Osmanlı ile Farsi Safeviler arasındaki bütün savaşlar Kürdistan topraklarında gerçekleşmiştir. Ortaçağ’ın iki büyük güçü olan Osmanlı ve İran Safevi İmparatorlukları, bütün şahlar ve Osmanlı padişahları arasında güç ve işgal savaşlarına sahne olmuştur.
Osmanlı’nın Doğu’ya yayılmasını Safeviler her tür savaş ve saldırılara rağmen engelleyemedi. Osmanlılar ise Safevi şahlarının Batı’ya yayılmalarının önünde engel oldular. Yavuz Sultan Selim’in Osmanlı’nın Doğu ucu sorumluluğu zamanında sürekli saldırıp rahatsız ettiği İran’a karşı işgalci tutum, tahta oturup Osmanlı padişahı olduğunda ise tamamen devlet politikası oldu.
Yavuz Sultan Selim, sürekli Doğu’ya yöneldi. Böylece bu dönemin iki süper gücü arasındaki iktidar ve toprak savaşı temel olarak Kürdistan ülkesinde ve Kürt insan gücü altında gelişti. Yavuz Sultan Selim ile İran Şahı Şah İsmail arasında gelişen savaş, belirli bir iktidarı ve gücü olan Kürtlere tarihi fırsatlar da verdi.
Şah saldırılarında sürekli zor durumda kalan, can ve toprak güvenliği sorun olan Kürdistan Mirleri, Osmanlı ile belirli ilişkiler geliştirerek kendilerini güven altına aldıkları gibi, iktidarlarını ve alanlarını da genişleterek güvenceye aldılar.
Kürtlerin Osmanlı ile ilişkileri bu çerçevede karşılıklı çıkarların korunması ve İran saldırlarına karşı etkin durumu güçlendirdi. Dönemin devlet adamı ve Kürdistan Miri İdris-i Bitlisi bu diplomatik ve askeri ilişkilerin mimarı olmuştur.
Karşılıklı savaşın dönüm noktası ise 1514’de Van Gölü’nün kuzeydoğusunda Çaldıran Savaşı olmuştur. Bu çatışmada Şah İsmail yenilse de, Osmanlı coğrafi ve iklim sorunlarından dolayı geri çekildiğinde Şah İsmail bölgeyi yeniden denetimine aldı.
Bu savaşlarda Kürtler yaşamsal görevler üstlendi. İran ordularının gerilemesinde ve oluşan statükonun korunmasında oldukça etkili roller üstlendiler. Karşılığında ise krallıklar derecesinde alanlar ve yetkiler oluşturdular.
Bu antlaşma ile Kürdistan Mirleri Krallığı’na varan bir tarzda iktidar sahibi oldular. Neredeyse 1. Dünya Savaşı’na kadar süren döneme kadar bu güç ve iktidarlarını korudular. Ortaçağ’ın tek ve günümüzde önemli Kürt tarihini inceleyen Şerefname, Bitlis Xanları’ndan Şeref Xan Bitlisi tarafından 1597’de yazılmıştır.
Elimizdeki Kürdi tarihi kaynakları olarak temel biçimde bu güçlü Kürt tarihi eseri kullanılmıştır. Bütün sonraki araştırmacılar günümüze kadar Şerefname’yi temel kaynak olarak almışlardır. Bütün bu yıllar içinde yapılan savaşlarda karşılıklı toprak ve güç oluşturma sürüp gitmiştir.
Güçsüz düşen İran şahları, Osmanlı güçlerinin Bağdat’ı işgal etmesi ile geri çekilmiş ve Osmanlı ile sınırları çizen savaşı bitiren bir antlaşma yaptılar. Zaten bundan sonraki sınır sorunlarında Osmalı ile İranlılar her zaman bu antlaşmayı temel alarak sorunlarını çözdü.
Kürt tarihinin fiziki ve ruhi şekillenişini oluşturan bu antlaşma, 17 Mayıs 1639’da Osmanlı İmparatorluğu ile İran-Safevi Devleti arasında imzalanmıştır. Bu antlaşma ile Kürdistan, tarihinde ilk kez ikiye bölünmüştür.
Farsilerin Zuhab Antlaşmaası dedikleri bu antlaşma, İran şahlarının Batı’ya yönelmelerinin de sonu olmuştur. Osmanlı padişahlarından 4. Murad’ın Bağdat’ı İran’ın elinden almasından sonra bu antlaşma savaşı sonlandırmıştır.
Kerkük’ün kuzeydoğusunda Rojhılatın önemli ve tarihi şehirlerinden Kirmanşah’ın Batısı ile Bağdat’ın kuzeydoğusuna düşen neredeyse üç merkeze eşit mesafede olan küçük bir güneydoğu Kürdistan kasabası, Kasr-ı Şirin’de yapılan görüşme ile 1623-1939 yıllarına kadar süren Safevi-Osmanlı savaşı Kürdistanı ikiye bölen antlaşma ile sona ermiştir.
Antlaşmaya göre iki devlet savaş öncesi sınırlara çekilecek ve neredeyse bugün bile aynı kalan sınır belirlenmiş oluyordu. Kürdistan’ı ilk kez bölüp parçalayan bu antlaşmadan sonra sınır günümüze kadar çok az değişikliklerle yerini korumuştur.
İşte tarihe Kasr-ı Şirin Antlaşması olarak geçen budur. Bu bölünme psikolojisi Kürtlerde derin bir tarihi bilinç travması oluşturmuş, Kürt bölünmüşlük düşüncesi bilinçaltında, “Freudian” tarzda kalmış, Kürt milleti hiçbir zaman bunu atlatamadığı gibi, bilincinde de derinleştirmiştir.
Daha sonraki milli duruş parçalanmışlığı ve oldukça zorlanan bir birleşik vatan düşüncesi, sürekli sorunlu hale gelmiş, işgalci güçlerden düşünsel ve ideolojik olarak kurtulması epeyce sorunlu hal almıştır.
Bu bölünmüşlük “bilinçaltı psikolojisi” daha çok işgalci ülkeler ile sınır olan Kürtlerde daha derin ve kalıcı olmasına rağmen, genel olarak tüm bireylerde etkilidir. Dönem dönem milli düşüncenin ve bunun getirdiği milli ruh yükselse de, şimdiye kadar kalıcılık oluşturamamıştır.
(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)
Yorumlar
Misafir olarak yorum yazın ya da daha etkili bir deneyim için oturum açın
Yorum yazın