Türkiye’de yayımlanan Sabah gazetesinin yazarlarından Hilal Kaplan, eskiden Kürt devletinin Türkiye’nin kırmızı çizgisi olduğunu belirten Kaplan, şimdi ise bağımsız Kürdistan’ı tanımanın kırmızı çizgi haline geldiğini söyledi.
Yetkililerin “HDP barajı aşarsa süreç biter” demelerinin aksine Kaplan, HDP barajı aşarsa daha aktif bir muhatap olarak çözüm sürecinin devam edeceğini vurguladı.
Kaplan, Kürdistan Bölgesi’yle siyasi, ekonomik, askeri ilişkiler içerisinde bulunmasının çok önemli olduğuna işaret ederek, Kürt petrolünün Ceyhan’dan dünya pazarlarına ulaşmasının Türkiye açısından faydalı olduğunu söyledi.
Hilal Kaplan Rûdaw’ın sorularını yanıtladı...
AK Parti ve PKK/HDP’nin başlatmış olduğu çözüm sureci ne durumda?
Çözüm süreci Ocak 2013’te resmi olarak başladı ama öncesinde de görüşmeler yapılıyordu. Özellikle Newroz’da okunan mektupla birlikte silahsız mücadelenin artık zamanı dolduğuna bir çağrı olarak çözüm süreci devam ediyor. Ben Kürt halkının büyük kısmının ikna olduğunu düşünüyorum. Silahlı mücadelenin artık onların mücadelelerine zarar verdiğini düşünüyorum. Devletin girişimi, Türkiye’nin diğer halk kitlelerinden de destek buldu. Erdoğan’ın “tüm milliyetçilikler ayaklarımın altındadır” gibi söylemleri de halkın ikna edilmesinde etkili oldu.
Kürtçe’nin okullarda seçmeli dil olması, özel okullarda anadilde eğitimin önünün açılması, yine anadilde kitapların hazırlanması, çözüm yasasının parlamentodan geçmesi gibi durumlar bir yasal çerçeve içerisinde gerçekleşen yasal gelişmelerdir. Yine beledîlerde Kürtçe - Türkçe levhaların asılması, yer isimlerinin iade edilmesi gibi sayabileceğimiz birçok gelişme oldu.
HDP barajı aşarsa veya aşamazsa seçimden sonra sürecin durumu ne olur sizce?
HDP barajı aşarsa daha aktif bir muhatap olarak sürece devam edilir. HDP barajı aşmadığı takdrde ben İmralı heyetinin değişeceğini düşünmüyorum. Çünkü İmralı heyeti Öcalan ile devlet arasında sivil inisiyatif olarak çok önemli. Belki gönüllülük bağlamında biraz geride kalabilirler. Öcalan ile Kandil’in daha çok ön plana çıktığı bir süreç yaşanabilir. Önemli olan iki taraf da silahtan çok barışçıl yollardan çözüme önem verirse, önümüzdeki günlerde sürecin sağlıklı bir şekilde devam edeceğini söyleyebiliriz. Fakat PKK’nin iki yıldan fazla süredir söz vermiş olmasına rağmen sınır dışına çıkmaması süreci sekteye uğratan bir durumdur. PKK’nin bu yaklaşımı seçimden sonra devam ederse süreci akamete uğratacaktır. Son kertede iki taraf da silaha başvurmak istemeyecektir.
Hükümet “biz çözüm sürecini kararlı bir şekilde sürdürmeye devam edeceğiz” diyor. Hükümetin bu yaklaşımını ve samimiyetini nasıl görüyorsunuz?
Hükümet PKK/HDP, Öcalan’a oranla daha kararlı duruyor. Süreç başladığında verilen söz ve çizilen çerçeve özellikle Öcalan’ın dediği şuydu: “Hükümet adım atacak, PKK sınır dışına çıkacak”. Hükümet süreç ile ilgili bir yasa çıkardı. Fakat PKK sınır dışına çekilmeyi bırakın, içeriye silahları yığma, yol kontrolleri yapmak gibi yollara başvurdu. Dolaysıyla samimiyetini kanıtlaması gereken tarafın artık PKK olduğunu düşünüyor hükümet. Irak’ta ve Suriye’de IŞİD’e karşı çok daha önemli mücadeleye katkı sunmaları gerekirken, militanlarını Türkiye sınırları içerisinde tutmaya devam ediyor. Çözüm süreci tıkanırsa en büyük sebep bu olur.
