AK Parti, kuruluşundan itibaren Türkiye siyasi tarihine yeni ve farklı bir çizgi kazandırdı. Parti içi disiplini, kurumları arasındaki uyumu ve tekvücut oluşu AK Parti’yi farklı kılan unsurlardan bazılarıdır. Erdoğan, Menderes ve Özal arasında benzerlikler muhakkak vardır. Ancak siyasi hareket olarak, aralarında benzerlikler olmasına rağmen; AK Parti, DP ve ANAP’tan oldukça farklıdır. Üç parti arasındaki ortak noktalar şöyle özetlenebilir: Her üçü statükonun karşısında Türkiye’deki yerleşik yapılarla mücadele yolunu seçmiş ve oyunun çoğunu muhafazakar kesimden alan birer merkez partisi olmuştur.
Bir diğer özellikleri farklı çizgideki siyasetçileri içlerinde barındırmaları neticesinde Türkiye partisi olmalarıdır. Tam bu noktada AK Parti’yi diğer iki partiden ayıran asıl unsur ortaya çıkıyor: O da farklı çizgideki bu siyasetçilerin tekvücut olarak birbiriyle uyumlu çalışmasıdır. Tabii AK Parti’in bugünlere gelmesinde ülkedeki konjonktürün 50’li, 80’li ve 90’lı yıllara nazaran çok farklı olmasının da payı vardır.
AK Parti’deki bu iç huzur, ülke sorunları ile daha çok ilgilenebilmesinin önünü açtı. İç çekişmelerin yok denecek kadar az olması, AK Parti’nin bütün enerjisini kangrenleşen memleket sorunlarının çözümüne kanalize etmesini sağladı. Türkiye’nin elini kolunu bağlayan o sorunlardan biri ise dış politikasındaki pasifliği idi. Bu durum cumhuriyetin kuruluşundan itibaren 2000’li yılların başına kadar devam edegelen bir iç kaosun ürünüdür. Bir taraftan ardı arkası kesilmeyen darbeler, bir taraftanda sağ – sol çatışması, etnik ve mezhep kavgaları Türkiye’yi başını kaldırıp çevresine bakamayacak duruma getirmişti. Bir de buna Avrupa Birliği kapısındaki aciz bekleyiş eklenince, Türkiye çevresinden kopuk, bölgesel ve uluslararsı arenada yetersiz, her hangi bir sonuç almaksızın kendini 50 yıl Avrupa Birliğine endeksleyen bir ülke haline gelmişti.
Yakında Türkiye Cumhuriyeti’nin yeni başbakanı olması bekelen Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, 90'lı yıllardan itibaren Türk Dış Politikasındaki bu acizliğin farkına varanlardan biriydi. O zamanlar tanınan bir akademisyen olan Davutoğlu, 2001 yılında yayınladığı ‘Stratejik Derinlik’ kitabında Türkiye’nin önüne set çeken, dış politikasındaki bu handikapları kaleme aldı. Ahmet Davutoğlu kitabında Avrupa’yla Asya’yı birbirine bağlayan bir ‘köprü’ olarak tanımlanan Türkiye’nin artık güçlü bir ‘merkez’e dönüşmesi, ayrıca Avrupa Birliği üyeliği hedefinin komşuları unutturmaması gerektiğini savunuyordu.
Bunların dışında, Davutoğlu bir de Kafkas, Balkan ve Ortadoğu ülkeleri ile ilişkilerin geliştirmesini öneriyordu. Bu değerlendirmeyi diğer Türk akademisyenlerin tezlerinde örneğine az rastlanan objektif bir görüş olarak tanımlamak mümkün.
Komşularla ilişkilere gelince, Davutoğlu’nun ‘Sıfır Sorun’ tezi, ‘Türkiye üç tarafı denizlerle, dört tarafı düşmanlarla çevrili’ söylemine karşı geliştirilen bir antiteziydi. Türkiye’nin dış politikadaki makûs talihini değiştirme potansiyeline sahip olan bu tez, komşularla olan sorunları en aza indirmek surtiyle Türkiye’nin güçlü bir siyasi ve ekonomik merkez olmasını amaçlıyordu.
Belki de Ahmet Davutoğlu, tezlerini hayata geçirme şansını elde eden ender insanlardan birisidir. 2002’den beri Abdullah Gül’e ve Recep Tayyip Erdoğan’a danışmanlık yapmış olması, 2009 yılından bu yana da dışişleri bakanı olarak çalışması, mimarı olarak tanımlanan Türkiye dış politikasını yeniden dizayn etmesine olanak sağladı.
Tabii, bu yeni dış politika hiç eleştiri almamış değil. Türkiye’nin Suriye ve İsrail ile savaşın eşiğine gelmiş olması, Mısır ve diğer Arap ülkelerinde etkinlik oluşturamamış olması dile getirilen eleştirilerin başında geliyor. Ancak tabii ki madalyonun diğer yüzüne de bakmak gerekir.
Davutoğlu’nun Dışişleri Bakanlığı döneminde, Türkiye’nin nerdeyse kavgalı olduğu söylenebilen Yunanistan, Ermenistan ve Irak Kürdistanı ile ilişkileri oldukça gelişti. Büyük resme bakıldığında gelişmelerin Türkiye için kazanım olduğunu söylemek mümkündür. Zira Yunanistan, Ermenistan ve Kürdistan ile nerdeyse ‘sıfır ilişki’den bugünlere gelindi. Ayrıca öncelerine bakılırsa, Türkiye’nin Suriye ile zaten çok ahım şahım bir ilişkisi yoktu.
İlişkiler gelişti ise de yine AK Parti iktidarı döneminde gelişti. Nitekim Türkiye’nin Mısır ve diğer Arap ülkeleri üzerinde hiçbir zaman büyük bir etkisi oldmadı ki bugün ‘neden bu etkiyi azalttın’ diye Davutoğlu suçlansın. Bunlar bir yana Mavi Marmara’ya yapılan saldırı sonucu gerilen Türkiye – İsrail ilişkileri, sonuç itibarı ile diplomatik açıdan Türkiye’nin lehine döndü. İsrail’in özrü Türkiye’nin uluslararası arenada saygınlığını arttırdı.
Gelelim asıl madalyonun bizi ilgilendiren yüzüne: Bu dönem içerisinde Erbil – Ankara ilişkileri, Türkiye Kürt petrolünün satışına önayak olacak kadar ilerledi. Bu, Kürtler için çok büyük bir kazanımdı. Kürdistan’ın ekonomik gücüne güç katacağı gibi, hem askeri açıdan Bölge’nin güvenliğini garanti edecek, hem de siyasi açıdan Kürdistan’ı bir adım daha kendi geleceğini tayin etme hakkına yaklaştıracaktır.
Bu sebeplerden dolayı, Davutoğlu’nun şahsını yakın bir partner, tezini Kürt Sorunu’nun çözümü için olumlu bir tez ve başbakan oluşunu Kürdistan için bir fırsat olarak değerledirmek gerekir.
Yorumlar
Misafir olarak yorum yazın ya da daha etkili bir deneyim için oturum açın
Yorum yazın