HDP ve seçimler

30-04-2015
Selahattin Çelik
A+ A-

1989’da Paris’te Uluslararası Kürt Konferansı toplandı. Türk Genelkurmayı, Türkiye’den katılımları yasakladı. SHP’den bazı milletvekilleri katılınca, parti genel başkanı Erdal İnönü onlara disiplin cezası verdi. Karar tepkiye yol açtı, Kürt ve Türk çok sayıda milletvekili ve aydın, SHP’yi terk etti. Böylece Halkın Emek Partisi kuruldu (7.06.1990). HEP geleneği o günden bugünkü HDP’ye kadar devam etmektedir, ama mevcut yozlaşmayı da eklememiz gerekmektedir.

 

HEP’in kuruluşunda aralarında Ahmet Türk, Salih Sümer, Mehmet Ali Eren, Mahmut Alınak, Kenan Sönmez, İsmail Hakkı Önal, Abdullah Baştürk ve Fehmi Işıklar’ın da olduğu çok sayıda Kürt ve Türk politikacı yer almıştı. Bunların Kürt sorunu ve özellikle PKK konusundaki bakışları bir değildi. Bu nedenle daha ilk günden ayrılıklar oldu. Aradan 25 yılın geçtiğini, koşulların çok değiştiğini ve siyasetin bir ittifaklar mesleği olduğunu söyleyeceksiniz. Yine de HEP deneyi, HDP için yol gösterici olmalıdır.

 

SHP ile zorunlu beraberlik

 

İki nedenden dolayı HEP’liler SHP listesinden parlamentoya girmişlerdi (1991). HEP yeni kurulmuş, tek başına seçime katılma hazırlıklarını tamamlayamamıştı. Ama belirleyici sebep şuydu: Ordu, Kürtler adına bir partinin seçimlere girmesini ve parlamentoda temsil edilmesini istemiyordu.

 

Diyeceksiniz ki, salt bu sebepten de olsa HDP’nin kendi adına seçimlere katılması bir dönüm ve önemli bir başarıdır. Olabilir, ancak şunu unutmamalıyız: HDP’nin bu tercihinin arkasında malum yerlerin verdiği Türkiyelileşme kararı yatmıyor mu?

 

Konuyla ilgili bir diğer husus: 1991’de parlamentoda bazı Kürt temsilciler, ırkçı protesto ve tehditlere rağmen, Kürt ve Türk halkı adına yemin etmişlerdi. Acı ama onlar bir kürsü uğruna tükürdüklerini yaladılar, şimdi bir tek Türk milleti ve Misaki Milli adına yemin ediyorlar. Demek ki önceki irade, inanç ve tutumdan çok çok uzaklaşma var.

 

PKK’nın etkisi

 

1990’da parti arayışındaki Kürt politikacıları ve aydınları, kendilerini PKK’nın kapısına atmışlardı. PKK da “memnuniyetle” onları kucaklamış, “cömertliğini” esirgememişti! Bu ilişki, Kürt demokrasisi ve legal hareketinin bir zayıflığı olarak görülebilir. Ama koşullardan dolayı, doğal ve zorunlu bir ilişki olarak da değerlendirebilir. Bu tartışma halen gündemdedir, gündemde kalmasının yararı vardır, konu hassastır ve tartışılmalıdır. Ama şunu unutmadan: Kürt legal hareketinin geleceği, Türk devleti ve yasalarının insafına bırakılamaz.

 

Bahsettiğim ilişki geleneği, günümüzde terkedilmiş midir? Hayır. Kandil ağaları legal hareketi büyük bir zevkle, hem de adayların beden ölçülerine kadar yönlendiriyorlar. Hatta mevcut seçim, “gerilla seçimi” olarak da isimlendirilebilir. Eğer seçimlerde HDP başarılı olursa, kuşkusuz bu “onur”dan dağdakilere önemli pay düşecektir, ama başarılı olamamanın “utancına” da dahil olacaklardır.

 

Siyasi entegre sorunu ve başarı şansı

 

HDP’nin Türkiye’ye entegre edilmesi, taktiki nedenlerden ya da seçimlerda başarılı olma endişesinden kaynaklanmıyor. Aksine yönelim, İmralı’dan gelen kararlara dayanıyor. Entegrasyon, “Türk devletinin kalıcılığı”, “Türkiye’nin bölünmezliği”, “Türk bayrağının kutsallığı”, “Türk dilinin resmi önceliği”, “Mustafa Kemal’in tek lider dokunuzmazlığı” konseptinin bir devamıdır.

 

Bu nedenledir ki birçok devlet sorumlusu ve milliyetçi Türk aydını ve seçkini, dönüşümden memnuniyetlerini ifade ediyorlar. Hatta HDP için sempati ve desteklerini açığa vuranlar hiç de az değil.

 

Olaya bu çerçeveden bakıldığında, HDP’ye sanki Kürt yurtseverliğinden uzaklaştırıcı bir araç olma rolü yükleniyor. Türkçe konuşma, Türkçe düşünme ve nefes alma, Kürt realitesinden uzaklaşma, süre içinde bir alışkanlık, gelenek ve zihniyete dönüşebilir.

