1 Film – 1 Şiir: Before The Rain ve Siz Aşktan Ne Anlarsınız Bayım

Aşkı anlamaya çalıştım hayatım boyunca filmlerde, kitaplarda, hayatın her yerinde. Sonra bir film (Before The Rain) ve bir şiir (Siz Aşktan Ne Anlarsınız Bayım) gelip beni buldu aynı anda, yerden yere vurdu. Bana düşen kayda almak oldu.

 

Anastasia’nın “Time Never Dies” müziğiyle yol alıyorum. Kiril ile beraber Kelimeler’imi, Yüzler’imi ve Fotoğraflar’ımı arıyorum. Kiril ile “sessizlik yemini” etmişim, bir ömür boyu hiç konuşmamak için. Sonra aşk geliyor, beni dışarıya çağırıyor. Aşkın çağrısı çok kuvvetli. Aşkın çağrısı sessizlik yeminin çeperlerini kırıyor, Zamira giriyor hayatıma. Aşk, yemin, sınır, din, dil, ırk, cinsiyet vs. ayrımı tanımıyor. Sığınıyor Zamira, tazılardan kaçan yaralı bir kuş gibi. Avcılar çok tehlikeli.

 

Anastasia ağlıyor, ağlatıyor; beni aşkın kutsal olduğu zamanlara götürüyor. Aşksız ölmek istemiyorum, Zamira’sız yaşamak istemiyorum. Varsın kıyamet kopsun Yağmurdan Önce. Bağışla beni Zamira. Nedensiz değilmiş sessizlik yemini. Hep senin için, aşk için, ölüm içinmiş. Bu dağ manastırında seni bekliyormuşum meğer bir ömür boyu, sadece seni bekliyormuşum Zamira. Hep senin içinmiş, aşk içinmiş, ölüm içinmiş. Bu dağ manastırında seni bekliyormuşum bir başıma, sana çok yakın bir o kadar da senden uzakta.

 

Yağmur yağacak, Anastasia’nın gözyaşlarıyla bir. Her şey bitecek Zamira. Zaman tek bildiği şarkısını okuyacak: Her daim nisyan ile mamuldür insan. Ben Kiril olmayacağım, sen Zamira olmayacaksın; herkes kendi gibi olacak. Kendi gibi olmak, gün/ah’ına unutulmak, günün ahına yazılmak.

 

Aşk yağmuruna tutulacağız ve unutulacağız Kelimeler’imizle, Yüzler’imizle, Fotoğraflar’ımızla. Beni bağışla diyeceğim Anastasia. Ama sen bağışlamayacaksın ne kendini ne beni; buna gücün yetmeyecek.

 

“Aşk iki kalbi aşan bir şeymiş” diyeceksin kendi kendine. Aşk kitabından düşeceksin bir başına, benim düştüğüm gibi. Aşkın kelimelerini arasaydık birlikte, aşkın yüzüne baksaydık beraber, aşkın fotoğraflarını çekseydik ikimiz yine böyle ayrı düşer miydik?

 

“Aşk cevapsız sorular yumağıymış” diyorsun yağmur yüklü bulutlara bakıp, “yakınlığıyla tek tek indiren, uzaklığıyla birlikte götüren.”

 

Acı çeken şairlerle aşk acısını çalıştım, aşkın anatomisini çıkardım. Her şair tanımsız, kayıtsız, yersiz, yurtsuz yeni bir aşk kesiği attı sol yanıma. Bu kesikler artıkça yalnızlığıma sığındım. Başka çarem olmadığı için. Bu seferki aşk kesiği Didem Madam’a ait. Asırlar öncesine dayanıyor bu çiziğin tarihçesi. Kulak verdim ona. “Siz Aşktan N’anlarsınız Bayım” diyordu ve ekliyordu: “Limanı olanın aşkı olmaz.”

 

Limansızdım, hep limansız oldum. Limanlı olmayı kendime zül, aşka ihanet saydım da yoluma devam ettim.

 

“Aşk, istemenin Allah’ını bilmektir”, aşk hep öteleri talep etmektir, uzaklara sevdalanmaktır, sonsuzluğa yazılmaktır. Yalnızlığımın bin bir rengi ve adı var. Yalnız kaldıkça ötelere ait olduğumu, uzaklar olmadan yaşamayacağımı, sonsuzluğun öz çocuğu olduğumu anladım. Sadece “uzaklar aşktan anlar.”

 

Aşk kayıp gitmektir sevdiğinin avuçlarından. Aşk mutlak bırakılmışlık ve tutunmamışlıktır. Aitlik diye bir şey yoktur. İnsanın bir yere, bir şeye ya da bir kimseye ait olması için zamanın boyunduruğundan, mekanın kelepçelerinden kurtulmuş olması gerekir ki böyle bir şey de mümkün değildir.

 

“Zehir aşkı bilir” ancak. Aşkın panzehri yoktur. Aşk yeryüzünün tek panzehirsiz gerçeğidir, bu yüzden aşk aşkın bir yaradır hep içten içe, metafizik bir sancıdır diplerin de dibinde. Zehir aşk bilir ve maşukları susturur. Aşk mutlak suskunluktur. Zehir aşkların bütün kirini, pasını almıştır, aşkı harfsiz ve hecesiz bırakmıştır. Aşkın dergahından geçecek ne bir kırık bir kelime ne buruk bir yüzük ne de soluk bir fotoğraf vardır.

 

“Aşkı yalnız aşk bilir” ve susar. Kulak verirsin aşka, hiçbir şey anlayamazsın onun dediklerinden. Tek bir yol vardır önünde: Aşka teslim olmak. Bütün varlığınla, mutlak acizlikle.

 

Aşk “acının ortasında acısız olmayı” başaranları kabul eder. Hiçliğin kuyusu ile yokluğun göğü arasında hiçbir fark göremezsin. Hiçliğin kuyusunda aşkın Fotoğraflar’ı göreceksin, yokluğun göğünde aşkın Yüzler’e bakacaksın ve ikisinin boşluğunda aşkın Kelimeler’i duyacaksın. İki sonsuzluk arasında gidip geleceksin, iki sonsuzluk arasında kaybolacaksın, iki sonsuzluk arasında kuyudaki aşkın Fotoğraflar’a, gökteki aşkın Yüzler’e ağlayacaksın ve diyeceksin: Aşkı yalnızca ölümü öldürenler yaşar bir başına, su renginde susarlar ebediyen.

 

(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)