Bu yazı, depremi canlı bir şekilde Adıyaman Besni’de yaşayan, ailesinden bireylerinin son anlarına şahit olan ve yaşadığı ocağı enkaza dönüşen Yazar Faik Öcal’ın notlarından derlendi.
15 Şubat
130 - Başımı yere her koyduğumda uğultulu, iniltili sesler duyuyorum, yer yüzü emniyetsizliğinde. Yer göğü yutuyor taşında, ben başka bir dünyanın hesabını yaparken. Ateş rüzgarı tutuyor bağrında, ben iç kıyılarımı hepten terk ederken. Sesler peşimi bırakmaz. Seslerle yaşamasını öğrenmeliyim.
“Deprem ideolojik gözlükler dışında herşeyi yıktı”
131 - Deprem ile yaşadığım hakikati unutturmaya çalışacaksınız. Tuzağınıza düşmeyeceğim. Dünyevi korolara katılmayacağım. Kalabalıklarınızla kaldırımlarınızda yürümeyeceğim. İç sarsıntılarımla barışık yaşayacağım. Bu dünyanın fani, ölümün her an kapıda olduğunu unutmayacağım. Koptu dünyevi bağlar.
132 - Bir foto bile deprem gerçeğini göstermeye yeter gören gözler, vicdanlılar için. Bin fotoya baksa bile deprem gerçeğinin yanından geçemeyeceğini gördüm, egoist, dar görüşlü, ırkçı, putperestlerin. Deprem ideolojik gözlükler dışında her şeyi yıktı. Azrail çıkarabilir ideolojik gözlükleri.
133 - Küçük ikramiyeler, büyük ödüller mühim değil. Kırmadan, incitmeden mutedil insan olacaksın. Merkeze kalbini koyacaksın. Merkezini yok etmek, hiç olmasa yerinden etmek için her şeyi yapacaklar. Kalbine daha çok sarılacaksın. Dost görünüp ölümcül saldırılarda bulunacaklar. İnzivaya çekileceksin.
134 - İçimde kesilmesi gereken kangren ayaklar, eller. Kesecek kimse yok. Kangren ayaklarla başkalarının yollarında yürüyorum, kangren ellerle başkalarına dokunmaya çalışıyorum. Nafile. İçimdeki kangren ayakları elleri son nefesime kadar taşıyacağım. Sahiplerini utandırmayacağım. Boynumun borcu.
135 - İçimde bin bir sıkıntı. Yaşamak hiç bu kadar ağrılı, ölmek hiç bu kadar yakıcı olmamıştı. Ne yurt içi aklar beni ne yurt dışı paklar beni. İçimde görünmez ölümcül depremler. Ruhumu depremden kurtarmak için yeni bir evren inşa etmeliyim. Bütün dünyaların uzağında yeni bir evren. Nasıl?
137 - Susuz duvarlar yıkılıyor üzerime. Eskimiş demirler dolanıyor her yanıma. Kıpırdanamıyorum. Kaçak sızıntılara sığınıyorum. Kaçacak yer yok. Çatladı hayatlarımız, ar damarımız. Yerin altındaki fay hatları insanların arasındaki sahte bağları kopardı, hakiki bağları daha güçlendirdi.
138 - Putsuz kaldın. Sudan çıkmış balık gibi çırpınıyorsun. Yeni bir bulmak için herkese saldırıyorsun. Deprem puthanelerini yerle bir etti. Putlarının altında kaldın. Acılarımızı, umutlarımızı pazarlayıp yeni putlar yapmak isteyeceksin. Hayatımızdan çalıp yeni putlar yapmana izin vermeyeceğiz.
“Canımı acıtan enkaz altında kalmak değil”
139 - Can çekişiyorum. Nefes almakta güçlük çekiyorum. Enkaz altında kaldı uzun kış geceleri okumalarım. Canların kurtulması için dua ediyorum. Canımı acıtan enkaz altında kalmak değil. Hiçbir şey yapamamak. Acizlik. Canımı acıtan kırılan kemiklerim değil. Kaderine terk edilmişlik. Bu kimsesizlik.
140 - Beleşe alışmışız. Herşeyimizi, bütün ihtiyaçlarımızı beleşe getirmeye çalışıyoruz. Yüzeyde mağduru oynuyoruz, altta herşeyin bizim olmasını istiyoruz. Başkalarını düşünmüyoruz. Bir deprem gelir, her şeyi yerle bir eder. Yine akıllanmayız, ders almayız. Beleş yaşamak varoluş sebebimiz olmuş.
