Bağdat’ta her hükümetin sonu ve yeni hükümetin göreve başlamasıyla bölgesel ve küresel alanda önemli ve büyük birçok başkentte Irak’ın büyük sorununa ilişkin tartışmalar yeniden başlıyor. Çözüm nerede, çözüm ne, Irak krizinden kurtulmak için ne yapmalı? Gerçekten bu ülkede yaşam şartlarını iyileştirecek bir yol var mı? Irak’ın daha güzel yarınları için ne raddede hayal kurabiliriz? Bu sorular üzerine çalışmak için diplomat, araştırmacı, uzman, gazeteci hatta iş insanları bile davet ediliyor.
Kanımca, aktörler üzerine olan tüm tartışmalar anlamsızdır. Yani, tartışma çözümün kim olduğu üzerine olmamalı çünkü ne Kürt, ne Sünni, ne Şii hiçbir aktör tek başına kurtarıcı olup Irak’ı krizden kurtaramaz. Bundan dolayı tartışmayı, bütün çözümleri arka plana atıp imkansızlaştıran büyük günahın kökenine götürüyorum. Bu büyük günahın hikâyesi de bu şekilde başlıyor.
(1)
Ulus-devlet teorisi, insan toplumunu sürekli bir şekilde ortak bir siyasi, toplumsal ve kültürel sisteme sahip; birleşik bir güç tarafından dayatılan aynı yasalara boyun eğen ve bu yasaları uygulayan bir birleşik çerçeve olarak görür ki bu da kendini devletin bir yansıması olarak gören bir yönetime dönüşür. Bu tez, üzerinde tek ulusun yaşayıp sonrasında da düğer tüm grupların gönüllü bir şekilde yerleştiği bir toprak parçası için olabilir.
Fakat Irak ve Belçika gibi ülkelerde bu tezi uygulamak imkansıza yakındır. Nasıl ki Belçika’da Flaman ve Valonlar kendilerini iki ayrı ve bağımsız millet olarak görüyorsa Irak’ta da Kürtler ve Araplar kendilerini ayrı ve bağımsız iki millet olarak görmektedir. Aynı şekilde Araplar arasında Sünni ve Şiiler de kendilerini iki farklı toplumsal ve kültürel tabaka olarak tanımlamaktadır ve bunlar arasındaki ayrışma o kadar radikaldir ki bunlar sırf başkaları adına birbirlerini öldürebilirler.
Bu ulus ve topluluklar ulus-devlet diye siyasi bir model ve Irak Devleti’nin onları bir arada yeni bir tanımlama olan Irak ulusu altında yaşatma girişimleri olmadan bu topraklar üzerinde yaşadılar. Bu nedenle onları yeni bir çerçevede bir araya getirmeye çalışmak baskıcı ve zor bir şeydir. Bunun en iyi kanıtı Irak’ta bir asırdır süregelen başarısız deneyimdir.
(2)
Ulus-devlet modelinin sihirlerinden bir tanesi kendi sınırları üzerinde sınırsız ve tartışmasız bir güce sahip olan, aynı şekilde kendi işlerine kimseyi karıştırmayan tam bağımsız bir egemen gücün varlığıdır. Bu sebeple ulus düşüncesi ve kendi kaderini tayin edebilme kabiliyetine sahip bir devlet anlayışı iç içe geçmektedir fakat gerçekte bu ulusal bağımsızlık fikri üç düzeyde yanılsamadır.
Başta ekonomik düzeyde. Çünkü ulusal devletler günden güne kendi ekonomileri üzerindeki kontrollerini kaybetmekte ve küresel pazarlar, ulusal pazarlara hakimiyet kurmaktadır. Aynı şekilde siyasi ve askeri düzeyde de. Büyük küresel sınıflar ulusların bağımsızlık sorunu üzerinde etkiye sahip olup büyük strateji ve olayları onlar yönlendirirler. Son olarak da çevresel düzeyde görüyoruz. Çünkü sorunlar küreseldir aynı şekilde çözümlerin de küresel olması gerekiyor. Ulusal bağımsızlık da birkaç küçük kesim dışında kendini gerçekleştiremez.
Eğer bu, kurulmuş ve istikrarlı bir devlet için doğruysa şüphesiz kültürel, toplumsal, ekonomik, güvenlik, askeri ve siyasi düzeyde çökmüş bir Irak için defalarca kez doğrudur. Çünkü en azından 2003’ten bugüne Irak devleti sadece ve sadece küresel sistemdeki güçlüler ortaklığı ve bölgesel sistem tarafından idare edilmektedir ve her ne zaman bu idarede bir sorun ortaya çıkarsa bütün devlet ölümcül bir yönetim kriziyle karşı karşıya kalmaktadır.
(3)
Artık sadece ulus –devlet modelinin tek çözüm olduğu 18. Yüzyıl’da yaşamıyoruz. Öyle bir dünyada yaşıyoruz ki o dünyada birey, günden güne kendisini kapalı ve tarihi bir toplumun üyesi olarak hissetmeyi bırakıyor. Yakınlığın sosyal yaşama anlam kattığı anlamı daha az hissediyor. Kendi kişisel kimliğini önemsemeyen bu kolektif hikâyelerin kimliğiyle daha az güvende hissediyor.
Burada, yakınlık bir bölgeye, bir ulusa, bir bölgeye, bir sosyal sınıfa, bir topluma, bir nesle, bir mezhebe, bir dile, bir ülkeye ve sadece bir dünyaya, birey kendini büyük bir ölçüde ulusal kimliğin dışında şekillendirip inşa eder.
Artık bu birey sürekli güneşte kalmak isteyen, dünyanın büyük pazarlarına erişmek isteyen, ulusal duygu ve yakınlık sınırlarını geçen, küresel hayallere karışmak isteyen postmodern toplumun biricik ürünüdür. Böyle bir durumda da artık merkez ve kenar akımları sona yaklaşmakta, iletişim sütunları çökmekte ve onların yerini yeni iletişim ağları almaktadır.
Bu üç engel, ulus-devlet projesinin Irak’ta sadece kısa ve çıplak bir teori düzeyinde kalmasına sebep olmaktadır. Gerçekte bunu gerçekleştirme şansı son derece zayıf ve güvenlik, askeri, ekonomik ve insani maliyetlerin uygulanmasındaki risk de en basit garanti olmaksızın çok yüksek.
Bir asırlık ulus-devlet başarısızlığından çıkmak ve yeni asırda ulus devlet adına tekrarlanabilecek trajedi ve felaketleri tekrarlamamak için Iraklıların, onları trajediye mahkum eden efsanede kalmak yerine uluslararası toplumla ortak hareket etme, başka bir form; gerçekçi, objektif ve pragmatik bir çözümün peşinden koşma zamanı gelmiştir.
Fransa Irak Araştırma Merkezi Direktörü Dr. Adil Bakawan
(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)
Yorumlar
Misafir olarak yorum yazın ya da daha etkili bir deneyim için oturum açın
Yorum yazın