Türkiye’de Kürt sorununun çözümü için sadece PKK/HDP muhatap alınması sağlıklı bir karar mıdır, veya Çözüm sürecinde HDP’nin muhatap alınmasının sebebi mecliste olduğu için midir?
Türkiye’de siyasi anlamda Kürtler’in tek temsilcisi HDP gibi görünüyor. Bu PKK’den ötürüdür. Bir de şunu kabul etmek lazım: Kürtler arasında oy tabanı olarak da en büyük parti HDP’dir. Muhataplık konusuna gelince de HDP parlamentoda olduğu için değil, Öcalan’ın partisi olduğu için muhatap alınıyor. PKK çözümü ile Kürt meselesinin çözümü çok fazla içiçe girdiği için devlet de PKK sorununu barışçıl yollarla çözmeye çalıştığı için birinci muhatap HDP’dir.
HDP Türkiye toplumlarından farklı etnik grupları aday göstererek seçime girecek. Öncesinde “Türkiyelileşme” projesi vardır zaten. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
HDP radikal demokrasi hareketi olduğunu öne sürüyor. O yüzden her kesimden aday gösterelim gibi kaygıları oldu. Dünya görüşleri ayrı insanlar biraraya gelmiş gibi görünüyor. İmaj olarak iyi olabilir ama seçmen kitlelerini ne kadar ikna edebilirler, ondan emin değilim. İslamcı görülen adayların Türkiye’deki geniş Müslüman kesimlerde çok fazla bir karşılığı yok. Mesela Altan Tan’ı ayrı bir yere koyabiliriz; bölgede karşılığı olabilir ama Huda Kaya’nın duruşuyla çok fazla bir karşılığı yok. Özellikle Suriye meselesinde tamamen İrancı bir yerde durdu. O yüzden, biraz buradan, biraz oradan olsun gibi karışık salatayla seçmeni ikna etmez bence.
Son dönemlerde Türkiye ile Kürdistan Bölgesi arasında gelişen siyasi, ekonomi ilişkileri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye ile Kürdistan bölgesi arasında gelişen ilişkileri çok sevindirici buluyorum. 2005 ve öncesi dönemlerde çok arkaik bir politika güdülüyordu. Aşağılayıcı bir bakış söz konusuydu. Çünkü ordu siyaseti hakimdi. AK Parti ile beraber bir dönüşüm yaşandı. Barzani’nin Diyabekir’de ağırlanması, Türkiye ile Kürdistan bayrağının yan yana dalgalanması bunlar çok sevindirici gelişmeler ve kilit nokta. Yıllarca Kürdistan’a karşı bilenen, öfke doldurulan milliyetçi kesimlerin bir kısmının görüşleri değişmeye başladı. Erdoğan’ın Kürdistan kelimesini telaffuz etmesi Türkiye’de bir dönüm noktasıydı. Ayrıca biz bu bölgenin halklarıyız ve birarada yaşamamız lazım. Hatta bu işbirliğini olabildiğince artırmamız lazım. Sınırların anlamsızlaştığı bir coğrafi birliktelik ortaya koymak lazım. Barzani’nin ufku da buna uyuyor. Erdoğan’ın ufku da buna uyuyor.