141 - Nerede kaldı o gençlik kahkahaları. Öyle sahipsiz, yetim kaldılar dijital belleklerde. Kim gelir, kim gider eksisi gibi. Bütün doğum ve ölüm yerleri karışmışken bir şehrin cesedinde. Nerede kaldı üniversite hayallerimiz. Şimdi her biri bir enkazın altında boynu kırılmış.
142 - Bariz bir kalp soğuması yaşıyorum. Kalbim herkesten, her şeyden soğuyor, dışarıya açılan bütün kapı, pencerelerini kapatıyor. Kalbim kendi kabuğuna çekiliyor. Onların kelimeleri, suskunlukları bıçak gibi saplanıyor kalbime. Kalbim müntehir çöllerin sürgünü. Cesetlerimle ısıtıyorum kalbimi.
143 - Deprem kader değil, jeolojik ve jeomorfolojik bir doğa olayıdır. Depreme dayanaksız binalar yapmak, muhterislerin ve müflislerin eseridir. Kader, din tacirleri için hep en tecimsel kavram olagelmiştir. Buna karşı durmak elimizdedir. Deprem cüzi irademizin üstünde değildir.
144 - Tarih boyunca görülmüştür: İdeolojiler hep ardılları tarafından deforme edilmiştir, zıddına evrilmiştir. Dinde bundan nasibini almıştır. Dine en büyük zararı -dışarıdaki ateistler değil- içeride dindar görünen; ama dinin hakikatinden, özünden bihaber olanlar vermiştir.
145 - Senin beni bağışlamanın hiçbir kıymeti harbiyesi yok. Asıl sorulması gereken soru: Ben kendimi ve seni bağışlıyor muyum? Sana beni depremde öldürme ve mağdur etme fırsatı verdiğim için ne kendimi ne seni bağışlıyorum.
“Kalbim yerinde değil, yer levhasının tabakaları arasında atıyor”
146 - Dilin tatlı, için zehir. Kelimelerin ısırıyor ruhumu. Nereye gitsem zehirli yılanların çıkıyor karşıma. Cenneti bana pazarlarken bütün hayatımı cehenneme çevirdiğini ikimiz biliyoruz; ama ötekiler bilmiyor. Ötekilere zehirlenme sırası geldiğinde iş işten geçmiş oluyor.
147 - Batıl/hak olması önemli değil. Sorgulama ve araştırma sonucu bir fikri olana saygı duyuyorum. Oradan buradan duyduklarını papağan gibi tekrar edenleri muhatap kabul etmiyorum. Aklını kullananın fikri olur. Zulmün en büyüğü -aklı kullanmayarak- akla yapılandır.
148 - Kalbim yerinde değil, yer levhasının tabakaları arasında atıyor. Kalbim göğüs sahanlığında durmuyor. İçimi kanırtıyor, kırılan fay aynasının parçaları. Koptu gönül bağım. Yırtıldı ruhumun görünmez atlası. Yolunu kaybetti can atım. Şarkısını unuttu sevda kuşlarım. Kalbim, enkaz yeri.
16 Şubat
149- Deprem güç ile adalet arasındaki teraziyi vurdu. Güçlü olan enkazlardan sağ/lam çıkıyor, adil olan enkazın altında kalıyor/ölüyor. Güçlü olan algıları yönetiyor, yandaşlarını haklı, adili haksız gösteriyor. Güçlü olan herşeye ayar veriyor. Adil, güçlünün affına muhtaç kalıyor.
150 – İki ayrı dünyanın insanlarıydınız. Toplum, Sünni, Alevi elbiselerini size giydirmişti. Yırttınız toplumun size biçmek istediği elbiseyi. Aşka inandınız, 99’daki Gölcük depremine sığındınız. Ellerinizle kaderin ölüm ağlarını örmüştünüz. Bu deprem ile 99’daki hikayenin sonuna geldiniz.
“Bu deprem gösterdi: Yaşam kutsaldır, yaşamak haktır”
151 - Bu deprem gösterdi: Yaşam kutsaldır, yaşamak haktır. Kimsenin bu kutsala saygısızlık yapmaya, bu hakkı gasp etmeye hakkı yoktur. İnsanca yaşamalıyız, yaşatmalıyız. İnsan olan, herkesin yaşamına saygı duyar, insan olmayan sadece kendi yaşamını düşünür, başkalarının yaşamını gasp eder.
