Eski AK Parti Mardin Milletvekili ve yazar Orhan Miroğlu, 12 Eylül darbesinin en karanlık dönemlerinden biri olan Diyarbakır Cezaevi'ni konu alan "Posta Kutusu 213 Diyarbakır" belgeseliyle izleyici karşısına çıkıyor.
Senaristliğini ve yönetmenliğini üstlendiği belgesel, "Dünyanın en kötü şöhretli 10 cezaevi" arasında gösterilen Diyarbakır Cezaevi'nde yaşananları çarpıcı bir dille anlatıyor.
Matiate Production imzası taşıyan belgeselin özel gösterimi, 19 Aralık’ta İstanbul’daki tarihi Atlas 1948 Sineması’nda gerçekleştirilecek.
Kendisi de 12 Eylül döneminde Diyarbakır Cezaevi’nde kalan ve işkence gören Miroğlu, Rûdaw İstanbul Temsilcisi Rawin Sterk’e belgeselin hikayesini, yapım sürecini ve bu çalışmanın toplumsal hafızadaki yerini anlattı.
Rûdaw: "Posta Kutusu 213 Diyarbakır" fikri nasıl ortaya çıktı? Belgesel hazırlıklarına ne zaman başladınız?
Orhan Miroğlu: Fikir şöyle çıktı; 2 yıl önce bu adla Diyarbakır Cezaevi’ni anlatan bir kitap yayınlandı. 2014'te bir televizyon programında bu konuda konuşurken, orada görev yapmış bir asker konuşmalarımı dinliyor. İşkenceyi, Diyarbakır Cezaevi’ni anlatan bir programdı. Sonra stüdyoyu arıyor, benim telefonuma ulaşmak istiyor. Telefonumu alııyor. Sonra bu şekilde buluştuk. Benim en çok merak ettiğim şeylerden biri ilk defa böyle biriyle karşılaşıyor olmamdı. Zannediyorum o da ilk defa...
Rûdaw: O askerle cezaevindeyken denk gelmiş miydiniz?
Orhan Miroğlu: Hayır. Babamı tanıyordu. Hatta babamın anlattığına göre askere o zaman, "Oğlum sen askerliği bitirdiğin zaman adresini ver ben sana bir mektup yazayım" demiş. O da "İsmail amca ben adresimi veremem çünkü yasaktır" demiş. Babam da "O zaman İsmail Miroğlu-Midyat diye yazarsan mektup bana gelir" demiş.
Rûdaw: Görüş zamanlarında mı tanışmış babanızla?
Orhan Miroğlu: Tabi görüş zamanlarında, babam görüşe gelirken. Dış bölükte görevli bir askermiş. Görüşleri ayarlayanlardan birisiymiş. "Dış bölük" diyorduk biz. Bir de "iç bölük" vardı. İç bölük daha facia bir şeydi. Bu asker arkadaşla buluştuk. En çok merak ettiğim şeylerden biri şuydu: Burada görev yapanların aileleri, acaba bu insanların böyle bir yerde, ismi işkence ile anılan bir mekanda askerlik yaptıklarını biliyor muydu. Sordum, dedi ki; "Hayır, bilmiyorlardı."
Peki, ailelerinizle nasıl haberleşiyorsunuz dedim. O da; "Bir posta kutusu vardı bize gelen mektuplar için. Evet Diyarbakır'da görev yaptığımızı biliyorlardı ama Diyarbakır Cezaevi'nde görev yaptığımızı bilmiyorlardı." Çünkü o zaman da çok ünlüydü Diyarbakır Cezaevi. Heyetler gidiyor geliyordu Avrupa'dan. Orada insanlar öldürüldü deniliyor.du. Böyle bir yerdi Diyarbakır cezaevi. O yüzden ailelerin bilmediğini söyledi.
Peki nasıl haberleşiyordunuz diye sordum. "Bir posta kutusu vardı, ‘213 Diyarbakır’ diye. Komutanımız gider oradan bize gelen mektupları alır, dağıtırdı. Biz de yazardık, komutana verirdik, gider o kutudan ailelere gönderirdi. Ama hiçbirimizin ailesi bizim orada böyle bir görev yaptığımızı bilmiyorlardı." Filmin ismi bu anekdottan çıktı doğrusu. 19 Aralık’ta da özel gösterimini yapacağız.
Rûdaw: Kaç kişiyle konuştunuz ve siz orada işkence görenlerden biri olarak dönüp böyle bir iş yaptığınızda ne hissettiniz?
Orhan Miroğlu: Tabii insanın tekrar hikayesine dönmesi, üstelik bir şey üretme amacıyla dönmesi önemli. Bu bellek kolay kolay silinmiyor bunlar. Zaten ben de silinmemesi için her şeyi yaptım. 2004'te bir roman yazdım sonra yine iki kitap daha geldi. Son 25 yıl benim entelektüel hayatımda, edebi hayatımda, anlatılarımda bu mevzu hemen hemen birinci gündem maddesiydi. Hiçbir zaman kurtuldum diyemem.