 

Devlet ve hükümet yönelimi teşvik ediyorlar: “Neden o acı, ölüm ve tutuklamalar! Bakın demokrasi ne güzel! Alın size mevki! Konuşun, gezin tozun, yiyin yiyebildiğiniz kadar, yeterki ‘zararlı Kürtçülükten’ uzak durun...” Öyle görünüyor ki bu tehdit ve arpalıkla karışık entegrasyon konsepti, bizimkilerin hoşuna gitmiş. Konsept, tam da yeni aristok ve işbirlikçi grupların çıkarına uygun.

 

Diyeceksiniz ki amacına ulaşamaz, çünkü kitlelerin beklentileri başkadır. Onlar dil ve kimlik başta, ulusal taleplerinin çözümü doğrultusunda daha rahat adım atılacağını umuyorlar. Eğer parlamento bu beklentilerine cevap olmasa, hayal kırıklığına uğrayabilir, duyguları radikal şekilde yön değiştirebilir.

 

Diğer taraftan biliyoruz ki ırkçılık başkasını kendinden küçük görme anlayış ve tutumudur. Irkçılığın “alt” diye niteleyip ezdiği topluma ihtiyacı vardır. Ayrıca şu hikayeyi zaten biliyoruz; PKK uzatmaları seviyor, önceki politikasını terketmemede direnecektir. HDP’in Kürt yurtseveri kökü de, bahsedilen siyasi entegrasyon ya da asimileye karşı durabilir. Diyebiliriz ki tüm geri adımlara rağmen, devlet HDP’nin muhtemel bir başarısından korkuyor. Umarım korkuları başlarına gelir, zira o korku Kürt halkının lehinedir.

 

Başarı mı, zafer mi?

 

HDP’nin kullandığı demokratik dil olumludur, insan sol lügat kullanımına da katlanabilir. Ancak Türkiye’deki solculuk bu düzeyde umut bağlayacak kadar güçlü müdür? Soldan beklenti abartılmıyor mu? Güçlü olsa bile, ne kadarı HDP’nin arkasındadır? Bu konuda ciddi kuşkular mevcuttur. Konuda bir yargıya varmayı zorlaştıran şu: Sol potansiyel ve Aleviler üzerindeki geleneksel Türk milliyetçi duyguları ne kadar kırılmıştır?

 

HDP adaylarının demokratlığı ve devrimciliği sorunu mu? Adayları o kavramlar konusunda eleğe vurursak, eminim ki üstte kalanların sayısı çok az olacaktır. Ama zararı yok, zira kimse onların demokratlığı ile ilgilenmiyor, zaten sonucu belirleyen de bu değil.

 

HDP’nin seçim başarısı önemli oranda Türkiye’deki Kürt kitlelerine bağlıdır. Bu milyonların çoğunluğu ekonomik, siyasi ve toplumsal olarak Türkiye’ye entegre olmuş. Bunların Kürt partilerine neden oy vermediği kocaman bir sorudur. Ya o realite bizi içine çekecek, ya da biz onları. Bu, iki tarafı keskin bir kılıç gibidir. Umarım seçimlerin sonucu, bu soruya cevap olur ve bilinmezlik ortadan kalkar.

 

CHP ve MHP’den ziyade HDP’nin anahtar parti olabileceği ileri sürülüyor, ama AKP iktidarı ve başkanlık sistemi önünde engel olma açısından. Sol güçler, Aleviler, Kemalistler, ordu, ırkçı milliyetçiler ve grup grup laikler herbiri kendi açısından, ama tümü de bunu istiyor. Madem ki durum bu, o zaman neden HDP’ye kapıyı aralamıyorlar ki? Siyaset ne acayip bir şey! Söylediklerim sadece bir düşünce ve varsayım. Şimdi sorayım; Türkiye’de demokratik sistemin güçlenmesi, her açıdan kendini yenilemesine bağlıdır. Bu yönlü çaba ve desteğe evet. Ama AKP iktidarına karşı olma adına, eski sistemin dönüşü için Türk partileri arasındaki rekabette taraf tutmak, Kürt ulusal sorununun çözümünü temel alan bir parti için ne kadar gerçekçi olacaktır?


Eğer HDP barajı aşarsa, başarı elde etmiş olacaktır. Ama bu başarı zafer olarak isimlendirilemez. Zafer bambaşka birşeydir. Eğer başarıyı gerçekten demokratik ve Kürt yurtseveri bir politikayla sürdürmeyi becerirse, ancak o zaman bir zaferden bahsedilebilir.

 

Beklentimiz, HDP’nin başarılı olmasıdır. Birşey yapmasalar da, en azından 50-60 Kürt ve Türk “yoksulu”, kişisel yaşam garantileri elde edecektir. Bırakın biraz da onlar Meclisin tuvaletlerini kirletsinler.


Eğer başarılı olmasa da, neticede bir denemedir. Olaydan önemli sonuçlar çıkarılabilir: Demek ki henüz bir referanduma hazır değiliz. Ama eğer hem başarılı olmaz, hem de inkarcı sistemin eklentisi olmada diretirse, bu giderilmesi oldukça zor bir utanç ve felaket olacaktır.

 

(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)

Yorumlar

Misafir olarak yorum yazın ya da daha etkili bir deneyim için oturum açın

Yorum yazın

Gerekli
Gerekli