152 - Eşyalarımın gitmek ve kalmak kadar değeri var. Gidersem ansızın, eşyalarım ağır kokulu ölü eşyası olacak kimsenin dönüp bakmak istemediği. Kalırsam hiç yoktan, eski eşyalarımla kaldığım yerden devam edeceğim hikayeme. Kim hayatıma eşya değeri biçti? Neden hayatım şey/leşti?
153 - Halkımın sesi kaldı depremin altında. Bir halk nasıl sesini yitirirse öyle sesini yitirdi benim halkım. Kim ses olacak halkıma, değişik diyarlara savrulmuşken insanlarım? Nasıl bir araya geleceğiz bir daha, sesini yitirmişken halkım? Dilsiz sözsüz kaldı insanlarım. Lal, halkım.
154 - Ayaklarımın altındaki zemin hiç bu kadar kaygan olmamıştı. Kime elimi uzatsam elim havada kalır. Kim elini bana uzatsa eli kesilir. Leviathan kollarını dolamış boynuma, kıpırdanamıyorum, nefes alamıyorum. Zebur yorulur, Tevrat susar, İncil parçalanır, Kur’an kan kusar, filozoflar utanır.
“Adıyaman’ın her yerinde depremin izlerini sürüyoruz”
155 – Adıyaman’ın her yerinde depremin izlerini sürüyoruz. Enkazlara ve hasarlara bakıp akıl yürütüyoruz. Oradan gelmiş burayı vurmuş. Teselli mi buluyoruz? Hayır. Yıkımı mı kabulleniyoruz? Değil. Acıyla mı yüzleşiyoruz. Sanmıyorum. Kendimizi iyileştirmeye çalışıyoruz kendimizce.
156- Deprem yollarımızı ayırdı şimdilik. Siz oraya gittiniz ben burada kaldım. Ayaklarımı kestiler. Bundan sonra kesilen sağ ayağım sensin anne, sol bacağımda sen yerini tutacaksın baba. Ölüm vakti gelene kadar cesetleriniz kesik ayaklarımın yerini tutacak. Ölmek size kavuşmaktır.
Depremin 11. günü. İki ayrı yerde son ölü sayısı: 6701. 642. Başka yerlere görülenler, doğduğu yerlere gönderilenler, aile mezarlıklarına gömülenler ve enkazların altında kalanlar hariç...
157- Deprem dünyanın yüzeyinde bir emanet olduğumuzu bir daha hatırlattı. Emaneti aklımızla koruyabilirdik. Emanetin hakkını vermek yaratıcının bize verdiği en büyük nimet olan aklı kullanmaya bağlıdır. Gafillerin emanet ve aklımızın arasına girmemesi için sürekli teyakkuzda olmak gerekir.
158- Deprem hayattan daha değerli bir şey olmadığını öğretti bana. Güzel, hayırlı, manalı bir hayat yaşamak istiyorum. Hayatımı elimden almak isteyenlere karşı koyacağım bütün varlığımla. Birilerinin hayatımı çirkinleştirmesine, kötüleştirmesine, manasızlaştırmasına izin vermeyeceğim asla.
159 - Enkazın içindeki saf çocuksu gülüşün bana umut oldu. Bez bebekken öz çocuğum olmuştun. Gülüşünde çocukluğumu görmüştüm. Gülüşün bir yol oldu bana enkaz yığınlarında. Hayat devam ediyordu. Bir yanımız hep kırık olsa da kaldığımız yerden devam edecektik. Gülüşünün hakkını verecektik.
160 - Enkazlardan ayrılamıyorum bir türlü. Birden karşıma çıktınız mutlu bir aile tablosuyla. Üçünüz ne güzel tebessüm ediyordunuz. Ölüm bile aranıza girmemişti, tebessümünüzü soldurmamıştı. İlk günkü gibi içten, sıcaktı tebessümünüz. Şimdi neredesiniz? Neden kimsesiz bıraktınız tebessümünüzü?
161 - Memleketim Adıyaman’ı en iyi ifade eden 3 kelime: tabut, kefen, mezar. Çoğu zaman bunların üçü bir arada nasip olmuyor. Tabutu olanın kefeni olmuyor, kefene sarılan tabut bulamıyor yada enkazın içinde kalıp üçü de nasip olmuyor. Minaresi kırık camilerin gölgesinde herşey bitiyor.
(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)
Yorumlar
Misafir olarak yorum yazın ya da daha etkili bir deneyim için oturum açın
Yorum yazın