Ama tamamen “insaniyet” açısından baktım. Başından beri böyle. Herhangi bir grubun buradaki tarihini anlatmak açısından değil. Ağır insan hakları ihlallerinin işlendiği bir mekandı burası. Ve şimdi işte müzeye dönüşüyor. Dolayısıyla bir yükten kurtulmuş gibi hissediyorsunuz. Yani borçlu hissediyorsunuz kendinizi. Toplumla, insanlarla ve Türkiye'nin geleceğiyle alakalı ne kadar siyasi parti varsa, onların daha çok şey bilmesini bir ölçüde de olsa sağlamışsanız bir iç huzur veriyor size.
Rûdaw: Aynı zamanda meselelerin travmatik tarafıyla yerinden yüzleşmiş oluyorsunuz.
Orhan Miroğlu: Bu bir travma zaten. Trajedi dediğiniz şey gerçek insanların yaşadığı tecrübelerdir. Böyle tarif edilir trajedi. Bu trajedi Türkiye'nin bence geçmişiyle yüzleşmesinde bir dönüm noktası. Ama Türkiye zaten bir hafıza patlaması yaşıyor bugün. Bugün baktığınız zaman bırakalım yakın zaman tarihini, 1514'ü bile tartışıyor Türkiye. Çünkü bu tarihin ağır yükünden kurtulamadı. Oysa mesela Avrupa'da 100 yıl savaşları var, 30 yıl savaşları var. Ama şimdi Avrupa'da kimse bunlardan bahsetmiyor.
Rûdaw: Yüzleşme sağlandı.
Orhan Miroğlu: Tabi, yüzleşme sağlandı. Şimdi cezaevi mevzusu da bu aslında. Biz hep bunu söylediğimiz zaman, ben ve diğer mağdur arkadaşlarımız şöyle bir şeyle karşılaşıyoruz, sosyal medya paylaşımlarında da görüyorum bu film vesilesiyle. Mesela diyorlar ki; " Mamak'ta da oldu, Metris'te de oldu." Doğru orada da oldu. Ama buradaki konsept tamamen farklıydı. Etnik hınç ve öfkeye dayanıyordu. Ve Kürt siyasetleri dediğimiz siyasetlerin önüne bir tercih koyuyordu aslında. Yani şiddet yoluyla mesafe kat etmek. O da cevapsız kalmadı. Filmde biraz az da olsa bu mevzuya dokunduk.
Orada görev yapmış bir subay bile diyor ki; "Buradan tahliye olanlar, yaşlılar ve hastaların dışında gençler kimliklerini almıyorlardı. 'Kimlik size kalsın biz zaten dağa gidiyoruz' diyorlardı." Bu, orada görev yapmış bir subayın samimi gözlemi. Keşke olmasaydı ama bu keşkelerle yaşanmıyor tarih hiçbir şekilde.
Bundan sonrasına bakmak lazım. Bir de içinde bulunduğumuz çözüm süreci bakımından da çok fayda sağlayacağını düşünüyorum. Şöyle bir zihniyet var başından beri: "geçmişi fazla kurcalamayalım." Kurcalasan da kurcalamasan da bu geçmiş senin peşini bırakmıyor. Yani Kürtler bugün ne diyor? "Biz ne kazandık?" Bu soru artık her Kürt'ün aklında. Bunun cevabını siyasetçiler verir. Bu benim işim değil. Ne kazandık ne kaybettik... Ben farklı bir şey yapıyorum. Ama Türk halkı da "Biz yenildik mi?" diyor. Bu iki farklı psikoloji. Ne yenilen var aslında ne de düşünüldüğü gibi kazanan var. Galiba herkes bir şey kaybetti. Hepimiz bir şeyler kaybettik.
Rûdaw: Belki de hep beraber bir şey kazanmanın vakti.
Orhan Miroğlu: Evet tabii ki. Birlikte kaybettiğin zaman, oturursun, bundan sonra "Birlikte nasıl kazanalım?" sorusuna cevap ararsın. Bu film biraz da bu arayışın bir cevabı olsun istedim. Bu yüzden de zaten mecliste kurulan komisyona, Numan Kurtulmuş Bey dahil, bütün milletvekili arkadaşlarımıza parti ayrımı gözetmek için hepsine gönderdim. İnşallah vakit bulur, izlerler. Olmazsa Ankara'da onlar için özel bir gösterim yaparız. İnsan hakları dernekleri, vakıflar, hemen ulaşmadığımız kimse kalmadı. Sinema çevreleri, insan hakları alanında çalışma yapmış aktörlerle iyi bir iletişim kurduk. Neticesine cuma gününe hep beraber bakacağız inşallah.
Rûdaw: Teşekkürler. Elinize sağlık.
Orhan Miroğlu: Eyvallah. Rûdaw’a teşekkürler.
Yorumlar
Misafir olarak yorum yazın ya da daha etkili bir deneyim için oturum açın
Yorum yazın