Eğip bükmeye, uluslarası komplo diyerek meseleyi minvalinden çıkarmaya ve bundan sıyrılmaya hiç gerek yok. Başkan’ı çarmıha gerdiler hikâyesiyle bir İsa metaforu yaratmaya ve savaşların basit bir sonucuna ruhsal, ilahi bir nitelik kazandırmaya da hiç ihtiyaç yok.
Türk Devleti, 1999’da müttefiklerinin de aracılığıyla en büyük Kürt isyanının liderini esir aldı ve ardından da Kürdistan’ın kuzeyindeki Kürtlerin iradesine ipotek koydu. Yalnız başına bu durum bile normal şartlarda ağır bir yenilgidir ama olup bitenler, her gün yeniden biçim değiştirdiği için bunun ayırdına varmak çok zor.
Kuzey Kürdistan’da PKK etrafında merkezileşen Kürt siyasetine birçok eleştiri getirilebilir ama hakkaniyetin gereği bu hareketin devrimci dinamiği ve aksiyoner kimliği takdir edilmelidir. Öyle ki her gün yeni bir strateji belirlemek; taktik manevralarla dün dediğinin bugün tersini söyleyerek bunu süreğenleştirmek; aklı başından aşkın, duygusu dağlardan büyük kitlesine de bunu kabul ettirmek ve bunun üzerinden halkı harekete geçirmek her siyasetin harcı değildir.
Bu başarının sırrı bence yok olmamak üzere kendini kurgulamış olmak ile ilgili. Öyle ki isimlerini akılda tutmanın bile büyük bir beceri istediği ve her gün içinin boşaltılmasına şahitlik ettiğimiz kavramlar enflasyonunu herhangi bir şeye bağlamak çok zor:
Demokratik Cumhuriyet, Demokratik Konfederalizm, Demokratik Federasyon, Demokratik Özerklik, Demokratik Kurtuluş, Demokratik Ekoloji, Demokratik Toplum, Demokratik Cinsiyet Eşitlikçilik, Demokratik Ortadoğu, Demokratik İslam, Demokratik Anayasa, Demokratik Anayasal Yurttaşlık, Demokratik Bölge, Demokratik Devlet, Demokratik Modernite, Demokratik Ulus, Demokratik Hareket, Halkların Demokratik Hareketi, Demokratik Katılım, Demokratik Kuantum, Demokratik Eşitlik, Demokratik Yol, Demokratik Çözüm, Demokratik Siyaset, Demokratik Değişim, Demokratik Cephe, Demokratik Türkiye, Demokratik Serhildan, Demokratik Kanton, Demokratik Çerçeve, Demokratik Sosyalizm, Demokratik İrade, Demokratik Kadın…
Dahası yazmaktan yorulacağımız Eşme Ruhu, Misak-ı Milli, Bin Yıllık İslam Kardeşliği ve benzeri bir sürü yeni deyim.
Gerçekte ne istediğini bile artık bilemeyen bir halk yaratıldı. 1999’da başlayan tartışmalar iki kutupta toplandı ve “taktiktir heval” ile “satıldık ey halkım” arasında seyreden bir tartışma arasında bocalayıp durduk. O gün Başkan Öcalan’ı dinlememesi ve savaşması gerekenler dinledi, bugün ise dinlemesi ve savaşmaması gerekenler dinlemiyor. İmralı, Savunmalar, Kandil, Demokratik Cumhuriyet, DTP-BDP-HDP-DBP, Ergenekon, MİT, Bozuk Koster, Süreç Hassas Heval, Oslo, Meclis Güvencesi, Demokratikleşme Paketi, Demokratik Özerklik, Newroz, Mektup, Heyet, Sakine Cansız, Silah Bırakma, Geri Çekilme, Dolmabahçe Mutabakatı derken 16 yıl geçti. Netice, 1999’dan bu yana değişen ya da kazanım sayılabilecek hiçbir şey görülmedi. Varsa yoksa 2013’ten bir ay öncesine kadar süren çatışmasızlık dönemi. O süreçte bile kaç tane Kürt çocuğunun vurulduğunu arşivlerden bulun da bana da söyleyin.
1999’da PKK hareketi hiç beklenmedik bir dönemde Bağımsız Kürdistan idealinden vazgeçti. Buna rağmen 2013’e kadar çoğu sert çatışmalar da yaşandı. Deklare edilen yeni dönem, her seferinde değişime uğrasa da Türkiyelileşme olarak özetlendi ve sonuçta HDP, 80 vekille Türk meclisine girdi.
