaki uçurum: Ormandaki ayı metaforu

İnsanlar, olguların kendisine değil, o olguların zihinlerindeki algısına tepki verirler. Gelin, bu durumu “ormandaki ayı” metaforuyla açıklayalım:

Bir orman köyünde kaybolan küçük bir çocuğu hayal edin. Karanlık çöktüğünde, köyde duyduğu “büyük siyah ayı” korkusuyla bir ağacın dibine siner. Bir hışırtı duyar ve dikkat kesilir. İki buçuk metre yükseklikte bir karartı hareket etmektedir. Çocuk, bu karartının “ayı” olduğuna dair yerleşik algısıyla anında bayılır.

Olguya baktığımızda ise karartı, rüzgârda sallanan bir çalıdır; hışırtı ise dibinde yiyecek arayan zararsız bir tavşandan gelmektedir. Ortada gerçek bir tehlike yoktur. Ancak çocuk, olguya değil, zihnine yüzlerce kez işlenmiş olan ayı algısına tepki vermiştir. İnsan davranışı işte bu kadar algı güdülüdür.

Kürt sorununda yüz yıllık algı inşası

Kürt meselesindeki durum da tam olarak budur.

Olgu: Yapılan tüm araştırmalar, Kürt vatandaşların en az yüzde 90–95’inin ülkeyi bölmek yerine, demokratik bir ortamda eşit yurttaşlar olarak Türkiye’nin birliğinden yana olduğunu göstermektedir. Kürt realitesi, Türkiye için gerçek bir bölünme tehdidi değildir.

Algı: Yıllarca süren çatışmalar, ülkenin “bölüneceği” ve “parçalanacağı” yönünde bir algı yarattı. Bir kesim örgütün varlığını işaret ederek tepki gösterirken, bugün aynı kesim örgütün silah bırakıp sivil siyasete geçme kararına da itiraz ediyor. Bu tutarsızlığın kökeninde yine algı yatıyor.

Devlet, ulus devletin temelleri atılırken (1924 sonrası), ulusu teklik ve Türklük üzerinden tasarladı. Kürtler otomatik olarak dışarıda kaldı; asimile edilmesi gereken bir topluluk olarak belirlendi.

1924–1993, inkâr dönemi: Kürt varlığı inkâr edildi, ana dilde konuşma yasaklandı; başlı başına bir sorun ve yok edilmesi gereken bir tehdit olarak algılandı.

1993 sonrası, makbul-sakıncalı dönem: 1993’te devlet resmen inkârı bıraktı ancak algı inşasına devam etti. Kimlik ve kültürel eşitlik talep etmeyenler “makbul”, talepte bulunanlar ise “talepleriyle sorun olan tehdit” olarak etiketlendi, yargılandı ve ötekileştirildi. Yani devlet, inkârı terk etmesine rağmen algıyı pekiştirmeyi sürdürdü.

Bugün, çözüm için atılan her adımın toplumsal bir dirence çarpmasının nedeni budur: Yüz yıldır halkın zihnine Kürtlerin düşman, bölücü ve tehdit olduğu algısı inşa edilmiştir. Kalıcı bir çözümün yolu, yasal reformlardan önce halkın zihnindeki bu algı duvarının yıkılmasından geçmektedir.

Çözüm: Algının yeniden inşası

2014 yılında Gazi Üniversitesi Siyaset ve Sosyal Bilimler Doktora tezimde (“Türkiye’de Kürt Sorununu Çözüm Sürecinde Algının Yeniden İnşası”) ele aldığım gibi, çözüm yeni bir toplumsal algının inşasıdır. Bu direnci aşmak ve kalıcı barışı sağlamak için, yapısal reformlarla eşzamanlı olarak algının yeniden inşası şarttır.

İnşanın temelleri

Yeni algının referans bilgisi (reddi-miras): Devlet, geçmişteki “tekçi” resmi ideolojinin yanlışlığını ve Kürtlere yönelik uyguladığı politikaların yarattığı zararı açıkça kabul etmeli ve özür dilemelidir. Bu samimi adım, yeni algının üzerine kurulacağı güven zeminini oluşturur.

Rasyonel alternatif vurgusu: Sürekli çatışmanın ve ölümlerin birliği daha güvende tutmadığı; aksine toplumsal kopuşu derinleştirdiği, devletin tüm ideolojik aygıtlarıyla anlatılmalıdır. Uzlaşarak sağlanacak birliğin, duygusal kopuş riskinden çok daha rasyonel ve güvenli bir tercih olduğu vurgulanmalıdır.

İnşanın tuğlaları (algı yönetimi araçları)

Eğitim reformu: Müfredat çok kültürlülük temelinde düzenlenmeli. Türk ve Kürt arasındaki 40 yıllık çatışma değil, 950 yıllık ortak tarih ve kader birliği (Malazgirt’ten Kurtuluş Savaşı’na) güçlü şekilde işlenmelidir.

Medya ve sanat dili: Medya kutuplaştırıcı dili bırakmalı. Sanatçılar ortak konserler ve yapımlar aracılığıyla barış mesajlarını yaymalı; evlilik, komşuluk, iş ortaklığı gibi olumlu yaşam örnekleri öne çıkarılmalıdır. Milli maçların bölgede oynatılması ve sporcuların kardeşlik mesajları duygusal bağı güçlendirecektir.

Kardeş aile ve kan kardeşliği: Temas hipotezi kullanılarak, doğu ve batıdaki Türk ve Kürt aileler arasında gönüllü “Kardeş Aile” ziyaretleri düzenlenmelidir. Bu doğrudan temas önyargıları kırarak empatiyi artıracaktır. Kan bağışı gibi dayanışma araçları kardeşliğin sembolik bağlarını güçlendirmelidir.

Sonuç olarak, Kürt sorununun kalıcı çözümü, halkın desteği olmadan, sorumluluk alacak partiler için siyasi risk taşımaya devam edecektir. Çözüm için atılacak her yasal ve yapısal adımın başarısı, zihinlerimizdeki o yüz yıllık “ayı” algısını yeniden inşa edilen “çalı” algısına dönüştürmekle mümkün olacaktır.

Bu dönüşüm, Türk halkının Kürtlerin meşru taleplerinin kendilerine hiçbir şey kaybettirmeyeceğini; aksine Türkiye’nin birliğini güçlendireceğini görmesiyle başlayacaktır.

Çabaları bu gözle görmek ve desteklemek gerekmektedir. Barış içinde, huzurlu ve bütün bir ülkeyi birlikte yeniden inşa ediyoruz. Birlikte başaralım.

(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)