Ticari olarak yapılan ilişkiler çok önemli. Kürdistan’ın kalkınması için Türkiye’nin yaptıkları, aynı zamanda Kürdistan’ın petrollerinin Türkiye üzerinde dünya pazarlarına sunması gibi ilişkilerin meydana gelmesi çok önemlidir. Global güçlerin çokta memnun olmadığı bir işbirliği oldu. Halk Bankası’na yatırılan petrol paraları yüzünden çok rahatsız oldular. Kürt petrolünün Türkiye üzerinden satışa çıkması, hem kardeşlik bağlarını güçlendiriyor hem de cepler doluyor. Türkiye açısından da faydalı. Dolayısıyla siyasi anlamdaki birliktelik ekonomik ilişkileri de pekiştirmiş oluyor.
Umarım önümüzdeki süreçte de bu ittifak güçlenerek gelişir. IŞİD’le mücadelede peşmergelerin Kobani’ye geçmesinde Türkiye’nin buna imkan tanıması. Şimdi Peşmerge Güçleri’nin eğitiminde de Türk Ordusu aktif. Bu gibi askeri anlamda da ortaklıklar çok önemli. Asker ile peşmergenın bir araya geldiği bu faaliyetleri de önemsiyorum.
Kürdistan Türkiye’nin kırmızı çizgisiydi…
Evet! Türkiye’de eskiden Kürdistan’ı tanımamak kırmızı bir çizgiydi, şimdi de tanımak kırmızı bir çizgi ve devlet politikası halinde. Çünkü her alanda bir işbirliği sözkonusu. Ne oldu AK Parti iktidarında? Türkiye’nin idaresi sivillerin eline geçti, ordu kışlasına çekildi.
Bu aralar Kürdistan’ın bağımsızlığı gündemde. Kürdistan Bölgesi Başkanı Mesud Barzani ABD ile Macaristan ve Çek Cumhuriyeti’ne gitti. Türkiye’de de bazı Kürt partileri bağımsızlığa destek verdiler. Siz bunu nasıl okuyorsunuz?
Barzani’nin çizgisinin bağımsızlık olduğunu biliyoruz. Bağımsızlık talebini doğal karşılıyorum. Sonuçta Irak Merkezi Hükümet ile Kürdistan Bölgesi Hükümeti arasında çok büyük sıkıntılar var. Bağdat, bazı konularda Erbil’e baskı yapıyor. Onların gücünü tanımamaya devam ediyor. Sosyolojik olarak baktığımızda da halk arasında bir geçişlilik yok. Ama bildiğim kadarıyla ABD şuan Kürdistan’ın bağımsızlığına sıcak bakmıyor.
Kısa zaman önce bir tecavüz girişimi olayıyla birlikte Kürtler İran rejimine karşı ayaklandı. İran’ın Kürt politikasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
İran’da Kürtler’in yaşadıkları bölgenin adı Kürdistan olmasına rağmen özgürlük yok. İran’da bir Kürt “Ben Kürt’üm, bir Kürt partisiyle siyaset yapacağım” diyemez. Çünkü rejim izin vermiyor. İran’ın baskıcı bir politikası var. İdam ve imha politikası devam ediyor. İran PJAK’a silahlı mücadele ile karşılık verdi. Türkiye gibi diyalog politikası güdülmedi. O tecavüz olayı bir işaret fişeğidir sadece. Önümüzdeki günlerde bunun daha artabileceğini görebiliriz. Sonuç olarak Kürtler’in en çok baskı gördüğü devlet İran’dır.
PORTRE/ Hilal KAPLAN
Hilal Kaplan 15 Ağustos 1982’de İstanbul doğdu. Aslen Çankırılı olan Hilal Kaplan’ın ailesi 1970’li yıllarda İstanbul’a yerleşti. Öğrenim hayatına İstanbul’da başlayan Kaplan Bilgi Üniveritesi Psikoloji Bölümü’nü bitirdikten sonra Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nde yüksek lisans yaptı. Burada öğrenimi devam ederken hem okulunda, hem de sivil toplum örgütlerinde faaliyetlerde bulundu. Gazetecilik hayatına Taraf gazetesinde başlayan Kaplan, Yeni Şafak’ta devam etti. Şimdi de Sabah gazetesinde yazıyor.
Yorumlar
Misafir olarak yorum yazın ya da daha etkili bir deneyim için oturum açın
Yorum yazın