Tanıdığım en kahraman Kürt kadını olan Leyla Zana, 24 yıl önce Kürtçesiyle taciz ettiği Türk meclisinin yeminini bu sefer eksiksiz bir şekilde ama yutkunarak okudu. Türkçe bilmiyorum diyen Feleknas Uca, birkaç günde Türkçe öğrendi ve “büyük Türk milleti önünde namusum ve şerefim üzerine an diçerim” dedi. Fakat bütün bu tavizlere, demokratikleşme geyiğiyle Türkiyelileşmeye, Türk devletini bir diktatörden korumak için “seni başkan yaptırmayacağız”a ve gönüllü kulluğa rağmen savaş yeniden başladı. Gerilla alanları bombalandı, siviller vuruldu, polis ve askerler öldürüldü, Süleyman Şah’ın mezarının taşınmasına izin veren YPG’lilerin cenazelerinin geçişine izin verilmediği için şehit cesetleri sınırlarda çürüdü.
Deyim yerindeyse, Türk devleti fabrika ayarlarına geri dönerken, basiretsizliğin kol gezdiği Kürt siyaseti, bütün bu olup bitenleri ve Türk devletinin Kürdistan'daki işgalini bir seçim yenilgisinin öfkesine indirgeyecek kadar yüzeysel bir yaklaşıma başladı.
Süreç zordur olur böyle şeyler diyebiliriz ama işin açıkçası benim aklım çok karıştı. Zira kimin eli kimin cebinde çözmek çok zorlaştı çünkü herkesin hem çok fazla cebi hem de ikiden fazla eli var. Bütün uyarılarımıza rağmen Kürtlere devletsizliği önerenler ve Türklerle Ortak Ulus, Ortak Vatan gibi bir çözümü savunanlar birden savaşçı kesildi. Kürtler adına Türk devleti ile savaşan Kandil’in yetkilileri savaşı “Demokratik Türkiye için” vereceklerini, hedeflerinin Türk ordusu olmadığını deklare etti.
Diğer taraftan Türk devleti, Cerablûs’un Kürtlerin eline geçmemesi, dolayısı ile Kürtlerin olası bir Akdeniz zaptını engellemek için Suriye’ye tampon bölge meselesini diplomasi ile yükümlendi.
Günlük trajediden uzak şeyler söylenmeli.
Sözümona Çözüm Süreci’nde “Türkiyelileşme”ye doğru sürüklenen, Türkiye’nin sınırları ve Türk bayrağı ile bir sorunumuz yok diye dillendirilen, ellerine Türk bayrağı verilen Kürtler basit bir argümana sığınıyorlardı: Bağımsızlık istiyorsan buyur sen git savaş!
Bu görünürde haklı bir duruştur. Fakat bu, temelde iki seçeneğe zorlanmış bir zihni altyapının dile gelmiş halidir: Bağımsızlıkçılar ve Kürtlerin milli haklarını isteyenler savaşmalıdır; yok eğer barışmak istiyor ve kimsenin ölmesini istemiyorsanız kesinlikle Türkiyelileşmelisiniz.
Oysa hayır!
Savaşmak ya da demokratik sivil siyaset yapmak tümüyle yöntemdir. Asıl mesele bunun içini nasıl dolduracağınız ile ilgilidir. Savaşarak ya da siyaset yaparak ne istiyorsunuz? Türkiyelileşmek mi yoksa Kürdistanileşmek mi? Her iki durum için de her iki yöntem denenebilir. Zira birkaç yıldır demokratik yöntemlerle başımızın etini yiyerek Türkiyelileşme-Demokratik Türkiye mücadelesi verenler, bugün Kandil’den “bizim savaşımız demokratik bir Türkiye içindir” diyebiliyor.
İkisi de reddedilmelidir. Ne sivil siyasetin gücüyle büyük Kürdistan mücadelesi Türkiyelileşmeye kurban verilmeli ne de Kürt milletinin kahraman evlatları Demokratik Türkiye için can vermelidir. Sivil milli bir Kürt siyaseti yapabilecekken savaşmak gereksizdir. Yok eğer savaşmak kaçınılmaz ise bari bunu hiç değilse Kürdistan’ın onuru ve idaresinin Kürdistanlılara verilmesi için yapmak gereklidir; demokratik Türkiye için değil.
1999’da esir edilmiş bir liderimizin öne sürdüğü barış meselesi, Kürtler için anlamsız bir amaç barındırıyordu: Türkiyelileşme ve Demokratik Türkiye. Şimdi ise ancak bağımsız bir Kürdistan için verilmesi gereken savaş, Türk devletinin Kürdistan’ı kalekollarla ve teknik ekipmanlarla donattığı bir vakitte yine öne çıkıyor ve bu sefer de Kürtler için anlamsız bir amaca işaret ediyor: Kürt gençlerinin Demokratik Türkiye için savaşması.
Hayır efendiler hayır! İşte buna hakkınız yok! Hem de hiç yok!
(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)
Yorumlar
Misafir olarak yorum yazın ya da daha etkili bir deneyim için oturum açın
Yorum yazın